Dienstag, 31. Mai 2011

SÜRYANİ ÇALIŞMALARI SEMPOZYUMU

ARTUKLU ÜNİVERSİTESİ REKTÖRÜ PROF. DR OMAY: ''ÇOK DEĞİL, MESELA BUNDAN ON YIL ÖNCE, ÜLKEMİZDE BUNLARI KONUŞMAK VE HAYATA GEÇİRMEK EPEYCE ZORDU''


Mardin'de ''Kültür, Dil ve İnanç: Bir Köprü Olarak Süryani Çalışmaları'' sempozyumu düzenlendi.

Mardin Artuklu üniversitesi (MAÜ), Avusturya Büyükelçiliği ve PRO-ORIENTE Vakfınca Atatürk Kültür Merkezinde düzenlenen ''Kültür, Dil ve İnanç: Bir Köprü Olarak Süryani Çalışmaları'' sempozyumunun açılışında konuşan Avusturya'nın Ankara Büyükelçisi Heide Maria Gürer, MAÜ'nün Türkiye'de Süryani araştırmalarını başlatan ilk üniversite olduğunu, emeği geçenlere teşekkür ettiklerini söyledi.

İlk Süryani kapsamlı İncili'ni 1555 yılında bin kopya olmak üzere Viyana'da bastırıldığını, ayrıca Süryanilerin kutsal kitabının da Avusturya kütüphanesinde bulunduğunu ifade eden Gürer, ''Bu seminer aynı zamanda Avusturya'nın farklı kültürler, mezhepler, halklar ve dinler arasındaki diyalog çabalarının bir göstergesidir. Antakya ve Suriye bölgesinden Avusturya'ya göç yaşandı. Henüz kısa bir süre önce Hatay'da sadece Rum Ortodoksların yaşadığı bir köyü ziyaret ettim. Sadece bu köyden toplam 46 aile Avusturya'ya göç etmişlerdir. Avusturya eskiden beri dinlerin birbirleri ile kaynaştığı bir merkez olmuştur. Avusturya okullarında aynı zamanda İslam dini dersleri de sunulmaktadır. İslam cemaatlerinin kendilerine ait eğitim kurumları bulunmaktadır'' dedi.

REKTÖR OMAY

MAÜ Rektörü Prof. Dr. Serdar Bedii Omay ise konuşmasına Süryanice selamlamayla başladı. Omay, bugünün çok önemli olduğunu, Mardin'de önemli bir akademik toplantıya ev sahipliği yaptıklarını söyledi.

''Ortadoğu'daki komşularımızla aramızdaki sınırların kültürel anlamda bizi tehdit etmediğini haykırdığımız, önemli bir buluşmayı daha gerçekleştiriyoruz'' diyen Omay, Mezopotamya topraklarının, Turabdin'in en kadim, en medeni toplumlarından biri olan Süryanilerin, dünya medeniyetine katkılarını konuşacakları ilmi bir mecliste olduklarını anlattı.

Omay, 5 bin yıllık bir geçmişe ve Hz. İsa'nın ilk müminlerinden olma şerefini taşıyan Süryanilerin, bu köklü ve zengin geçmişleriyle, insanlık tarihine ve onun muazzez bir unsuru olan İslam medeniyetine, Anadolu ve Mezopotamya coğrafyasına büyük katkıları olduğunu belirterek, şöyle konuştu. ''Süryani kültürü ve medeniyetinin katkıları konusunda aklıma ilk gelen, bu topraklarda, tarihin ilk üniversitesini kurmuş olmalarıdır. Nusaybinli Mor Yakup ve onu öğrencisi Mor Afrem'in çabaları bu anlamda çok mühimdir. Yine Süryanilerin ortaya koyduğu tercüme faaliyetleri, bütün dünyaya ilmin ve irfanın nurunu yaymıştır. Yunan felsefesinin İslam dünyasına aktarılmasında, büyük bir pay sahibi olan Süryaniler'in felsefi eserleri Arapça'ya ve Süryanice'ye çeviri hareketi hatırlanması gereken çok önemli hususlardandır. Üniversitemizin de, Süryani dili ve kültürünün tetkiki için attığı önemli adımlar var. Ortadoğu'daki dillerin, toplumların ve kültürlerin tetkiki, Üniversitemizin başlıca ilgi alanlarından olmuştur. Bu kapsamda, Türkiye'de Yaşayan Diller Enstitüsü çatışı altında bu kültürün araştırılması için, bir mastır programı açma çalışmalarımız devam ediyor. Ayrıca kurmayı düşündüğümüz teoloji fakültesinde, ülkemizdeki ilahiyat fakültelerinden farklı bir yaklaşımla araştırma çalışmaları yapacağız. İtiraf etmek gerekir ki, çok değil, mesela bundan on yıl önce, ülkemizde bunları konuşmak ve hayata geçirmek epeyce zordu. İlmi hürriyet anlamında, üniversitelerimiz de, ülkemizdeki demokratikleşme ve şeffaflaşma rüzgarından nasibini alıyor.''

FİLÜKSİNOS SALİBA ÖZMEN

Mardin ve Diyarbakır Metropoliti Mor Filüksinos Saliba Özmen, sempozyumumun Mardin’e yapılamasının kendilerini çok sevindirdiğini ifade etti. Mardin ve Diyarbakır Metropoliti Mor Filüksinos Saliba Özmen de, sempozyumun Mardin'e yapılamasına çok sevindiklerini belirterek, ''Mardinli Muşe (Musa) bizim için çok önemli bir şahsiyettir. Mardinli Muşe'nin hayat hikayesini, çalışmalarını burada Mardin'de ana vatanda irdelenmesi, konuşulması tozlu raflardan indirilmesi benim için büyük bir onur ve mutluluktur'' dedi.

PRO-ORIENTE Vakıf Başkanı Dr.Johann Marte ise Mardin'in kültür miras enginliğinin kendilerini çok etkilediğini, sempozyum dinler arsındaki zenginleştirici diyaloğunu vurguladığını belirtti.

Mardinli Musa'nın el yazması kitabının dijital çalışmasını Milli Kütüphanelerinin internet sayfasından ücretsiz indirilebileceğini bildiren Marte, '' Mardinli Musa bu ilk basım olan Süryani kitabın basımını o zamanki Roma İmparatoru 1. Ferdinand'a ithaf etmiştir'' diye konuştu.

AK Parti Mardin Milletvekili Adayı Muammer Güler de, Mardin'de farklı bir yapının olduğunu, Süryaniler ile sütkardeşliğinin bile yaşandığını kaydederek, bazı kesimlerin aradaki kardeşliği bozmayı istediğini buna dikkat edilmesi gerektiğine dikkat çekti.

Açılış konuşmaların ardından Filüksinos Saliba Özmen’in yönettiği "İncil" oturumuna geçildi. Oturumda Assist.Prof. Aho Shemunkasho ve Prof. Dr. Abdul Massih Saadı tebliğler sundu. Assist.Prof. Aho Shemunkasho "Mardin'li Musa ve Avrupa'da Süryanice Çalışmaların katkısı" konulu yaptığı sunumda " Mardin'i Musa'ya ve Avrupa'da Süryanice Çalışmalarının başlangıcında oynadığı önemli röle odaklanmadan önce, kısaca 15. ve 16. yüzyılın tarihsel ortamına değinmek istiyorum. Mardinli Musa, Osmanlı imparatorluğu’nun bölgesel, ekonomik ve kültürel açıdan yükselişe geçtiği 16. Yüzyılda yaşadı. Patrik, Musa'yı Avrupa'ya gönderme kararı aldı, ne de olsa o bilge bir din adamıydı. Musa, Qaluq köyünde doğmuştu. Girişte yer alan alıntıdan öğrendiğimiz üzere, kendisini Mardin şehrinin hemen yanındaki Sawro (Savur) bölgesinden Beth Nahrin'li (Mezopotamya) rahip isaac'ın oğlu olarak tanımlamaktadır. Annesinin adı Heleni idi. Üç kardeşi vardı: rahip Barsaumo, Shem'un, ve YeshiT. Musa 8 yaşında iken, bir yılan tarafından ısırıldı, bunun sonucunda işaret parmağını ve sağ elindeki üçüncü parmağının tam kullanımını kaybetti. Yine de birkaç el yazmasını kaleme almayı başarabilmişti.Avrupa'ya gelirsek, Musa Süryani toplulukları için Süryanice Kapsamlı İncil bastırmakla sadece görevini yerine getirmekle kalmamış, aynı zamanda Kutsal Kitap'ın aslını soran hümanistlerden doğan boşluğu da doldurmuştur. Hümanizm akımıyla, batılı alimler antik metinleri orijinal dillerinde çalışmayı talep etmişlerdir. Kutsal Kitap'a gelince, ibranice ve Yunanca öğrendiler ve Mardinli Musa döneminde Süryanice öğrenmeye başladılar, çünkü Süryanice bir Arami dili İsa’nın dili olarak görülmektedir."

Sempozyuma Avusturya Büyükelçisi Heide Maria Gürer, MAÜ Rektör Prof.Dr. Serdar Bedii Omay, PRO-ORIENTE vakıf Başkanı Dr.Johann Marte, İstanbul Eski Valisi Ak parti Mardin milletvekili adayı Muammer Güler, Mardin ve Diyarbakır Metropoliti Mor Filüksinos Saliba Özmen, Mardin AÜ ve Avusturya Slazburg üniversitenden öğretim üyeleri ve Mardin ile bölgedeki Süryani dini liderleri katıldı.

Sempozyumun arından Gazeteci Adnan Avuka’nın ceylan derisi ve Altınsu ile 12. asırda meydana getirilen İncil’in fotoğraflarının yer aldığı " hoşgörü ve Mardin" sergisinin açılışı yapıldı. Katılımcılar sergiyi gezerek Avuka’dan bilgi aldı.

habermardin.com / 30.05.2011

ymposium: Bir Köprü Olarak Süryani Çalışmaları' Mardin Sempozyumu

Süryani Metropolit, 'Süryanice Türkiye için Büyük Zenginliktir'


Mardin'de düzenlenen 'Kültür, Dil ve İnanç.

Mardin'de düzenlenen 'Kültür, Dil ve İnanç: Bir Köprü Olarak Süryani Çalışmaları Sempozyumu'nda konuşan Süryaniler'in Mardin-Diyarbakır Metropoliti Saliba Özmen, "Süryanice eğitimi sadece bizim değil hem Mardin'in, hem de Türkiye'nin ihtiyacıdır. Çünkü M. Ö. 3-4 bin yılına giden bir mazisi var. Şimdi Süryanice'nin burada, kendi anavatanında okutulması hep bizim için, hem de Türkiye için büyük bir zenginliktir" dedi.

Mardin'deki Artuklu Üniversitesi, Avusturya'nın Ankara Büyükelçiliği ve merkezi Avusturya'nın başkenti Viyana'da bulunan ve Katolik dünyası ile Ortadoks dünyasının birbirine yakınlaşması amacıyla kurulan Pro-Oriente Vakfı işbirliğiyle düzenlenen 'Kültür, Dil ve İnanç: Bir Köprü Olarak Süryani Çalışmaları Sempozyumu', Atatürk Kültür Merkezi'nde yapıldı. Sempozyuma Avusturya'nın Ankara Büyükelçisi

Heidemerria Gürer, Artuklu Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Serdar Bedii Omay, Pro-Oriente Vakıf Başkanı Dr. Johann Marte, Süryaniler'in Diyarbakır-Mardin Metropoliti Saliba Özmen, Adıyaman Metropoliti Melki Ürek, Papaz Gabriyel Akyüz, Mardin Müftüsü Mehmet Kızılkaya, AK Parti Mardin Milletvetvekili adayı Muammer Güler ile yerli ve yabancı davetliler katıldı. Sempozyumun açılış konuşmasını Türkçe yapan Avusturya'nın Ankara Büyükelçisi Heidemerria Gürer, Süryaniler'in kültürünü gün ışığına çıkarmak için birçok çalışmaya imza attıklarını söyledi. Gürer, şöyle konuştu:

"Bizler her zaman dinlere karşı bir saygı içerisinde olmuşuz. 1912 yılında Avusturya da İslam dini ilk defa bir Avrupa ülkesinde resmi din olarak kabul edilmiştir. Sadece Süryaniliğe değil İslamiyet açısından da Avusturya ilklere imza atmış. Avusturya'da İslam dini okullarda resmi din olarak okutulmaktadır. Bunun Avrupa'da başka bir örneği yok. "


OMAY: "10 YIL ÖNCESİ BUNLARI KONUŞMAK ZORDU"

Artuklu Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Serdar Bedii Omay, üniversitede kurdukları İlahiyat Fakültesi bünyesinde Süryani Dili ve Kültürü Bölümü'nü kurma çalışmalarının son aşamaya gelindiğini söyledi. Prof. Dr. Omay, "Ortadoğu'daki dil, toplum ve kültürlerin tetkiki, üniversitemizin başlıca ilgi alanlarından olmuştur. Bu kapsamda, Türkiye'de Yaşayan Diller Enstitüsü çatısı altında bu kültürün araştırılması için, bir mastır programı açma çalışmalarımız devam ediyor. Ayrıca kurmayı düşündüğümüz teoloji fakültesinde, ülkemizdeki ilahiyat fakültelerinden farklı bir yaklaşımla araştırma çalışmaları yapacağız" dedi. Prof. Dr. Serdar Bedii Omay, şöyle dedi:

"İtiraf etmek gerekir ki, çok değil, mesela bundan 10 yıl önce, ülkemizde bunları konuşmak ve hayata geçirmek epeyce zordu. İlmi hürriyet anlamında, üniversitelerimiz de, ülkemizdeki demokratikleşme ve şeffaflaşma rüzgarından nasibini alıyor. Yunan felsefesinin İslam dünyasına aktarılmasında, büyük bir pay sahibi olan Süryaniler'in felsefi eserleri Arapça'ya ve Süryanice'ye çeviri hareketi hatırlanması gereken çok önemli hususlardandır. Bugün, burada zaten bu önemli dönüm noktalarını, Mezopotamya ve Anadolu'da yaşayan halkların, müspet mânâda, birbirini nasıl etkilediklerini dinleme imkanını bulacağız. "

Süryaniler'in Mardin-Diyarbakır Metropoliti Salibe Özmen, Süryanice dilinin özellikle M. S. ilk dönemlerinde özellikle Nusaybin Üniversitesi sayesinde büyük ün saldığını söyledi. Özmen, şöyle dedi:

"Nisibin Akademisi, o zaman dünyanın en büyük üniversitesiydi. Buralarda tabii Süryanice öğretiliyordu. O zamanki şartlarda Yunanca da vardı sonra Arapça da piyasaya çıktı. İşte bizim bölgedeki manastırlarda özellikle resmi olmayan yollardan eğitim veriliyordu. Halen de bu eğitimler devam ediyor. Bu eğitimlerin sosyal ve ruhsal bazda çok büyük etkisi oldu. Umudumuz o ki resmi olsun veya resmi olmayan yönetmelerle olsun insanlar okusun ve güzel yerlere gelsin. Ben inanıyorum ki, bizim üniversite sayesinde insanlar bilgilendikçe, iyi bir yere geldikçe, hem sosyal anlamda hem de finansal anlamda da iyi bir yerlere gelecektir. Süryanice eğitimi sadece bizim değil hem Mardin'in, hem de Türkiye'nin ihtiyacıdır. Çünkü M. Ö. 3-4 bin yılına giden bir mazisi var. Şimdi Süryanicenin burada kendi anavatanında okutulması hep bizim için, hem de Türkiye için büyük bir zenginliktir. "


"ANNELERİMİZ SÜTLERİNİ BİLE PAYLAŞIYORLARDI"


Güler, bölgede derin bir medeniyetin mirasını taşıyan Süryani varlığının kendileri açısından hem zenginlikleri hem de ülkenin bütünlüğünü sağlayan bir unsur olduğunu ifade etti. Güler, şöyle devam etti:

"Onlar bir azınlık değillerdir, özellikle vurgulamak istiyorum. Süryani cemaati bizde asla bir azınlık değildir, böyle bir statüye asla istememişlerdir. Bu memleketin devletin asli unsurlarıdır. Bunu özellikle belirtmek isterim. Esasen hükümetin de devletinde yaklaşımı bu şekildedir. Son anayasa çalışması da demokratikleşme çalışmaları bunun göstergesidir. Devletin bakış açısı eşit vatandaşlık ilkelerine dayalıdır. Biz devletin olarak birçok farklı unsur bir arada uzlaşı içerisindeyiz. Ortak bir hedef doğrultusunda birleştiğimiz için bu ülkede zenginliklerimizi koruyabildik. Demokratikleşme çalışmalarına en büyük katkıyı Mardin Artuklu Üniversitesi sağlamıştır. "

Açılış konuşmalarından sonra İncil, felsefe ve tarih konulu üç ayrı oturumda Süryanilerin kültür, dil ve inançları değişik üniversitelerden gelen akademisyenler tarafından sunumlarla anlatıldı.

AA, NG - Mardin (Doğan Haber Ajansı) 30.05.2011 15:51
http://www.sondakika.com/haber-suryani-metropolit-suryanice-turkiye-icin-buyuk-2761953/

Baska haberler:
http://www.artuklu.edu.tr/Etkinlikler.asp?Id=263

http://www.mardin.gov.tr/

http://www.sondakika.com/

http://www.nevsehirmedya.com/

Tarihleri, kültürleri ve inançlarıyla Süryaniler

NAİM DİLMENER


'Süryaniler' kitabı, işe 'sıfır noktası'ndan başlıyor. 'Köken'den giriyor; Antakya, Roma, Milano'dan geçiyor, Mezopotamya'yı kucaklıyor, Mardin ve Diyarbakır başta olmak üzere Güneydoğu üzerinden de İstanbul'a ve başka metropollere ulaşıyor.

Son beş-on yıldır, bu toprakların geçmişine/tarihine daha fazla ilgi duyar, giderek daha çok şey öğrenmek ister olduk. Bunu yapmaya başladığımızda da ilk karşılaştığımız sözcük ya da isimlerden biri ‘Süryani’ oldu... Çoğu insan için ‘Süryani’ bir ‘din’ demekti, Hıristiyanlığın bir mezhebi ya da. Doğru değildi bu ama çok da yanlış sayılmazdı. Çünkü ilk Hıristiyanlardandı Süryaniler ve tam da bu nedenle zaten, Süryani, Kadim olarak da anılmaktaydılar. Ama esas mevzu şuydu: Bir ‘ırk’tı Süryaniler; Türk gibi, Kürt gibi, Rum ya da Ermeni gibi. Dinden/Hıristiyanlıktan önce bu gelmeliydi orta yere ama öyle olamıyordu ne yazık ki. Ama işte, önce ‘mozaik’ ardından da mozaiğin unsurlarından konuşmaya başladık ve her şey bir bir netleşmeye başladı. ‘Köken’ ve ‘dil’ her şeyden önce gelmekteydi; ‘din’den bile önce. Din hiç şüphesiz, kökeni de/dili de etkilemiş, hatta değiştirmiş, farklılaştırmış, dönüştürmüş olmalıydı. Ama bu topraklarda milattan önceki yıllarda da Süryaniler (başka ırk ve gruplarla birlikte) vardı ve bu toprakların, ‘bereketli topraklar’ kılanabilmesi yolunda, onlar da herkes kadar (belki herkesten de fazla) çaba harcamış, bu konuda ellerinden geleni yapmıştı. Bütün bunların (zoraki ya da rahat ve huzur içinde, farketmez) konuşulabiliyor olması, bu alandaki ‘yazılı tarih’in de artmasına sebep oldu. Yakup Tahincioğlu’nun ‘Tarihleri, Kültürleri ve İnançlarıyla 5500 Yıldır Bu Topraklarda Yaşayan Süryaniler’, bu alandaki çalışmaların/çabaların en son örneği.

Binlerce yıl öncesine dayanan tarihin büyük bir kısmı, mecburen sözlüydü ve yazının keşfi dahi, bu sözlü kısmın büyük bir kısmını kağıda aktarmaya yetmemişti. Bugün gelinen nokta ise şu: Çok sayıda Süryanice metin, orijinal dilinde yeniden basılmayı ve başta Türkçe olmak üzere, farklı dillere çevrilmeyi bekliyor. Bu beklenmekteyken de, yepyeni kaynaklar, Türkçe yazılmış/yayımlanmış kitaplar giriyor devreye.

5500 yıldır bu topraklarda

Mardin kökenli Tahincioğlu ailesinin bir ferdi olan Yakup Tahincioğlu, bir kısmımız için tanıdık bir isim. Şeker ve çikolata alanının önde gelen firmalarından Kent’in kurucularından olan Yakup Tahincioğlu, yıllar yılıdır en ufak bir karşılık ya da jest beklemeden bir nefer gibi çalışmakta; Süryaniler için de, doğup büyüdüğü Mardin için de. Her şeyin ‘saklanmak’, olmadı ‘göze batmamak’ üzerine kurulu olduğu o 50 ve 60’lı yıllarda bile, Yakup Tahincioğlu (ve ailesinin tamamı) göğsünü gere gere kökenlerinden/özelliklerinden söz etti, bu konuda sessiz kalmadı.
450 sayfayı bulmuş ‘Süryaniler’ kitabı, tabiri caizse işe ‘sıfır noktası’ndan başlıyor. ‘Köken’den giriyor; Antakya, Roma, Milano’dan geçiyor, bütün bir Mezopotamya’yı kucaklıyor, Mardin ve Diyarbakır başta olmak üzere Güneydoğu üzerinden de İstanbul’a ve dünyanın başka metropollerine ulaşıyor. Kitabın omurgası, Süryanilere dayatılan ‘yaşam şekli’nin mecburi sonucu olan göç yollarını takip ediyor, bir bakıma. Başlar, ilerlerken de, Süryanilerin o uygarlığı kendi elleriyle kurdukları milattan önceki ve sonraki zamanları ince ince, ayrıntılı ayrıntılı anlatıyor, sıralıyor. Hıstiyanlığı topluca kabul eden ilk ırk olmanın (ki bu nedenle, Süryani Kadim olarak adlandırılmışlardır) getirdiği zorluklar da yer almakta Tahincioğlu’nun kitabında; olumlu anlamda sebep olduğu değişim ve dönüşümler de. Ama öncesi ya da sonrası farketmez, kitabın en önemli meziyeti, bu toprakların böylesine bereketli kılınabilmesinin en önemli unsurlarından birinin Süryaniler olduğunu net bir biçimde ortaya çıkarıyor olmasıdır.

Aslında bir destan

Kaç bin yıldır bu toprakları ekmiş/biçmiş, kaç bin yıldır bu toprakları bereketli kılmak için çabalamış, kaç bin yıldır hayatı hep daha iyi ve daha güzele (ç)evirmeye gayret etmiş Süryaniler’in zenginliklerle dolu tarihi, Yakup Tahincioğlu’nun kaleminden daha da zenginleşmiş/daha da anlam kazanmış. Bilimden sanata, tıptan mühendisliğe kadar her ama her alanda mükemmel işlere imza atmış; bu mükemmel işleri/buluşları, köyden şehir yaşamına geçme/birlikte yaşamayı daha sosyal ve cazip kılma niyetiyle gündelik hayata acilen aktarmış/yaygınlaştırmış Süryanilerin tarihi, aslında bir destan. Milyonlarca çelebi insanın iş ve güç birliği içinde yarattığı/yazdığı bir destan.

SÜRYANİLER, Yakup Tahincioğlu, Boutique Yayıncılık, [Istanbul] 2011, 450 sayfa, 20 TL.

Kaynak: Radikal, 27/05/2011

Sonntag, 29. Mai 2011

Ein Christ ins Parlament? Türkei steht vor historischem Schritt

Istanbul (APA) - Der Name Erol Dora ist den meisten Türken kein Begriff. Und doch könnte der 47-jährige Rechtsanwalt schon in wenigen Wochen für eine historische Sensation in dem EU-Bewerberland sorgen. Als erster christlicher Politiker sei einem halben Jahrhundert hat Dora realistische Chancen, nach der Parlamentswahl am 12. Juni in die Volksvertretung von Ankara einzuziehen.

Das wird auch Zeit, meint Dora. „Seit den 1960ern gab es keinen christlichen Parlamentsabgeordneten mehr“, sagte der Anwalt kürzlich. „Ich finde das nicht normal.“ Dora ist einer von etwa 13.000 syrisch-orthodoxen Christen in der Türkei. Die traditionelle Heimat der kleinen Minderheit, deren Mitglieder bis heute Aramäisch sprechen, die Sprache von Jesus Christus, liegt in der südostanatolischen Provinz Mardin. Dort stehen auch die uralten Klöster der syrisch-orthodoxen Christen; das wichtigste davon, Mor Gabriel, ist in den vergangenen Jahren durch einen Rechtsstreit mit dem türkischen Staat auch international bekanntgeworden.

Auch Dora stammt aus dem Südosten der Türkei, wenn er auch längst in Istanbul arbeitet. Geboren wurde er 1963 in einem kleinen, rein christlichen Dorf, das er als Neunjähriger verließ, um auf die Schule zu gehen. In den 1990er Jahren wurde die Ortschaft von den türkischen Sicherheitskräften im Krieg gegen die kurdischen PKK-Rebellen geräumt, die Einwohner verloren ihre Heimat und flohen teilweise bis nach Westeuropa, genau wie viele Bewohner von rund 3.000 anderen zerstörten Dörfern im Kurdengebiet.

Auch wegen dieses Schicksals ist Dora als Vertreter der Region glaubwürdig, wenn er in Mardin Wahlkampf macht. Dass er Christ sei, störe hier niemanden, berichtete er telefonisch aus Mardin. Die Provinz hat eine ethnisch und religiös bunt gemischte Bevölkerung, die Türken, Kurden, Araber, Muslime, Christen und Jesiden einschließt. „Wir leben hier seit Jahrtausenden zusammen“, sagte Dora. „Wenn hier jemand etwas gegen Christen hätte, dann hätte ich nicht kandidieren können.“

So offen für christliche Kandidaten ist der Rest der Türkei nicht unbedingt. Obwohl das Land offiziell eine säkuläre Republik ist, betrachtete der Staat die Mitglieder nicht-muslimischer Gruppen lange Zeit als potenzielle Verräter: Armenier und Griechen galten als Agenten feindlicher Mächte, Juden waren ohnehin suspekt, und auch die kleineren Minderheiten wie die syrisch-orthodoxen Christen hatten Probleme. Erst seit wenigen Jahren dürfen die Christen in der Türkei Kirchen bauen, auf einen eigenen Rechtsstatus als religiöse Gemeinschaften warten sie immer noch.

Ein armenischer Senator namens Berc Sadak Turan war in den 1960er Jahren der bisher letzte Volksvertreter christlichen Glaubens in der Türkei. Mitte der 1990er Jahre schickte eine konservative Partei den jüdischen Geschäftsmann Cefi Kamhi ins Parlament von Ankara.

Auch heute haben die großen türkischen Parteien noch Berührungsängste, wenn es um nicht-muslimische Politiker geht. Dora kandidiert in Mardin als offiziell parteiloser Kandidat, und zwar auf einer Liste, die von der Kurdenpartei BDP unterstützt wird. Die BDP will damit die in der Türkei geltende Zehn-Prozent-Hürde umgehen. Sie war die einzige Partei, die sich für den christlichen Anwalt interessierte. Bei der islamisch geprägten Regierungspartei AKP findet sich kein einziger nicht-muslimischer Kandidat für die 550 Plätze im Parlament, und auch die säkularistische Partei CHP fand für ihre einzige jüdische Kandidatin nur einen aussichtslosen Listenplatz.

Dora dagegen kann auf ein Mandat in Ankara hoffen: Die Provinz Mardin schickt fünf Abgeordnete in die Hauptstadt, und da hat er als unabhängiger Kandidat gute Chancen, dabei zu sein.

Wenn er erst einmal in Ankara ist, dann will er sich als Fürsprecher der Christen betätigen und generell für die Demokratisierung des Landes kämpfen, sagte Dora. „Ich will als Bürger der türkischen Republik mitarbeiten.“ Immerhin soll das neue Parlament eine neue Verfassung für das Land ausarbeiten. Auch für ein Ende des Kurdenkonfliktes will sich Dora in Ankara einsetzen. Schließlich möchte er eines Tages in sein Heimatdorf zurückkehren. „Wir wollen, dass der Krieg zu Ende geht. Wir sind doch alle Brüder.“

Tiroler Tageszeitung, Onlineausgabe vom Fr, 27.05.2011 13:58

Freitag, 27. Mai 2011

Türkei: GemeinsameTagung von Pro Oriente und Universität Mardin

Thema ist Bedeutung der altsyrischen Christen für christlich-muslimischen Dialog

Ankara-Wien, 27.05.2011 (KAP) Die Bedeutung der altsyrischen Christen für den christlich-muslimischen Dialog steht im Mittelpunkt einer Tagung, die von der ökumenischen Stiftung "Pro Oriente" gemeinsam mit der türkischen Artuklu-Universität am 30. Mai im ostanatolischen Mardin veranstaltet wird. Der Titel der Tagung lautet: "Kultur, Sprache und Religion: Altsyrische Studien als Brücke der Verständigung im Nahen Osten".

Mardin war seit frühchristlicher Zeit einer der Brennpunkte des syrischen Christentums; noch bis zum Ersten Weltkrieg und den folgenden kriegerischen Auseinandersetzungen in diesem Raum waren nahezu 50 Prozent der Bewohner Christen.

Auch heute ist die syrisch-orthodoxe Kirche in Mardin präsent. In dem wenige Kilometer vor der Stadt gelegenen Kloster Der-ul-Zafaran (das im Jahr 493 begründet worden war) residierte bis 1923 der syrisch-orthodoxe Patriarch von Antiochien.

Die "Pro Oriente"-Delegation unter Leitung von Präsident Johann Marte wird im Anschluss an die Tagung auch den Tur Abdin ("Berg der Gottesknechte") mit seinen syrisch-orthodoxen Klöstern - darunter das berühmte Kloster Mor Gabriel - besuchen.

Die Idee der Mardin-Tagung entstand im Vorjahr bei einer "Pro Oriente"-Konferenz in Istanbul. Ausgangspunkt war die Tatsache, dass der erste Druck der syrischen "Peschitta-Bibel" 1555 in Wien entstanden ist.

Das Manuskript dieser Bibelübersetzung, die auch heute sowohl in der syrisch-orthodoxen als auch in der assyrischen Kirche (Apostolischen Kirche des Ostens) im Gebrauch ist, befindet sich in der Wiener Nationalbibliothek. Es wird demnächst auch auf der Website der Nationalbibliothek publiziert.

Die Tagung in Mardin bedeutet auch einen Auftakt für die geplante Einführung eines Studiengangs für altsyrische Studien an der noch jungen Artuklu-Universität in Mardin. Den Lehrstuhl soll Prof. Abdul Massih Saadi übernehmen, der derzeit an der University of Notre Dame in South Bend (USA) lehrt. Unter den Lehrenden der Artuklu-Universität ist auch Historiker Ibrahim Özcosar, der vor kurzem eine Geschichte der syrisch-Orthodoxen Christen in Mardin im 19. Jahrhundert veröffentlicht hat.

Beide Wissenschaftler werden auch bei der gemeinsamen Tagung von "Pro Oriente" und Artuklu-Universität referieren. Aus Österreich sprechen Präsident Marte und der in Salzburg lehrende Patristiker und Kirchenhistoriker Aho Shemunkasho, der vom Tur Abdin stammt.

Weitere Referenten sind der niederländische Theologe Herman Teule (Nijmegen), der syrisch-orthodoxe Metropolit von Adiyaman, Mor Gregorios Melke Ürek und der örtliche Imam Ala-ad-din Sezer.

kathweb.at / 27.5.2011

Sonntag, 22. Mai 2011

Syrisch-orthodoxe Taufe von Jonathan As

Nur das Bad gefiel ihm nicht

Von Cedric Arndt

Der kleine Jonathan As wurde nach christlich-orthodoxen Grundsätzen in der St- Martin-Kirche getauft. Rund 60 Gäste nahmen an der Zeremonie Teil, die zwar nach strengen Regeln, aber dennoch in einer sehr freundschaftlichen Atmosphäre abgehalten wurde.


Zum Akt der Taufe legt der Priester Numan Dag den kleinen Jonathan in das Taufbecken. Dem Täufling schien es nicht recht zu gefallen und er verlieh seinem Unmut lautstark Ausdruck. (Bild: Arndt)


Euskirchen - Zahlreiche Verwandte der syrischen Familie As zog es am vergangenen Samstag aus ganz Deutschland nach Euskirchen, wo die Familie des kleine Jonathan As seine Taufe feierte. Obwohl die Veranstaltung in der St. Martin-Kirche stattfand, vollzog sich die traditionelle Zeremonie nach den Richtlinien des syrisch-orthodoxen Glaubens.

Schon seit vielen Generationen gehört die Familie As der orthodoxen Religionsgemeinschaft an. Die vor allem in Osteuropa vorherrschende Glaubensrichtung stellt mit geschätzten 225 Millionen Anhängern die drittgrößte christliche Gemeinschaft der Welt dar. Die orthodoxe Kirche versteht sich selbst als die ursprüngliche christliche Kirche, von der sich alle Übrigen im Laufe der Zeit abgespalten haben. Selbst die katholische Kirche soll demnach erst entstanden sein, als sich der orthodoxe Glaube bis nach Rom ausgebreitet hatte. Orthodoxes Oberhaupt ist deswegen auch nicht der Papst, sondern ein Patriarch.

Flucht nach Deutschland

Nachdem die Auseinandersetzung zwischen Türken und Kurden ihren Höhepunkt erreichte, mussten Jonathans Eltern, Süleymann und Güsel As, ihre damalige Heimat im Norden Syriens verlassen. Ihre Flucht endete schließlich in Deutschland, wo sie sesshaft wurden und eine Familie gründeten. Nach fünf Töchtern kam mit Jonathan im vergangenen Jahr der erste Sohn zur Welt. „Wir wollen auch unsere Kinder in dem Glauben erziehen, den uns schon unsere Eltern und Großeltern gelehrt haben“, erzählte die stolze Mutter Güsel As am Rande von Jonathans Tauffeier.

Rund 60 Gäste nahmen an der Zeremonie Teil, die zwar nach strengen Regeln, aber dennoch in einer sehr freundschaftlichen Atmosphäre unter der Leitung der beiden Priester Josef Dürsüm und Numan Dag abgehalten wurde. Der kleine Jonathan ließ das alles mit sehr großer Geduld und Neugierde über sich ergehen. Erst als er vor der versammelten Gemeinde ein Bad nehmen sollte, wurde ihm die Situation scheinbar ein wenig unbehaglich, was er lautstark zum Ausdruck brachte.

Heilige Ölung


Weder Fläschchen noch Schnuller halfen dem Taufpaten, Fehmi Isik, den Kleinen zu beruhigen. Nach der Taufe wurde Jonathan einer heiligen Ölung, Myrum genannt, unterzogen. Die erste Kommunion, die im orthodoxen Glauben einen festen Bestandteil der Taufe darstellt, bildete den Abschluss des feierlichen Zeremoniells.

Zu guter Letzt wurden alle Anwesenden zum gemütlichen Beisammensein in die Schützenhalle eingeladen, wo die Feierlichkeiten noch bis in den späten Abend anhielten

Kölner Stadt Anzeige, 22.05.11, 16:02h

Suryoyo Online Anmerkung: Die syrisch-orthodoxe Familie stammt aus der Türkei, und nicht aus Syrien. Süleyman As selbst stammt aus Hah.

Warum nicht aramäisch-syrisches Radio?


In Mardin rund tausend Kilometer weiter östlich sieht das der syrisch-orthodoxe Pater Gabriel Akyüz (Foto links: Thomas Klatt) nicht so düster. Er glaubt an die Demokratie und daran, dass sich auch die islamistische AKP nach ihrem erneuten Wahlsieg an die türkisch-demokatischen Rechtsnormen hält. Vor hundert Jahren waren im Tur Abdin nahe zur syrischen Grenze noch 70 Prozent der Bevölkerung christlich. Heute umfasst seine Gemeinde gerade einmal 80 Familien mit rund 400 Gemeindemitgliedern.

Doch Akyüz sieht die Zukunft positiv. Unter der islamistischen AKP-Regierung habe es auch für die Christen Verbesserungen gegeben. Das Stiftungsrecht sei reformiert worden, so dass seine Kirche seit zwei Jahren endlich auch eigene Häuser, ja Kirchen erwerben oder neu bauen könne. Pater Gabriel beflügeln die neuen Freiheiten. "Wenn es nun einen eigenen kurdischen Fernsehsender in der Türkei geben darf, wieso soll nicht bald auch ein eigener aramäisch-syrischer Radio- oder TV-Kanal auf Sendung gehen?" Solange es nur um Religion gehe und nicht um Politik, sei dies in der türkischen Demokratie durchaus möglich.

evangelisch.de / 21. Mai 2011

Freitag, 20. Mai 2011

Syrisch-orthodoxe Christen feiern 20-jähriges Bestehen ihrer Gemeinde "Sankt Aho"

Eine Statue für den Patron

VON NICO BUCHHOLZ


Josef Aslan (Mitte) hat gerade die Statue des Patrons "Sankt Aho" enthüllt. Neben ihm stehen Mor Gregorius Yuhanun Abrohom (l.) und Mor Gregorius Melki Ürek.
Feierlicher Moment | FOTO: GEMEINDE "SANKT AHO"


Paderborn. Mit einem großen Fest haben die syrisch-orthodoxen Christen in Paderborn das 20-jährige Bestehen ihrer Gemeinde "Sankt Aho" gefeiert. Dafür reiste hoher Besuch an: Zu Gast waren der Erzbischof aus Aleppo, Mor Gregorius Yuhanun Abrohom, und der Bischof aus Adyaman, Mor Gregorius Melki Ürek.

Mit einer gemeinsamen Eucharistiefeier unter der Leitung des Erzbischofs aus Aleppo begannen die Feierlichkeiten in der Sankt-Aho-Kirche an der Talle. Die syrisch-orthodoxe Gemeinde in Paderborn war die erste dieser Art, die in Deutschland neu gegründet wurde. Ihr gehören in Paderborn 1.500 Mitglieder an. Bei der Feier waren etwa 600 Besucher zu Gast.

Im Anschluss wurde das Bildnis von "Sankt Aho", dem Patron der Gemeinde, eingeweiht. Der kleine Josef Aslan durfte die etwa 1,50 Meter große Steinstatue enthüllen. "Ihm wurde die Ehre zuteil, weil sein Großvater sich sehr für die Gemeinde eingesetzt hat", sagte Fehmi Aslan vom Kirchenrat. Danach begann die offizielle Feier im Gemeindehaus. Die Gäste wurden mit deutscher und aramäischer Musik unterhalten.

Daran schloss sich einer der Höhepunkte des Festes an. Wilhelm Lüke, der ehemalige Paderborner Bürgermeister, erhielt das St.-Ephrem-Kreuz aus den Händen das Erzbischofs Mor Gregorius Yuhanun Abrohom. Der übernahm die Auszeichnung stellvertretend für den Patricharchen von Damaskus, Mor Ignatius Zakka I. Das Kreuz ist die höchste Auszeichnung der syrisch-orthodoxen Kirche.

Die Kirchenrat Fehmi Aslan dankte Lüke bei der Zeremonie. Er habe sich sehr für die Gemeinde eingesetzt. In den 80er Jahren sind viele orthodoxe Christen aus der Türkei nach Deutschland geflohen, weil sie in ihrer ursprünglichen Heimat verfolgt wurden. Heute leben mehr als 3.000 syrisch-orthodoxe Christen im Kreis Paderborn.

"Wir sind damals sehr freundlich aufgenommen worden. Das haben wir Wilhelm Lüke zu verdanken", sagt Fehmi Aslan. Bei den Feierlichkeiten waren auch viele Vertreter der lokalen Politik, Wirtschaft und der Universität anwesend.

nw-news.de / 20.05.2011

Mittwoch, 18. Mai 2011

Kirchen-Neubau für Syrisch-Orthodoxe in Memmingen muss warten

Syrisch-Orthodoxe nutzen vorerst bestehendes Gebäude

Zahlreiche Maßnahmen, Vorhaben und Projekte werden Jahr für Jahr angekündigt, geplant oder begonnen. Unter der Rubrik «Zur Sache» will die Memminger Zeitung in unregelmäßigen Abständen bei Behörden, Politikern, aber auch bei Verbänden oder Privatleuten nachhaken und über den Stand der Dinge informieren.

Kirchen-Neubau für Syrisch-Orthodoxe muss warten Der syrisch-orthodoxen Kirchenverein Memmingen, will auf einem Areal an der Freudenthalstraße 8 eine Kirche und Gemeinschaftsräume errichten. Ein grundsätzliches Ja vom Bausenat des Stadtrats gab es für das Vorhaben im März 2010. Wenig später kam noch die Auflage, dass der Bauherr der Stadt einen zehn Meter breiten Streifen des Areals überlassen soll, damit dort ein Zugang zum Bahnhof entstehen kann. Wir befragten Sait Onar, Vorsitzender des 450 Mitglieder starken Kirchenvereins, zum aktuellen Stand der Dinge.

Herr Onar, wie hat sich das Vorhaben inzwischen weiterentwickelt?


Onar: Wir haben das Areal samt Gebäude gekauft. Wir nutzen es als Kirche und haben dort auch Gemeinschaftsräume eingerichtet. Dazu gehören zwei Säle, ein Sitzungsraum sowie ein Computer- und Internetraum. Ein großer Fortschritt ist, dass wir unsere mit zwei oder an besonderen Feiertagen drei Stunden vergleichsweise langen Gottesdienste jetzt frei planen können, ohne eine andere Kirchengemeinde zu beeinträchtigen.

Welche Arbeiten waren nötig, um den Bau nutzen zu können?

Onar: Wir haben kleine Umbauarbeiten geleistet, zum Beispiel einen neuen Boden verlegt und die Wände gestrichen. Das alles ist in Eigenleistung geschehen. Das Einverständnis der Gemeindeversammlung vorausgesetzt, sollen im Sommer weitere kleine Umbauten angegangen werden. Wir wollen unsere zwei großen Gemeinschaftssäle zu einem verbinden, so dass dort Treffen aller Mitglieder möglich sind.

Außerdem muss das Dach der Kirche im rückwärtigen Bereich bei der Bahnschiene saniert werden. Im selben Zug wollen wir den Kirchenraum um ein paar Meter erweitern, weil an den Festtagen dort große Enge herrscht. Zudem befinden sich im Anschluss an den Kirchensaal weitere Räume, die wir für unsere Jugendlichen herrichten wollen.

Wie sehen die langfristigen Planungen aus?

Onar: Der geplante Neubau muss erst einmal warten, bis wir nach dem Kauf des Areals wieder schuldenfrei sind und Geld zurückgelegt haben. Wir verfolgen das Vorhaben aber weiter - schon allein, weil das bestehende Gebäude alt und baufällig ist: Es gibt bereits konkrete Planungen: Die Kirche soll ins Zentrum des Areals rücken und einen Turm bekommen, die Gemeinschaftsräume werden komplett im hinteren Teil des Geländes in Richtung der Bahnschiene angesiedelt.

So werden die Anwohner nicht durch Musik oder Ähnliches gestört. Außerdem möchten wir eine Spielwiese für die Kinder schaffen. Finanziell ist dies im Moment alles noch nicht machbar, aber mit Blick auf dieses Projekt gehen wir bei den jetzigen Umbauarbeiten sparsam mit unseren Mitteln um.
all-in.de / Memmingen (ver) | 10.05.2011 09:48 Uhr

Paderborns Alt-Bürgermeister Lüke hat eine hohe Auszeichnung des Patriarchen von Damaskus erhalten.

(Bild: Privat)

Paderborn (pia).Alt-Bürgermeister Wilhelm Lüke hat eine hohe Auszeichnung des Patriarchen von Damaskus erhalten. Das Oberhaupt der syrisch-orthodoxen Kirche würdigt mit dem St. Ephrem-Kreuz das Engagement des Paderborners bei der Aufnahme und Integration aramäischer Christen aus der Türkei und Syrien.

In den 1980er Jahren hatten tausende orthodoxe Christen aus Furcht vor Repressalien die Türkei verlassen, ein Jahrzehnt später folgten Glaubensbrüder aus dem Irak und Syrien. Über 3000 Auswanderer leben heute im Raum Paderborn. »Wir sind damals sehr freundlich aufgenommen worden«, sagte der Vorsitzende des Kirchenrats der St. Aho-Gemeinde, Fehmi Aslan, während der Feierstunde, »und das haben wir insbesondere Herrn Lüke zu verdanken.« Der Geehrte war 1990, als die St. Aho-Kirche an der Talle gebaut und geweiht wurde, ehrenamtlicher Bürgermeister und Vorsitzender des Stadtrates. In diesen Funktionen habe er den aramäischen Neubürgern viele Wege geebnet und Türen geöffnet. „Diese Auszeichnung verstehen wir gleichzeitig als Dank und Anerkennung an alle Paderborner/innen, die uns mit offenen Armen empfangen haben“, so Aslan weiter.

Die Auszeichnung überreichte, Mar Gregorius Yohanna Ibrahim in Vertretung des Patriarchen von Damaskus während der Feierlichkeiten zum 20-jährigen Bestehen der St. Aho-Kirche am vergangenen Wochenende und im Beisein von Gemeindepfarrer Aydin Araz. Wilhelm Lüke dankte für die Auszeichnung sichtlich gerührt und würdigte das Zusammenleben von Paderbornern und Aramäern als gelungene Integration

Archaeologists Find Cache Of Tablets In 2,700-Year Old Turkish [?] Temple

An image of a tablet being prepared for removal. (Credit: Photo by J. Jackson)

ScienceDaily (Aug. 11, 2009) — Excavations led by a University of Toronto archaeologist at the site of a recently discovered temple in southeastern Turkey have uncovered a cache of cuneiform tablets dating back to the Iron Age period between 1200 and 600 BCE. Found in the temple’s cella, or ‘holy of holies’, the tablets are part of a possible archive that may provide insights into Assyrian imperial aspirations.

he assemblage appears to represent a Neo-Assyrian renovation of an older Neo-Hittite temple complex, providing a rare glimpse into the religious dimension of Assyrian imperial ideology,” says Timothy Harrison, professor of near eastern archaeology in the Department of Near & Middle Eastern Civilizations and director of U of T’s Tayinat Archaeological Project (TAP). “The tablets, and the information they contain, may possibly highlight the imperial ambitions of one of the great powers of the ancient world, and its lasting influence on the political culture of the Middle East.” The cella also contained gold, bronze and iron implements, libation vessels and ornately decorated ritual objects.

Partially uncovered in 2008 at Tell Tayinat, capital of the Neo-Hittite Kingdom of Palastin, the structure of the building where the tablets were found preserves the classic plan of a Neo-Hittite temple. It formed part of a sacred precinct that once included monumental stelae carved in Luwian (an extinct Anatolian language once spoken in Turkey) hieroglyphic script, but which were found by the expedition smashed into tiny shard-like fragments.

“Tayinat was destroyed by the Assyrian king Tiglath-pileser III in 738 BCE, and then transformed into an Assyrian provincial capital, equipped with its own governor and imperial administration,” says Harrison. “Scholars have long speculated that the reference to Calneh in Isaiah’s oracle against Assyria alludes to Tiglath-pileser’s devastation of Kunulua – ie, Tayinat. The destruction of the Luwian monuments and conversion of the sacred precinct into an Assyrian religious complex may represent the physical manifestation of this historic event.”

The temple was later burned in an intense fire and found filled with heavily charred brick and wood which, ironically, contributed to the preservation of the finds recovered from its inner chambers. “While those responsible for this later destruction are not yet known, the remarkable discoveries preserved in the Tayinat temple clearly record a pivotal moment in its history,” says Harrison. “They promise a richly textured view of the cultural and ethnic contest that has long characterized the turbulent history of this region.”
TAP is an international project, involving researchers from a dozen countries, and more than 20 universities and research institutes. It operates in close collaboration with the Ministry of Culture of Turkey, and provides research opportunities and training for both graduate and undergraduate students. The project is funded by the Social Sciences and Humanities Research Council of Canada and the Institute for Aegean Prehistory (INSTAP), and receives support from the University of Toronto.

Source: sciencedaily.com

Dienstag, 17. Mai 2011

Unterschriften gegen Krypta in Kirchardt


Von Gabriele Schneider und Steffan Maurhoff

Kirchardt - In den Dauerrechtsstreit um den Bau einer Krypta unter der syrisch-orthodoxen Mor-Gabriel-Kirche im Industriegebiet haben sich Einwohner der Kraichgau-Gemeinde eingeschaltet. Drei Kirchardterinnen zogen tagelang von Haus zu Haus und sammelten Unterschriften gegen den umstrittenen unterirdischen Grabraum.

567 Unterschriften hätten sie bei dieser privaten Initiative zusammengetragen und Bürgermeister Rudi Kübler vor einigen Tagen übergeben, berichtete er in der Sitzung des Gemeinderats. Deren Einsatz findet Rudi Kübler löblich, spiegele das Ergebnis doch "ein Stimmungsbild aus der Bevölkerung" wider und zeige, dass die Sicht des Gemeinderates mit der der Bürger übereinstimmt.

Gemeinde lehnt Kompromiss ab

Der Gemeinderat ist sich einig: Einen Vergleich im Streit um die geplante Krypta in der syrisch-orthodoxen Kirche Mor Gabriel im Industriegebiet hatte das Gremium bereits Ende März abgelehnt. Eine Begräbnisstätte für Priester, die die Kirche schon beim Bauantrag für das Gotteshaus 1993 genehmigen lassen wollte und seit 2005 rechtlich durchzusetzen versucht, kommt für die Kommune nicht infrage.

Das ist sinngemäß der Tenor, in dem das Rathaus auf den Vergleichsvorschlag reagieren will, den der Verwaltungsgerichtshof Baden-Württemberg unterbreitet hat. Die Mannheimer Richter haben den Streit erneut auf dem Tisch. Sie hatten zwar geurteilt, dass sich die Krypta mit dem Industriegebiet nicht verträgt, doch dagegen war die St.-Gabriel-Gemeinde vors Bundesverwaltungsgericht gezogen. Dieses verwies den Fall zurück, weil die Mannheimer ihr Urteil zu pauschal begründet hätten.

Der Kompromissvorschlag des Verwaltungsgerichtshofs: Die Kirchengemeinde verpflichtet sich, nur verstorbene Geistliche der eigenen Gemeinde beizusetzen, einen Außenzugang zu schließen, die Krypta nur vom Kircheninneren betretbar zu machen und von Trauerprozessionen von außerhalb abzusehen. Hintergrund: Die Kommune hatte stets befürchtet, dass die in einem Industriegebiet liegende Kirche zu einer Pilgerstätte werden und umliegende Betriebe beeinträchtigen könnte.

Die Mannheimer Richter fragen, ob die Begräbnisstätte gegen die Grundzüge des Bebauungsplans verstößt. Das sei der Fall, findet Bürgermeister Rudi Kübler: „Wenn wir nicht dem Gewerbe und der Arbeit optimale Rahmenbedingungen hätten geben wollen, hätten wir kein Industriegebiet ausgewiesen.“ Die Gemeinde habe von Anfang an klar gesagt, dass sie keine Krypta wolle.

Salamitaktik

In Rage bringt Kübler ein Schreiben des Regierungspräsidiums, in dem der Kirchengemeinde empfohlen wird, zunächst den Kirchenbau zu beantragen und die Krypta nachzureichen. Dieses Schreiben sei der Verwaltung bis vor Kurzem unbekannt gewesen, so Kübler, der der Kirche bislang Salamitaktik vorgeworfen hatte. Jetzt schalt er, dies sei eine vom Regierungspräsidium unterstützte Salamitaktik: „Das ist ein Unding.“ Nachforschungen hätten ergeben, dass andere syrisch-orthodoxe Gemeinden keine Krypten beantragt hätten. Deshalb sei auch den Kirchardter Gläubigen zumutbar, ihre Priester woanders zu bestatten. Besonders verärgert ist Kübler, weil man den Syrisch-Orthodoxen trotz Bedenken bei Genehmigung des Kirchenbaus entgegengekommen sei. „Für mich ist es ein Unterschied, ob eine Kirche da ist oder ein Bestattungsplatz.“ Die Totenruhe habe einen hohen Stellenwert. „Eine Begräbnisstätte passt grundsätzlich nicht in ein Industriegebiet, wo es Krach macht und stinkt.“

Hintergrund: Krypta in der Kirche

In Kirchardt leben viele christliche Aramäer aus der Türkei. Es gibt drei syrisch-orthodoxe Gemeinden im Raum Kirchardt und Heilbronn; die der St.-Gabriel-Kirche hat ein Mausoleum für Priester zwar gewünscht, doch die Kommune lehnte das ab. Darauf wies das Rathaus auch hin, als der Kirchenbau genehmigt wurde. Die Kirchengemeinde hat statt einer Krypta im Baugesuch einen Abstellraum ausgewiesen. Der baurechtliche Streit dreht sich um die Umnutzung dieses Raums.
www.stimme.de

Freitag, 6. Mai 2011

Syriac candidate hopes to represent all of Southeast Turkey

Tuesday, May 3, 2011 / VERCİHAN ZİFLİOĞLU
ISTANBUL – Hürriyet Daily News

Though poised to become the first ever Syriac elected to Turkey’s Parliament, independent Mardin candidate Erol Dora has stressed that his job will be to represent the southeast rather than simply his religious community. “If I manage to enter Parliament, I will become the voice of the Syriac community, as well as all of the other ethnicities living in the southeastern region,” Dora told the Hürriyet Daily News & Economic Review.

An independent candidate for the Labor, Democracy and Freedom bloc, which is supported by the pro-Kurdish Peace and Democracy Party, or BDP, could enter Parliament as the platform’s third candidate from the southeastern province of Mardin to win in the June 12 elections. Although Dora said he offered his name for individual reasons, he acknowledged that the Turkey’s Syriac community had been lending him support in his campaign. “The support that I have seen makes me happy.”

The candidate said the situation in Turkey was changing, allowing for people from previously unrepresented groups to join the race to enter the legislature.
“Whatever his ethnic identity, if a Turkish citizen displaying the moral courage wants to have a voice in his country, there is nothing wrong in that,” said Dora. “In previous years, the minority communities living in Turkey were looked upon as foreigners, nevertheless, with the European Union accession process, this situation is changing.”

Turkey is moving from a system of “compulsory citizenship,” in which only the country’s Turkishness is privileged, to a conception of citizenship that is more inclusive of diverse, non-Turkish groups. “All of the ethnic cultures of Turkey are” excited about this, Dora said. Dora said he hoped that other ethnic groups, and not just non-Muslim groups like Syriacs, Armenians and Jews, would also run in politics. “It is not important whether to be chosen or not. The pluralist participation will be the sign that everybody in Turkey has equal rights,” the candidate said. “Our entrance into politics from the bottom rung by showing effort … will certainly contribute to the improvement of Turkey.” Explaining his preference for the Labor, Democracy and Freedom list, Dora said, “It was something that happened spontaneously; the offer was made and I accepted.” The BDP had previously offered Rakel Dink, the widow of assassinated Turkish-Armenian journalist Hrant Dink, a chance to run as a candidate for the bloc, but she declined the offer.

Syriacs returning home

Syriacs, a Christian people, have been living in Mardin and other areas in Mesopotamia for millennia. Many Turkish citizens of Syriac origin, however, were forced to emigrate to the EU, the United States or the Middle East throughout the 20th century – most recently due to the instability during the 1990s due to the conflict in Southeast Anatolia, according to Dora.
In recent years, however, there has been a reversal of this emigration trend, Dora said.
“Thanks to the positive developments occurred lately, Syriacs have been returning. People who were forced out are now returning willingly,” he said.
“We’ve been living in Mesopotamia for hundreds of years. Our properties that are thousands of years old are in dispute. The problems concerning the 1,700 year-old Deyrulumur Monastery, known also as Mor Gabriel, are still continuing,” he said in reference to a lawsuit filed against the monastery by the neighboring villages of Yayvantepe, Çandarlı and Eğlence in 2008 in which locals claimed that the church was occupying their land.
If the ongoing case is decided against Mor Gabriel, the monastery could lose a significant amount of land.

Minority candidates

Dora is the not the only Syriac running for Parliament in the upcoming elections; Ferit Özcan, one of the founders of the People’s Voice Party, or HSP, is also a candidate. At the same time, two members of the country’s Jewish community are also running for other parties.

Seven people from the Turkish Armenian community also attempted to run for the Republican People’s Party, or CHP, the Justice and Development Party, or AKP, and Labor, Democracy and Freedom bloc for the elections but failed to appear on the parties’ final lists.
hurriyetdailynews.com

Donnerstag, 5. Mai 2011

Mardin Süryani Paskalya Bayramında Hoşgörü Rüzgârı Esti


Mardin'de yaşayan Süryaniler, Hz. İsa'nın ölümünden sonra tekrar dirilmesini simgeleyen Paskalya Bayramı'nı bin 400 yıllık tarihi Kırklar Kilisesi’nde düzenlenen bir ayin ile kutladı. Paskalya bayramında Vali Turhan Ayvaz, Mardin Belediye Başkanı Beşir Ayanoğlu, Müftü Vekili Mahsum Taşçı Metropolit Saliba Özmen ile yumurta tokuşturdu.

Mardin Kırklar Kilise'sinde düzenlenen ayin için Süryaniler sabahın erken saatlerinde bin 400 yıllık tarihi kiliseye eşleri ve çocukları ile geldi. Ayini Oxford Üniversitesi mezunu Mardin ve Diyarbakır Süryani Metropoliti Saliba Özmen ve Kırklar Kilisesi Baş Rahibi Gabriyel Akyüz birlikte yönetti. Kilisede kız ve erkek koroları ayin boyunca Arapça, Süryanice ve Türkçe ilahiler okuyarak ruhani liderlere destek verdi. Ayine katılanlar ruhani liderler tarafından, özel olarak hazırlanan çeşitli baharatlardan oluşan tütsüler, gümüş tütsülükler içinde yakılarak kutsandı. Ayinde Metropolit Özmen ve Başrahip Akyüz, Türkçe, Arapça ve Süryanice konuşma yapıp dualar okudu.

Ayinin sonunda ayine katılanlar, kilisede bulunan dilek mumluğunda mum yakıp dileklerde bulundu. Metropolit Saliba Özmen ayine katılanların ağzına şaraba banılmış ekmek parçacıklarını koyarak oruçlarını açtı. 50 gün oruç tutan ve bu süre içinde hayvani gıda yemeyen Hıristiyanlara kilise çıkışında Hz. İsa'nın yeniden dirilişini simgeleyen kırmızıya boyanmış yumurta ve lebeniye (yoğurt çorbası) ikram edildi. Kırklar Kilisesi'ndeki ayine Suriye'den de ailelerin katıldığı gözlendi. Tarihi güzellikleri yerinde görmek üzere yurt içi ve yurt dışından Mardin'e gelen bir grup turistte ayine katıldı. Ayin sonrasında Süryani cemaati, kilise bahçesinde toplanarak bayramlaştı.
Ayin bitiminde kilisenin kabul salonunda kutlamalara devam edildi. Süryanilerin Paskalya bayramını kutlamak Üzere Kırklar Kilise'sine gelen Vali Ayvaz, Süryani cemaati üyeleri tarafından karşılandı.

HOŞGÖRÜ GELECEK NESLE AKTARILACAK

İlk defa bir Süryani paskalya törenine katıldığını kaydetti. Mardin’de geçmişten gelen çok güzel bir diyalogun yaşandığını ifade eden Vali Ayvaz, "Mardin’imizin özelliği yüzyıllardır çeşitli medeniyetlere ev sahipliği yapmasıdır. Her milletin ve medeniyetten Mardin’de kardeşlik oluşmuştur. Mardin deyince özellikle Süryani kardeşlerimizin varlığı anlaşılır. Dünya çapındaki Süryani kardeşlerimiz buraya gelir kutlamalara katılır. Bundan sonraki dönemde önemli olan güzel bir Mardin bırakmaktır. Bu birlik ve beraberliği genç neslimize göstererek olur. İnşallah bunu sağlayacağız. Zaten Mardin’de çok güzel bir diyalog var. Buda dünya ülkeleri içerisinde gözle görülürüz güzel bir başarıda sayılır. Bu birlikteliği sağlayan geçmiş ve şuandaki yöneticilerimize ve dini önderlerimize de teşekkür ederim" dedi.
Mardin ve Diyarbakır Süryani Metropoliti Saliba Özmen ise yaptığı konuşmada
"Bu dünyada var oluşunu anlamlandırma çabası, insanı maddi boyuttan manevi boyuta götürür. Kutladığımız Kiyam (Paskalya) bayramının heyecanıyla herkese sağlık ve başarılar dilerim. Şu anda Ortadoğu’da yaşanan bu hoşgörüsüzlük ve savaşlar içinde bulunduğumuz dini bayramlar, Müslüman kardeşlerimizin de dini bayramları sayesinde inşallah Mardin’deki güzellikler bütün dünyaya yansır. Mardin bir ailedir. Bütün etnik kimliği ile. Güzide Mardin’imizin geleceği için yürütülen bütün çalışmaların, rabbin inayetiyle başarı ile kutsanması için dua ederken bu kutsal günün seçim havasına giren ülkemizin esenliğine ve çalkalanan Ortadoğu’nun siyasi istikrarına vesile olmasını niyaz ediyoruz" dedi.

Kutlamalara, Rektör Vekili Prof. Dr.Kadri Yıldırım, İl Emniyet Müdürü Mustafa Aygün, Kültür ve Turizm Müdürü Davut Beliktay Milletvekili adayları ve çok sayıda Müslüman vatandaş da katıldı.
Kaynak: Mardin Valiligi

Yurt Dışındaki Süryaniler Paskalya Bayramını Mardin’de Kutladı.


Yurtdışında yaşayan Süryaniler tarafından oluşturulmuş sivil toplum kuruluşlarından biri olan “Syriac Universal Alliance” tarafından Paskalya Bayramı dolayısı ile çoğunluğu yurt dışında yaşan Süryanilerden oluşan 450 kişinin katılımı ile Midyat Matiat Otel de akşam yemeği ve Paskalya Bayramı Kutlama Töreni düzenlendi.
Törene Mardin Valisi Turhan Ayvaz, Midyat Kaymakamı Fatih Akkaya, Midyat Belediye Başkanı Şeyhmus Nasıroğlu ve farklı ülkelerden gelen birçok Süryani vatandaş ve Müslüman halk katıldı.

Akşam yemeğinin ardından Paskalya Bayramı Kutlama Törenine geçildiği gecede, Dünya Süryaniler Birliği(Suyriac Unıversal Allıance) Başkanı John Messo, “Dünyada bulunan bütün Süryanilerin Paskalya Bayramını kutluyorum. Şu an aramızda bulunan Vali Turhan Ayvaz, Kaymakam Fatih Akkaya bunun yanı sıra katılan bütün vatandaşlara hoş geldiniz diyorum. Dünya Süryaniler Birliği 1983 yılından beri varlığını göstermektedir. Birliğimizin merkezi Hollanda’dadır. Birçok ülkeden gelen yeni nesil temsilcilerimize yaptıkları çalışmalardan dolayı teşekkür ederiz. Bizler Süryaniler Birliği olarak Türkiye Cumhuriyeti’nden memnunuz. Birçok ülkede problemler yaşanır, problemler sorun oluşturmak için değildir, problemler çözülmek için vardır. Biz Türkiye’yi kendimize içme suyu kuyusu olarak kabul ediyoruz, bu kuyuyu temiz tutup içindeki suyu içiyoruz, onun içinde bu devlete de teşekkürlerimizi borçluyuz” şeklinde konuştu.

Vali Turhan Ayvaz ise, “Mardin-Midyat yüzyıllardır medeniyetler beşiği olarak yaşamını sürdürmüştür. Burada birçok din yüzyıllardır bir arada yaşamasını bilmiştir ve yüksek bir medeniyet oluşturmuştur. Bizim tarihimiz öyle şanlı bir tarih ki beş yüz yıl önce nasıl ki Yahudileri kurtardık, bu günde aynı faaliyetler de bulunuyoruz. Bizler sizlerin ana yurdunuz olan Mardin’ e geri gelmenizi istiyoruz. Bu medeniyet bizlerin ve sizlerin ataları sayesinde oluştu. Biz öyle bir milletiz ki başka milletlerin mutluluğu bizi mutlu eder. İnşallah bu kültürümüz ve medeniyetimiz bu şekilde varlığını sürdürür ve hep birlikte bunu en üst seviyeye çıkarırız. Bu vesile ile Paskalya Bayramınızı kutluyorum” dedi.

Yurtdışında yaşayan Süryaniler tarafından oluşturulmuş sivil toplum kuruluşlarından biri olan “Syriac Universal Alliance” tarafından 19 - 26 Nisan 2011 tarihlerinde, çoğunluğu yurt dışında yaşan Süryanilerden oluşan 120 - 150 kişilik heyetin Gaziantep, Şanlıurfa, Adıyaman ve Mardin illerini kapsayacak şekilde gezi düzenledikleri ve bu gezi kapsamında 22-26 Nisan 2011 tarihleri arasında ilimizi ziyaret ederek, Paskalya Bayramını Mardin’de kutladıkları bildirildi.
Kaynak: Mardin Valiligi

Tur Abdin Metropolitten Vali Ayvaz’a Hayırlı Olsun Ziyareti


Turabdin Metropoliti Timotheos Samuel Aktaş, Midyat Kiliseleri Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Anto Nuay, Başkan Yardımcısı Yusuf Türker, Metropolit Yardımcısı İsa Gülten ve Mor Gabriel Manastırı Vakfı Başkanı Kuryokos Ergün ile birlikte Mardin’e atanması sebebiyle Vali Turhan Ayvaz’a hayırlı olsun ziyaretinde bulundular.

Yenişehir Valilik Makamında gerçekleşen ziyarette Samuel Aktaş, Dillerin, dinlerin diyarı Mardin’in Hoşgörü merkezi olduğunu ifade ederek Mardin’e atanması nedeniyle Vali Turhan Ayvaz’a başarılar diledi.

Vali Turhan Ayvaz ise, “Mardin Medeniyetler beşiği, kültür başkenti olabilecek, dünyada eşine az rastlanır bir ilimiz. Burada bütün dinler ve diller hoşgörü ve barış içinde yaşıyor. Görev yaptığım her geçen gün Mardin’e olan hayranlığım giderek artıyor. Mardin’de bulunmaktan büyük bir memnuniyet duyuyor ve kendimi şanslı hissediyorum. Kapımız tüm vatandaşlarımıza açık. Dil, din, ırk ayrımı yapmadan tüm vatandaşlarımızı kucaklamaya hazırız” dedi.

Mittwoch, 4. Mai 2011

Drottningen gav företräde för syrisk-ortodoxa kyrkans ungdomsförening

Drottningen med sin gåva. Från syrisk-otrodoxa kyrkans ungdomsförening kom ordförande Stefan Aydin, Josef Aslan och fader Chabo Elkhoury. Foto: Henrik Garlöv/Kungahuset.se

Tisdagen den 3 maj gav Drottningen företräde för syrisk-ortodoxa kyrkans ungdomsförening.

Fader Chabo Elkhoury överlämnade en gåva till Drottningen från Patriarken för den syrisk-ortodoxa kyrkan i Damaskus. När ungdomsföreningen besökte Patriarken i Damaskus hade de med sig Drottningens bönbok som gåva till Patriarken. Nu ville Patriarken ge en gåva till Drottningen. Gåvan var en handskriven bibel på arameiska.
3.5.2011 / kungahuset.se

Dienstag, 3. Mai 2011

Präsident des Kirchenbunds trifft Abt des bedrohten Klosters Mor Gabriel in der Türkei



Der Ratspräsident des Schweizerischen Evangelischen Kirchenbundes, Gottfried Locher, setzt ein weiteres Zeichen der Solidarität gegenüber diskriminierten Christen. Nach einem Aufruf zum Schutz bedrängter Christen in der Türkei und einem Brief an die türkische Botschaft traf er sich am Donnerstag mit dem Kirchenoberhaupt Erzbischof Timotheos, Abt des bedrohten Klosters Mor Gabriel. Als Geste der Solidarität übernehmen die Zürcher und Thurgauer reformierten Kirchen einen Teil der heute anfallenden Anwalts- und Gerichtskosten.
Timotheos und Locher
Share |

Der Erzbischof Mor Timotheos Samuel Aktas, der zugleich Kirchenoberhaupt der syrisch-orthodoxen Kirche in der Diözese Tur Abdin und Abt des Klosters Mor Gabriel ist, kam auf Einladung des Schweizerischen Evangelischen Kirchenbundes SEK und der reformierten Kirche des Kantons Zürich in die Schweiz, um über die Situation der Christen in der Türkei und die Lage des Klosters Mor Gabriel zu berichten.

Das syrisch-orthodoxe Kloster Mor Gabriel wurde im Jahr 397 gegründet und ist das wichtigste Kloster in der Region Tur Abdin im Südosten der Türkei. Das Kloster ist für die Pflege der syrischen Sprache und Kultur sowie für die kirchliche Ausbildung von grosser Bedeutung. Die seit Jahrhunderten durch rechtsgültige Urkunden gesicherten Eigentumsrechte werden von den türkischen Behörden mittels zweifelhafter Gerichtsverfahren in Frage gestellt.

Schon im Februar wandten sich die Präsidenten des Schweizerischen Evangelischen Kirchenbundes SEK und der Schweizer Bischofskonferenz SBK in einem Aufruf zur Solidarität und zum Gebet an die Christen und Christinnen in der Schweiz.

Im Gespräch mit dem Abt in Zürich erklärte Gottfried Locher, Präsident des Rates SEK, der Kirchenbund setze sich weiterhin für die Unterstützung der Glaubensgeschwister in der Türkei ein. Das schliesse auch das bedrohte Kloster Mor Gabriel ein. „Wir werden den Fortgang der Gerichtsverfahren in der Türkei aufmerksam verfolgen“, so Locher. Erzbischof Timotheos ist überzeugt: „Mor Gabriel ist ein Prüfstein für die Demokratisierung der Türkei“. Er freute sich über die spürbare Solidarität der Schweizer Kirchen mit den Christen in der Türkei. Er dankte für die vielfältige Unterstützung, insbesondere für die finanzielle Hilfe, die er von den reformierten Kirchen Zürich und Thurgau entgegen nehmen konnte.

Verfasser: SEK Kommunikation / 28.04.2011