Dienstag, 31. Juli 2012

Ahlah: Yıllar Önce Terk Ettiği Köyüne Botanik Park Yapmak İstiyor


Yıllar önce terk ettiği köyüne botanik park yapmak istiyor 
Mardin’in Midyat ilçesine bağlı Narlı köyüne 2005 yılında dönen Süryani vatandaş İskender Debbaso (65), köyüne bölgenin ilk botanik parkını yapmak istiyor.

Mardin’in Midyat ilçesine bağlı Narlı köyüne 2005 yılında dönen Süryani vatandaş İskender Debbaso (65), köyüne bölgenin ilk botanik parkını yapmak istiyor. Dicle Kalkınma Ajansı (DİKA) yetkililerine projelerini anlatan Debbaso, yurt dışında yaşayan Süryani vatandaşlara ‘Dönün’ çağrısında bulunuyor.

        Köyünden 36 yıl önce Avrupa’ya göç eden Debbaso, memleketine gelmenin mutluğunu yaşıyor. Köyde bulunan evini restore eden Debbaso, bölgede sağlanan güven ve huzur ortamıyla birlikte göç ettikleri anayurtlarına geri dönmenin mutluluğunu yaşadığını belirtti. 50 dönüm üzerinde botanik park merkezi kurmayı hedefleyen Debbaso, köylüler için gelir kapısı olacak projesine destek bulmak için Dicle Kalkınma Ajansı uzmanlarını köyüne davet etti.

        Dört bir yanı tarihi yapılarla çevrili, dinlerin ve dillerin yüzyıllardır beraber kardeşçe yaşadığı Midyat’a bağlı Narlı köyünde yaşayan Debbaso ailesi, önce göçle birlikte harabeye dönen 700 yıllık konaklarını tarihi özelliklerini koruyarak, dünyaca ünlü Nahit taşı (katori) ile yeniden inşa ettiler. Yaklaşık 2 milyon TL’ye mal olan 150 kişilik konak, köyün en ihtişamlı yerinde, yöresel mimari tarzı korunarak inşa edildikten sonra konağın içi, bölgenin bütün kültür motiflerini barındıran tarihi eserlerle döşenmiş durumda.

        Müzeyi aratmayan konağın bahçesinde, 4. yüzyıldan kalma Süryani Metropoliti Aziz Yuhanna D’kfone’nin anısına bir şelale ve Süryanice yazılmış bir kitabe yapan Debbaso, evinin bütün duvarlarında ise üzüm, güvercin, zambak ve güneş rölyefleri yaptırmış. Baştan aşağı restore ettiği evinde 30 oda, altı banyo, biri büyük üç mutfak, çamaşırhaneler, teraslarda yazın uyumak için dörder kişilik dört taht var. Evde, 90 yetişkin ve 50 çocuk aynı anda geceleyebiliyor.

        Evin ne kadara mal olduğu sorusuna cevap vermekten kaçınan Debbaso, ”Bunu konuşmak ayıp olur. Emanet para ile mukayese olunmaz. Paranın ne anlamı var bu evin hatırası yanında. Bu evi miras değil, dedelerimden kalan bir emanet olarak görüyorum. Ben Hristiyan olarak düşünseydim, Kudüs’e gidip kendime ev yapardım. İstesem, bu parayla İsveç’te de bina yapardım, kirasından torunlarım faydalanırdı. İster Süryani, ister Müslüman olsun kim gelirse gelsin kapımız herkese açık.” şeklinde konuştu.

        "EN BÜYÜK DESTEĞİ TORUNLARIM VERDİ"

        Köyde yaşayan tek Süryani olarak köye geri dönüş sürecinde ve sonrasında hiçbir sıkıntı ve sorunla karşılaşmadığına dikkat çeken Debbaso, “Köydeki Müslümanlar arasında tek başıma yaşamak hiç de zor değil. Bundan da çok mutluyum, bahtiyarım. Köyün yüzde 90’ı ile birbirimize gidip geliyoruz. Onlar da beni çok seviyorlar, ben de onları. İbadetlerimi yerine getirmek de zor değil. Bir telefonla arabama binip istediğim yerde inancımı yerine getirebiliyorum. Ailemize, köye yatırım yapacağız dediğimde, hepsi önce tamam dediler ama sonradan sözde kaldı. Sonradan çocuklarımı çağırdım, birlikte toplandık, kendilerine ben ya Suriye’ye gideceğim ya da Türkiye’ye döneceğim dedim. Sonra burayı onarmaya karar verdik. Karar vermek basit bir şey ama 3-4 yıl boyunca burada hummalı bir çalışma ile burası bu hale geldi. Her hafta burada çalıştığımda buranın fotoğraflarını çekip İsveç’e mail gönderiyordum. Orada çocuklar yaptığımız çalışma üzerinde yeni projeler çiziyorlardı. Bana en büyük desteği torunlarım verdi. Bana yeter ki köyde bir tuvaletimiz olsun diyorlardır.”

        SOSYAL ÇALIŞMA UZMANI, 6 DİL BİLİYOR

        Avrupa’da çeşitli üniversitelerde 15 yıl eğitim almış, altı dil bilen sosyal çalışma uzmanı olan Debbaso, köye geri dönüşünü Müslüman komşularına bağlıyor. Debbaso, “1950’li yıllarda köyümüz, 250 haneli ve bin nüfusluydu. Köyün tek Süryani ailesi olarak da biz vardık. Küçüklüğümde Deyrulzafaran Manastırı’nda Metropolit Yuhanna Dolabani’den İngilizce öğrenince ailem beni İstanbul’a, Robert Kolej’ine gönderdi. Kolejden sonra köye dönüp Diyarbakır NATO Üssü’nde İngilizce-Türkçe çevirmenlik yapmaya başladım. Diyarbakır’da yaşadığımız kötü muameleden dolayı yurt dışına gitmek zorunda kaldık. Köydeki malımızı mülkümüzü biz komşularımıza verdik, kimse zorla almadı bizden. Tarlalarımızı ekip biçiyorlardı, tarlaların geliri ile de köyün elektrik su gibi ortak masrafına veriyorlardı. Onlardan kira almıyorduk. Bu şartı dört yıl önce vefat eden babam koymuştu. Debbaso ailesi olarak dönmemizin nedeni, köylülerimizin samimiyeti, dürüstlük ve insaniyeti. Kadın, çocuk, erkek, yaşlı; herkes dönüşümüze sevindi. Ben de yalnız köy değil, vatan sevgisi var. Memleketimi seviyorum. Bu eve baktığım zaman bu kadar güzel bir netice alacağımızı tahmin etmiyordum. Evi onarırken, köyde yaşayan Müslüman ailelerin çok yardımı oldu. Onlar bize cesaret verdi ve onların sayesinde bugün buradayım.”dedi.

        YURT DIŞINDAKİ SÜRYANİLERE ÇAĞRIDA BULUNDU

        Yurt dışında yaşayan Süryanilere geri dönme çağrısı da yapan Debbaso, “Süryanilere çağrımız şudur, gelsinler, yerinde görsünler. Ben bir Süryani olarak yalnız başıma yaşıyorum, sadece ben varım burada. Artık buralara gelip biraz da başka kültürleri öğrensinler, hürmet etsinler. Onların dilini, yaşamlarını, edebiyatını öğrensinler. Mardin Valisi veya başka biri gelse burada 4 dinle 4 dille karşılaşır. Burada Yezidi’si de Müslüman’ı da Süryani’si de Yahudi’si de var. Tabii, Türkiye’deki bir eğitimle bunu hazmetmek çok zordur. Gelip burada bir ay staj görseler, bu köyden çok şey öğrenirler. Köyümüz ve bu köyümüzün etrafında yaşayan bütün Müslümanlar, Süryanilere ait ellerindeki arazi, tarla ve mülkleri hiçbir sıkıntı çıkarmadan hemen devir ediyorlar. Hatta bazıları tapusu kendi üzerlerinde olmasına rağmen asıl sahipleri olan Süryanileri çağırıp gelin arazinizi üzerimden alın, beni bu azaptan kurtarın diyorlar. Bunlar çok güzel gelişmeler. Bugüne kadar hiçbir sorun sıkıntı ile karşılaşmadım. Yalnız gelir gelmez köyümüzün kalkınması için bir dernek kurmuştuk ama derneğimizle ilgili iki sefer para cezasına çarptırıldık. Türkiye’de bazı şeyler çok farklı işliyor.”

        BOTANİK BAHÇE İÇİN DESTEK İSTEDİ

        Köy meydanına çeşme yaptıran, taziye evi kuran Debbaso, son olarak Dicle Kalkanıma Ajansı'na başvurarak, köyde, projesini çizdiği botanik bahçe için destek istedi. Köyü ziyarete gelen DİKA Uzmanlarını önce tarihi evinde ağırlayan ve kendilerine evi tanıtan Debasso daha sonra köyde kurmak istediği projesi hakkında bilgi verdi. Debbaso,“Köyüme kesin dönüş yaptıktan sonra önce bu evi yaptım şimdi ise birinci hedefim bu köyün sosyolojisi üzerine bir kitap yazmak. Diğer hedefim ise geri dönüş yaptığım köylülerin refah düzeyini artırmak için botanik bahçesi kurmak. Bölgenin endemik türlerini çok iyi bilirim. Bunun üzerine birçok araştırma yaptım.”

        "MARDİN, MEZOPOTAMYA’NIN KALBİ"

        Projenin kabul edilmesi halinde botanik park içinde birçok bitkinin yetiştirileceğini, nesli tükenmekte olan bitkilere öncelik vereceklerini, ilk etapta bine yakın çeşit bitki ekimi yapmayı düşündüklerini, daha sonra yıllar içinde bu bitki çeşidini artıracaklarını belirten Debbaso, “Mardin, Mezopotamya’nın kalbi. Yaşam, buradan yayılmış bütün dünyaya. Hali ile buradaki biyolojik çeşitliliği, endemik, ender ve tehdit altındaki bitkileri koruyarak desteklemek istiyoruz. Bu şekilde hem köyümüzü, ilçemizi, ilimizin tanıtımını yapmış oluruz hem de çevremizi korumuş oluruz. Mesela gittikçe artan bir tehdit oluşturan susuzluğa dayanıklı bitkileri yetiştirerek ve dünyadaki erozyonla ve çölleşme ile mücadeleye de yardım edebiliriz. Bu botanik bahçe sayesinde köylülerimiz içinde bir gelir kapısı açılmış olur. ”şeklinde konuştu.

        "HER TÜRLÜ DESTEĞİ VERMEYE HAZIRIZ"

        Botanik Park Merkezi hakkında görüş alışverişinde bulunan ve projeyi inceleyen DİKA uzmanı ve Mardin Yatırım Ofisi Müdürü Selim Duran da DİKA olarak bölgenin gelişimini sağlayacak her türlü projeye destek vermeye hazır olduklarını söyledi.

        Duran, “İskender Bey, bizlere başvurup, buraya bir botanik bahçe yapmak istediğini ifade etmişti. Bizler de buraya gelerek projeyi yerinde görüp inceleme imkânımız oldu. Öncelikle Mardin bölgemizin bir Süryani kimliği var. Bizlere başvuran Süryaniler, çok ilginç çok samimi çok özel projelerle geliyorlar. Mesela bu proje için konuştuğumuzda hem turizm açısından köyün tanıtımı hem de köylüler için ek bir gelir kaynağı olarak önem veriyoruz.” dedi.

        Proje karşısında mutlu olduklarını belirten Duran, şöyle dedi: “Kalkınma, sadece ekonomik unsurlarla değil, bilinçle insanların sahiplenmesi ile olacak bir şey. Köye baktığımızda Mardin’deki birçok köyden farklı olarak burada bir azim çalışma var. İskender Bey'in projesine baktığımızda buraya botanik bir park yapak istiyor. Bunun için arazisini almış, bazı alanlarda denemesini yapmış, projesini sürdürüyor. Kendisine iki alanda desteğimiz olabilir. Bizler de kendisine, Türkiye’nin ve dünyanın çeşitli yerlerinde böyle projelerde kendisinin muhatabı olabilecek insanlarla bir araya getirmek istiyoruz. Çevredeki üniversiteleri buraya yönlendireceğiz. İnsanların burayı fark etmesi, görmesi ile turizm anlamında tarım anlamında İskender Bey'e destek olabilecek, teşvik edebilecek fon olabilir mi? Kendisi ile istişare ederek bazı fonları sağlamayı düşünüyoruz.” CİHAN

30.07.2012  /   midyathabur.com

Montag, 30. Juli 2012

Syriacs make their mark in historic meet with Gül

Monday,July 30 2012, Your time is 18:47:00

ISTANBUL - Hürriyet Daily News

Laki Vingas (2nd L), the organizer of the meeting, together with minority foundation leaders speak to press after the meeting and share their notes. DAILY NEWS photo, Emrah GÜREL
Laki Vingas (2nd L), the organizer of the meeting, together with minority foundation leaders speak to press after the meeting and share their notes. DAILY NEWS photo, Emrah GÜREL
Vercihan Ziflioğlu Vercihan Ziflioğlu vercihan.ziflioglu@hurriyet.com.tr
 
The details regarding a recent meeting in which Turkish President Abdullah Gül hosted the leaders of eight of Turkey’s minority foundations on July 27 in Istanbul have been revealed. Accordingly, the three participant Syriac foundations made their mark at the meeting, especially regarding the ongoing conflict regarding the Mor Gabriel (Deyrulumur) Monastery case and the relocation of the Syriac Church’s patriarchate from Beirut to Turkey.

During the meeting, which was planned to be 45 minutes but took about 1.5 hours, Gül paid great attention to the problems communicated but didn’t make any remarks about any problem, the Hürriyet Daily News has learned.

The Syriac foundations also demanded the return of their historical patriarchate building in Mardin, which has been turned into a museum.

In previous months, Foreign Minister Ahmet Davutoğlu held a series of negotiations with Syriacs on the topic and proposed bringing Beirut’s Catholic and Damascus’ Syriac Kadim patriarchates to Turkey.
Besides the patriarchate issue, Syriac’s Kadim Church foundation put the historical Mor Gabriel Monastery in Mardin on the agenda, which has been the subject of a conflict between Turkey and the Mor Gabriel Foundation.

Other minority leaders also brought education problems in minority schools and expectations regarding citizenship rights to the table.

Foundations Law
 Yedikule Surp Pırgiç Armenian Hospital Foundation President Bedros Şirinoğlu also joined the meeting to represent Armenian foundations.

“We have already been speaking about our problems generally with Prime Minister Recep Tayyip Erdoğan and Deputy Prime Minister Bülent Arınç. So, instead of repeating our problems to the president, we wanted to express our regards for his support of the Minority Foundations Law,” he said.

Laki Vingas, a council member of the Foundations Directorate General and the organizer of the meeting, told the Daily News the meeting had been held under very good conditions, the leaders of minorities expressed their gratitude for the Foundations Law and return of properties and they spoke about education problems.

In addition to Şirinoğlu and Vingas, Syriac Catholic leader Zeki Başdemir, Armenian Catholic Foundation leader Bernard Sarıbay, Syriac Kadim Foundation representative Sait Susin, Greek Foundation representative Andon Parisyoanos, Jewish Community representative Sami Herman and Bulgarian community representative Vasil Liyaze attended the meeting.
July/30/2012
hurriyetdailynews.com

Samstag, 28. Juli 2012

Mor Gabriel Manastırı - Şah damarı kesilen bir ülkenin ar damarı da kesilir

28. Juli 2012
ZEYNEP TOZDUMAN


Günlerdir medyada Yargıtay’ın Mor Gabriel manastırı ile ilgili ,’’İŞGAL ‘’kararı işlenip, durdu. Baştan kaybedilmiş bir davaydı aslında Mor Gabriel davası. Politik bir dava ve pazarlık konusu olan Mor Gabriel   ile ilgili Yargıtay  kararı beni hiç mi? Hiç  şaşırtmadı.  Süryanilerin kutsal Kudüs’ünü (Mor Gabriel)  üstelik Müslümanların kutsal ayı sayılan Ramazana ramak kala, bu kararın açıklanması kendine Müslüman bir ülkede yaşadığımızı bir kez daha ispatlamıştır.


Yaklaşık bundan 4 yıl evvel İzmir Barış Meclisi olarak başlattığımız morgabrieledokunma.com imza kampanyası bu gün hala güncelliğini koruyorsa, bu demektir ki, Geçen 4 yılda bir arpa boyu yol alınamadığındandır.

Şimdi AHİM yolcusu olan bu davada gelişmeleri hep birlikte izleyip göreceğiz. İnsan hakları konusunda kötü bir karneye sahip olan Türkiye, AHİM’ de birçok kez cezaya çarptırılmıştır. İşkence ve insanlık suçu davalarında olduğu gibi Mor Gabriel davasında da bu ülkenin sınıfta kalacağını İşgalci kararını verenlerde biliyor aslında. 5 yıldır yılan hikâyesine dönen bu davada ben tarafım dostlar Mor Gabriel’den yana tarafım.
Geçtiğimiz günlerde aynı yargı, bu kez de Alevilerin kutsal mabetleri olan Cem Evleri hakkında  ‘’CEMEVLERİ ‘’ ibadethane değildir diyerek ülkede yaşayan 15 milyon Alevi’yi yok saymıştır. Aynı anlayış, pek yakında Süryanilere de Hristiyan değil derlerse şaşırmayın. Bu ülkede 1915’den bu yana, her gelen hükümet TEK TİPÇİ (Tek din, Tek Bayrak, Tek Dil )anlayışların mimarları olmuştur.

İşte bu yüzden SÜRYANİLERİN ivedilikle Azınlık statüsüne girmesi, anayasal güvence altına alınması gerekir. 6 bin yıllık bu toprakların en kadim halkı Süryanilerin, yaşadığı Acıları, katliamları, baskıları bir makalede anlatmak elbette mümkün değil. Kitaplara sığmayacak denli, büyük acılar yaşayan Hoşgörü sahibi, medeniyetin ve barışın sembolü olan bu halkı anlamak için bir kez olsun Mardin/Midyat’a yolculuk etmeniz yeterli.

Bu halkın köklerinin,  bu topraklarda, ne kadar eskiye dayandığını anlamak için arkeolojik ve tarihi yapısını resmi tarih dışında incelemek gerekir. Özellikle son yıllarda bölgede Yapılan kazı çalışmalarında, vurdukça, toprağın altından Süryani tarihi fışkırmaktadır. Sistem, İstediği kadar inkâr ve imha yöntemlerini kullanadursun, Halkların gerçeğini değiştiremeyecekler. Türk’ler den evvel bu topraklarda Süryaniler yaşardı. Turabdin’de Metropolitlik,(Ruhani kurum) ilk kez 615 yılında kurulmuştur. Süryani Ortodoks Antakya Kilisesi olarak bilinen bu ruhani kurumun merkezi 518 yılına kadar Antakya ve çevresindeki manastırlarda idi. Daha sonra Malatya’ya taşınan Patriklik, 11. yy.a kadar burada kaldı. 1293 yılından 1933 yılına kadar Deyrul  Zafaran Manastırı’nı merkez seçen Patrikler, Cumhuriyetin kuruluşundan sonra  1933’te Humus kentine, 1959’dan itibaren Suriye’nin başkenti Şam’a taşınmıştır.

Kendi anavatanlarında baskılar yüzünden sürekli yurtlarını terk etmek zorunda kalan Süryanilere, Mardin Artuklu üniversitesi Rektörü, yani AKP’nin Rektörü, demeçlerinde patriklik merkezi, Mardin’e taşınsın demesi sizce ne kadar inandırıcıdır.

Kendi ata topraklarında 2500 yıldır köle anlayışı ile yaşatılan Süryaniler, özellikle 1915’den bu yana SEYFO’yu (Süryani soykırımı =Kılıç yarası ) değişik şekillerde yaşıyor. Ekonomik, Kültürel, politik SEYFO’lar yüzünden dünya geneli nüfusları  5 milyon civarında kalan Süryaniler, ne büyük çelişkidir ki,en az olduğu nüfus  kendi anavatanı  olan Turabdin  ( Süryani tarihçilerine göre bu yöre; batıda Mardin, kuzeyde Diyarbakır’dan Dicle nehri boyunca Hasankeyf’e, doğuda Cizre ve güneyde Nusaybin sınırları içinde kalmaktadır) yani  Türkiye’de dir.

Bir yandan bu halkın kutsallarını yok edeceksin, diğer yandan AB’(Avrupa Birliğine girmek için ) kriterlerine sözde uymak için Basın ve medya yoluyla memleketlerine geri dönüş çağrısı yapacaksın. Bu masallara aslında kendileri bile inanmıyor, bu sözler sadece dostlar alışverişte görsün misali, gibi gibi yapılan dönüş çağrılarıdır. Türkiye’de Süryanileri bitirdikleri yetmezmiş gibi şimdide Suriye’dekileri bitirmek için fırsat kollayan AKP hükümeti orta doğunun patronu olma hevesi içerisinde aslında kendi pimini çekiyor.

İslamiyet’in yayılması ve altın çağını yaşamasına katkı koyan  SÜRYANİLER’in, bu topraklarda yaşadıkları acıları gördükçe, İSLAMCI ve kendini Müslüman atfedenlerin vicdanları nasıl sızlamıyor,   faşizan kararlar alabiliyor, anlamıyorum.

( Süryaniler,640 yılında ilk fırsatta yolları açıp, Müslümanların Mezopotamya’ya girmelerine, karşı çıkmadan yardım elini uzatırlar. İslami Önder ʾAmar [Ömer] ile birlikte savaşarak  kale, köy ve önemli merkezleri ele geçirirler)  Turabdin ve Midyat Tarihi Yazar; Horepiskopos Nu’man Bet-Yawno
Herkes bilmelidir ki, Süryaniler; bu ülkenin Şahdamarıdır. Süryani halkının şah damarı da Mor Gabriel manastırıdır. Mor gabriel’in arazileri ve Süryani halkına ait yerler Süryanilere geri verilene dek de bu ülkenin Ar damarı hep kesilecektir.

Şahdamarı kesilen bir ülkeye ise ne Barış gelir, nede demokrasi.

https://www.facebook.com/zeynep.tozduman
https://www.facebook.com/groups/izmirsuryaniplatformu/

Seyfo'nun laneti

27 07 2012


 SADIK ASLAN
Foto: Attila Durak

Midyat-Arnas (Bağlarbaşı) köyü, köyümüz Hêştrek'ten (Ortaca) 8 kilometre mesafededir. 1915 Temmuz başında Arnas'a komşu olan Selhê (Barıştepe) köyündeki Süryaniler, asker ve Kürt köylüler tarafından evlerinde katledilir. Arnas'ta Kürtlerle beraber yaşayan 70 Süryani aile Selhê'nin akıbetini öğrenip Midyat yönünden gelen silah seslerini işittiklerinde taşıyabildikleri ne varsa alıp köyden kaçmaya çalışır. Kaçamayıp köyde kalan Süryaniler Kürt köylülerce katledilir. 
Arnas'ın Kürt ağası Neco delikanlıyken Süryaniler tarafından bakılıp yetiştirilmiş ve aralarında yaşamış. Seyfo (kılıç yılı-kılıçtan geçirilme yılı, anlamında Süryanilerin 1915 için kullandığı ifade) olduğunda; Neco kendisini büyüten aileye ilkönce saldırmış, evin kadını "evladım, bizi tanımadın mı?" diye sorunca yanıtı şu olmuş: "dün dündür, bugün bugündür!" Kocaları, babaları, kardeşleri Fero mağarasında kesilen kadınlar her amaçla köle olarak çalıştırılmış, bazıları da öldürülmüş. 
Bizim köy Hêstrek'te yaşayan 20 Süryani aile tam o günlerde Kürt komşuları tarafından katledilir. Sağ kalmayı başaran 12 genç kaçabilmiş sadece. Orada 1. yüzyıldan kalan Mor Aday Kilisesi şimdi camidir, o caminin sonraları gördüğüm camilere niye benzemediğini çok geç bilebildim. 

Komşu Süryani köyü olan Zaz'ın (İzbırak) hikayesini de bilmiyordum. Hani, anamın eteklerine yapışıp her gittiğimde, tüm sevecenlikleriyle Süryani kadınların, başımı okşayarak ceplerime kuru üzüm, badem ve şekerli leblebi doldurdukları köy… 200 Süryani aile yaşamış orada. Köyümüz ile çevredeki bazı köylerin Kürt aşiretleri köyü kuşattığında, herkes köydeki çevre duvarı çok yüksek Mor Dimat Kilisesi'ne sığınmış, açlık ve susuzluktan kırılıncaya kadar 20 gün direnmişler.
Dışarıdaki Kürtlerin sözüne güvenip dışarı çıkan 366 kişi, güzel birkaç genç kadın hariç köy dışına çıkarılıp öldürülmüş, vahşetin boyutundan dolayı, Midyat'tan gelen bir subay müdahale etmek zorunda kalıp kurtarmış kilisede kalanları. Köyü terk edip açlık, hastalık ve başka saldırılar sonucu ölmüş çoğu. Katliamlar bitince küçük bir grup yeniden gelmiş köye sonradan. Ceplerine kuru üzüm ve badem koyan kadınlar bu "kılıç artıkları"ndanmış…
Diğer komşu Süryani köyü Hax (Anıtlı)… Köyün Meryem Ana adlı kilisesinde, siyahlar içinde ışıldayan yüzüyle, bana o ana kadar yediğim en lezzetli portakalı veren rahibe Sedok'un yaşadığı köy. (O da göçmüş sonradan Avrupa'ya, halen yaşıyor mu bilmiyorum.) Haxlılar, çevreyi saran asker ve Kürt aşiretlerine karşı direnmiş, 45 gün boyunca, Sedok'un bana portakalı uzattığı o kilisede. Hax gibi direnebilen yerler ancak 3-4 tane, tüm çevre köyler birer vahşet tablosu. Arabayê (Alayurt), Botê (Bardakçı), Çêlik (Çelik), Dêr Salib (Çatalçam), Habisnas (Mercimekli), Kaferbe (Güngören), Yukarı Kafro (Arıca), Kerboran (Dargeçit), Şehirkan, Erdil (Yamanlar), Keferzê (Altıntaş) ve daha birçok köydeki Süryaniler, kendi Kürt köylüleri tarafından katledilmiş. 
Midyat'ta birkaç sene okul sıralarını paylaştığım Süryani arkadaşlarım Tuma, Musa, Salari, Gabriel, İshak ve diğerleri, kışın ayaz günlerinde, ısınabilmek için, o soğuk okul sıralarında onlarla birbirimize sokulurken Midyat'ta Süryanilerin bir zamanlar sokaklarda yakılarak ve boğazları kesilerek öldürüldüklerini de bilmiyordum. Onlar da anlatmadı hiç. Neşeli zamanlarında bile, Mona Lisa gibi bir gözlerinin hep hüzünlü, buruk olmasının nedenini de çok geç anlayabildim. Dedelerinden, ninelerinden, baba ve annelerinden miras kalan acılarını onlar da içlerine gömmüşler hep, ondanmış. Geriye, "kılıç artıkları"na mahsus o ürkeklik, tedirginlik, geçmek bilmeyen yapışkan bir kaygılılık ve uysallık kalmış…
Midyat, Kürt aşiretler tarafından kuşatılıp saldırılar başladığında, tarih 1915'in 19 Temmuz'udur. Teslim olmaları için hükümet, Kürt ve Mihelmi aşiretlerince sunulan teklif Süryani liderler Hana Safer ve İsa Zatê tarafından reddedilir. Saldırılar 29 Temmuz'a kadar devam eder. Mor Sabrel ve Adoka ailesinin büyük evindeki direnişler on gün sonra kırılabildi. Süryani liderlerden Hana Safer yakalanarak Abdullaharak hediyesi olan kendi kılıcıyla kafası kesildi. Sırığa geçirilmiş kesik başı Midyat sokaklarında dolaştırıldı. Ateşe verilen bir mahallenin yangınından kaçabilenler oracıkta öldürüldü. Damlardan delikler açılarak içeride çıkarılan yangınlarla herkes içeride boğuldu. Ayrı iki mahalleye sığınan kadın ve çocuklar da ölüm mangalarınca öldürüldü. Açılan tünellerden kaçmak isteyenlerin çoğu katledildi. Yüksek binaların damlarından, gençler kafa üstü yere atıldı. Yere yatırılan yüzlerce erkek çocuğun başları atların nallarıyla ezildi. Midyat'tan geriye dumanlar altında bir enkaz kaldı. 
Bir süre sonra katliamlar durulduğunda Turabdin'de (Merkezi Midyat olup batıda Mardin, güneyde Nusaybin, kuzeyde Hasankeyf ve doğuda Cizre'ye kadar uzanan bölge) yedi bin Süryani katledilmişti. Halex (Narlı), Bagisyan (Alagöz), Dêrgub (Karagöl), Mor Bobo (Günyurdu), Zinavrah gibi çok az yerde de Süryanilerin bazı Kürtlerce korunması, günahlarımızın ne kadarını temizler bilinmez. 
Çocukken, çevrede bazen "kahramanlık hikayeleri" kıvamında anlatılan "Fermana Fıleha Zamanı"nın hangi zamana tekabül ettiğini çıkaramazdım. Zamansal algı gücüm en fazla birkaç yılı kaldırırdı. Gerisi karanlık zamanlar. O karanlık zamanlara ait, nedenini yine bilemediğim karanlık cümleler dökülürdü körpe dimağıma: "Yedi gavur öldüren cennete gidiyor"du, "öldürenin avucu gökkuşağı rengini alıyor ve cennete gidiyor"du. Sonra, gelini bir akrabamızca kaçırılıp üç tane eşin üzerine kuma yapıldığı için Haxlı Hannal'ın dedeme ağlaya ağlaya yaptığı derin ve kahredici şikayet şöyleydi: "Biz sizin yetiminizdik, bize bu niye yapıldı?" 
Ve sonra, tozlu sokaklarda oradan oraya koşturup kimseye rahat vermediğimiz için, annelerimizin, babalarımızın, büyük kadınların, büyük adamların biz çocuklara azarları başlardı: "Arnawit!", "Êzîdî!", "Ermeni!", "Serfılleh!" Bu sondaki daha bir tumturaklı söylenirdi. Ağız dolusu, hınçla…
Gerçeğin farkına varmaya başladığınızda, Zaz'daki o Süryani kadınlara, Hax'taki o melek rahibeye, Midyat'ta o Süryani arkadaşlarınıza ait masumiyet, sevecenlik kokan anılarınız yerle bir olur. Bu duygu bir kement gibi yakalar, sarıp sıkıştırır sizleri. Koca bir yumru gelip oturur boğazınıza. Savunma amaçlı, son hamlesini bile yapamayacak düzeyde kıstırılmış bir Süryaninin bakışını yakalarsınız. O gözlerdeki manaya ulaşırsınız. Bir zamanlar çarmıhta İsa'nın ağzından dökülen, (eski Süryaniceyle) "Affet onları tanrım!" bakışı…
Katliamları genelde hükümet güçlerinin ve onların örgütlediği çetelerin yaptığını söyleriz veya öyle biliriz. Halkın, yani "baldırıçıplak"ların rolü çoğunlukla es geçilir. Ne yazık ki özellikle Turabdin'de tarihsel gerçekler bize farklı şeyler anlatıyor. Elbette bu durum bazı yerlerde Ermeni katliamları için de geçerli. Turabdin Süryanilerine yönelik yapılan katliamlar, merkezi hükümetin her şeyden bilgisinin olmadığı, ağırlıklı olarak yerel düzeyde organize edilmiş saldırılardı. Saldırılar daha çok halkın girişimiyle gerçekleşti. Nedeni dini ve ekonomikti. Yöre Süryanilerinin çoğu çiftçiydi, ekim alanları geniş, büyük köylerde yaşarlardı. 
Sonuçta, yoğun bir dini propagandayla da kışkırtılan Müslüman Kürt komşuların yüzyıllarca birlikte yaşadıkları Süryanilerin söz konusu topraklarına, evlerine, değerli eşyalarına ve kadınlarına göz dikerek sergiledikleri vahşet, hazmedilecek gibi gözükmüyor. Katliamlara karşı duran çok azdı. O rüzgara genel olarak "evet" denilmiş, sessiz kalınmış, paylaşılmış, zalim zulmünü işletirken sessiz kalanlar da kirlenmiş. 
Seyid Rıza'ya, Erzincan'ı 1918 yılında 'kurtardığı' için Kazım Karabekir tarafından, "Dersim Generali" unvanı verilmiştir. Tutsaklar arasında, Seyid Rıza'nın da dostu olan Ermeni komutan Bogas Paşa vardır. "Kirvem, yüzüne söylemek istediğim bir sözüm var: Yanlış yaptın, bize yapılanlar yarın siz Kürtlerin de başına gelecektir. Sözümü unutma, siz de sıranızı bekleyeceksiniz" der Seyid Rıza'ya. 
1915 kırım günlerinde, Erzincan'da kafileler halinde sürülüp yolda katledilecek olan Ermeni kadınlar "bu topraklar size yar olmayacak! Buralar size kalmayacak, bu topraklarda rahat yüzü görmeyeceksiniz!" demişler, yağma ve katliam yapan Müslümanlara. 
Aynı vakitlerde, Hakkari'de katliamdan sonra topraklarından sürgün edilen Nasturi (Doğu Süryanileri) bir kadın, topraklarına son kez bakarak "ne bi xatirê we birano" der ağlayarak…
Belki de kehanetleri gerçekleştiğinden ya da bedduaları tuttuğundandır ki "onlar"dan sonra da ölümler eksik olmadı bu topraklardan. 
Üzerimizdeki laneti kovmak ve günahlarımızdan arınabilmek için yapabileceklerimizi yapmadık daha, o yüzden halen bir manastır kanar Turabdin'de…
Kaynakça:
- David Gaunt'un "Katliamlar, direniş ve koruyucular"
- Ahmet Kahraman'ın "Kürt İsyanları"
- Ayşegül Altınay-Fethiye Çetin'in "Torunlar" adlı kitapları 
ile bazı sözlü kaynaklardan yararlanılmıştır. 
Burdur E Tipi Cezaevi
 
politikart1.blogspot.de

Freitag, 27. Juli 2012

Urteil gegen orthodoxe Christen

2.07.2012


Ein türkisches Berufungsgericht spricht dem syrisch-orthodoxen Kloster Mor Gabriel 28 Hektar Land ab. Ein Anwalt will das Urteil anfechten.von Jürgen Gottschlich

Demonstration gegen die Enteignung des Klosters Mor Gabriel in Köln 2009.  Bild:  dapd

ISTANBUL taz | Das Kloster Mor Gabriel ist eine imposante Erscheinung. Mitten in einer ausgedörrten, scheinbar menschenleeren Gegend, erhebt es sich auf einem Hügel ungefähr zehn Kilometer entfernt von der nächsten Kleinstadt Midiyat im Südosten der Türkei. Aus sandsteinfarbigen, massiven Quadern erbaut, hat das 1.600 Jahre alte Kloster (erbaut 397 n. Chr.) etwas von einer Festung, auch wenn heute der Einlass für Besucher geöffnet und die wehrhafte Phase von Mor Gabriel lange vorbei ist. 

Obwohl dem Klosters schon lange keine feindliche Belagerung mehr droht, sehen die syrisch-orthodoxen Christen der Türkei ihr heiliges Zentrum dennoch in seiner Existenz bedroht. Der Grund ist ein Urteil des obersten türkischen Berufungsgerichts (Yargitay) in dieser Woche, das dem Kloster seine umliegenden Ländereien abgesprochen und dem staatlichen Schatzamt zugesprochen hat. Es geht um 28 Hektar Land, die seit Jahrhunderten zum Kloster gehörten. Allerdings sind die Katasterunterlagen strittig, was vordergründig zu dem Rechtsstreit geführt hat, der jetzt vorläufig entschieden wurde.
 
Der Hintergrund des Streits ist komplizierter und hat mit der Situation der syrisch-orthodoxen Christen der Türkei insgesamt zu tun. Das Kloster Mor Gabriel liegt im Zentrum des Tur Abdin (Berg der Knechte Gottes), einer Hügellandschaft unweit der syrischen Grenze, die noch vor einigen Jahrzehnten überwiegend von syrisch-orthodoxen Christen bewohnt wurde. 

Doch angefangen von der Vertreibung und Ermordung der Armenier (1915 bis 1918), denen auch viele syrische Christen zum Opfer fielen, bis hin zu den Kämpfen zwischen Kurden und Armee, bei denen die Dörfer der Christen häufig zwischen die Fronten gerieten, nahm die Zahl der syrisch-orthodoxen Christen im Tur Abdin kontinuierlich ab. 

Viele wanderten nach Syrien und in den Libanon ab, noch mehr gingen nach Europa. Rund 3.000 Seelen sind zurückgeblieben. Viele Dörfer verwaisten, auch die meisten Felder des Klosters, in dem nur noch eine kleine Zahl von Mönchen den Betrieb aufrecht erhält, lagen brach.


Gemeinde wehrt sich vor Gericht


Das weckte zunächst die Begehrlichkeit umliegender kurdischer Dörfer und später des Schatzamts. Gegen die drohende Enteignung und feindliche Übernahme durch Nachbardörfer wehrte sich die syrisch-orthodoxe Gemeinde vor Gericht. Dabei werden die vor Ort Gebliebenen von den Ausgewanderten finanziell, aber auch juristisch und moralisch unterstützt. Viele schicken auch ihre Kinder im Sommer nach Mor Gabriel, damit diese Aramäisch lernen, die Sprache Jesu, die in den Gemeinden im Tur Abdin nach wie vor als Liturgiesprache benutzt wird. 

Nach zwischenzeitlichen Erfolgen vor Gericht ist das Yargitay-Urteil ein herber Rückschlag. Der Anwalt des Klosters, Rudi Sümer, sagte, nun werde geprüft, ob man vor das türkische Verfassungsgericht oder das Europäische Menschenrechtsgericht in Straßburg ziehen werde. Auf jeden Fall werde das Urteil angefochten. 

Auch aus Deutschland kamen Proteste. Die Vorsitzende der CDU-Arbeitsgruppe für Menschenrechte, Erika Steinbach, die sich nach den deutschen Vertriebenen vor allem der türkischen Christen annimmt, hält das Urteil für einen gefährlichen Schritt hin zum Untergang des Klosters. Und der Bamberger Erzbischof Ludwig Schick sieht erneut „ein bedenkliches Signal an die christlichen Minderheiten der Türkei“. 

Auch der türkischen Regierung dürfte das Urteil eher ungelegen kommen. Sie hatte in den letzten Jahren für eine Rückkehr syrisch-orthodoxer Familien geworben. Auch in der türkischen Öffentlichkeit stieß das Urteil auf heftige Kritik. In einem Aufruf linker und liberaler Intellektueller, den über 300 Leute unterzeichneten, heißt es: „Wir wollen mit den syrisch-orthodoxen Christen zusammenleben. Das Urteil erweckt den falschen Eindruck, dass diese Menschen im Land unerwünscht wären.“
taz.de

Türkei: Urteil gegen Mor Gabriel nicht „rechtsstaatlich“

13.07.2012

Der Land­be­sitz des sy­risch-or­tho­do­xen Klos­ters Mor Ga­bri­el in Süd­ost­ana­to­li­en ist nach jah­re­lan­gem Rechts­streit nun im Be­ru­fungs­ver­fah­ren gegen das Schatz­amt der Tür­kei den um­lie­gen­den Dör­fern zu­ge­spro­chen wor­den. Das hat der An­walt des Klos­ters, Rudi Sümer, an die­sem Diens­tag be­stä­tigt. Nach west­li­cher Ein­schät­zung ist das Ur­teil zu­min­dest zwei­fel­haft, denn wich­ti­ge Do­ku­men­te wur­den vom Ge­richt nicht be­rück­sich­tigt. An­de­rer­seits wäre nun der Weg für eine Klage vor dem Eu­ro­päi­schen Ge­richts­hof für Men­schen­rech­te frei. Der Tür­kei­ex­per­te und Lei­ter der Fach­stel­le Men­schen­rech­te beim ka­tho­li­schen Hilfs­werk „mis­sio“ in Aa­chen, Otmar Oeh­ring, spricht der Tür­kei in Zu­sam­men­hang mit die­sem Ur­teil gar die Rechts­staat­lich­keit ab:
 
„Weil es ein ty­pi­sches und des­halb auch zu er­war­ten­des Ur­teil des Kas­sa­ti­ons­ge­richts in An­ka­ra war, wel­ches sich nicht auf das Recht stützt, son­dern wel­ches ganz of­fen­sicht­lich ein po­li­ti­sches Ur­teil ist, das na­tür­lich auch von staat­li­chen Be­hör­den so ge­wollt war. Wenn in der Tür­kei Rechts­staat­lich­keit herr­schen würde, dann hätte die­ses Ge­richt sich na­tür­lich auch auf die vor­ge­leg­ten Do­ku­men­te stüt­zen müs­sen.“
 
Auch in Deutsch­land hat der Fall be­reits für Auf­se­hen ge­sorgt. Da das sy­risch-or­tho­do­xe Klos­ter in der Tür­kei zu einer re­li­giö­sen Min­der­heit ge­hört, blickt Erz­bi­schof Schick mit Sorge auf das Ur­teil. Es gebe ein „be­denk­li­ches Si­gnal an die christ­li­che Min­der­heit“. Mor Ga­bri­el gilt als geist­li­ches Zen­trum für rund 3.000 sy­risch-or­tho­do­xe Chris­ten im Süd­os­ten der Tür­kei. Auch Po­li­ti­ker wie Erika Stein­bach von der CDU schal­ten sich in die Dis­kus­si­on mit der Ver­mu­tung ein, dass die Ent­schei­dung des Be­ru­fungs­ge­richts in An­ka­ra po­li­tisch mo­ti­viert ge­we­sen sei. Otmar Oeh­ring be­stä­tigt uns, dass der Fall als ex­trem kom­plex an­zu­se­hen ist. So seien nicht nur die auf dem be­trof­fe­nen Land­stück an­ge­sie­del­ten Dör­fer in den Kon­flikt ver­wi­ckelt.
 
„Es geht darum, dass diese drei Dör­fer prak­tisch einem kur­di­schen Stam­mes­füh­rer ge­hö­ren und die­ser ein In­ter­es­se dran hatte, die Land­flä­chen des Klos­ters zu be­kom­men. Er ist gleich­zei­tig Ab­ge­ord­ne­ter der re­gie­ren­den AKP im tür­ki­schen Par­la­ment ge­we­sen. Und da spielt dann wie­der­um noch eine Rolle, dass der tür­ki­sche Staat ein In­ter­es­se an der be­vor­zug­ten Be­hand­lung be­stimm­ter kur­di­scher Stam­mes­füh­rer hat, die im Bür­ger­krieg zwi­schen der PKK und der tür­ki­schen Re­pu­blik dem tür­ki­schen Staat so­ge­nann­te Dorf­wäch­ter zur Ver­fü­gung ge­stellt haben.“
 
Bei den Dorf­wäch­tern hand­le es sich um eine pa­ra­mi­li­tä­ri­sche Ein­heit, die, meist un­frei­wil­lig, von ihren Feu­dal­her­ren, den Stam­mes­füh­rern, im Bür­ger­krieg für den tür­ki­schen Staat ein­ge­setzt wur­den.
 
„Man darf nun ver­mu­ten, dass diese Ge­men­ge­la­ge dazu ge­führt hat, dass es ein gro­ßes In­ter­es­se von staat­li­cher Seite gab, die­sen Pro­zess auf jeden Fall nicht zu Un­guns­ten des Klä­gers, in die­sem Fall die­ses Stam­mes­füh­rers und der von ihm mit dem Pro­zess be­auf­trag­ten Dör­fer, kom­men zu las­sen.“
 
Wie Oeh­ring be­rich­tet, kam es im Vor­feld des Be­ru­fungs­ur­teils zu ver­schie­de­nen Ver­su­chen durch das tür­ki­sche Par­la­ment, zu einer güt­li­chen Ei­ni­gung zu kom­men und dem Klä­ger gleich­wer­ti­ge Land­flä­chen aus tür­ki­schem Staats­be­sitz zu über­tra­gen. Of­fen­sicht­lich sei eine der­ar­ti­ge Ei­ni­gung aber nicht zu­stan­de ge­kom­men. Den­noch – auch wenn das Klos­ter den Fall zu­nächst ver­lo­ren hat, könne man ihn als Chan­ce in Bezug auf die Men­schen­rech­te der sy­risch-or­tho­do­xen Min­der­heit sehen.

 „Wir haben jetzt eben zu­nächst ein­mal das ne­ga­ti­ve Ur­teil, das aber in sich na­tür­lich auch wie­der eine große Hoff­nung für das Klos­ter und auch für die sy­risch-or­tho­do­xe Ge­mein­schaft in der Tür­kei in sich birgt, weil damit nun der Weg nach Straß­burg und zum Eu­ro­päi­schen Men­schen­rechts­ge­richts­hof er­öff­net ist.“

 Hin­ter­grund

In dem lang­wie­ri­gen Rechts­streit des sy­risch-or­tho­do­xen Klos­ters Mor Ga­bri­el in Süd­ost­ana­to­li­en gegen das Schatz­amt der Tür­kei ging es um die Be­sitz­rech­te an 28 Hekt­ar Land in der Um­ge­bung des Klos­ters. Das Schatz­amt war in ers­ter In­stanz vor Ge­richt un­ter­le­gen, weil das Klos­ter nach­wei­sen konn­te, dass es seit 1937 Steu­ern auf den Land­be­sitz ge­zahlt hatte. Das Be­ru­fungs­ge­richt in An­ka­ra be­rück­sich­ti­ge al­ler­dings die ent­spre­chen­den Steu­er­be­le­ge nicht, weil die Do­ku­men­te an­geb­lich ver­lo­ren­ge­gan­gen waren. Das Klos­ter hatte sie zwar er­neut bei Ge­richt ein­ge­reicht, un­ter­lag nun je­doch vor der Gro­ßen Kam­mer des Be­ru­fungs­ge­richts. Nun werde ein Ein­spruch vor dem Ver­fas­sungs­ge­richt oder vor dem Eu­ro­päi­schen Men­schen­rechts­ge­richts­hof ge­prüft, heißt es.

(rv/dom­ra­dio 12.07.2012 db/cs)

Turkey: Threats to Destroy the Oldest Functioning Christian Monastery


The Mongolians failed to destroy it 700 years ago despite the massacre of 40 friars and 400 Christians. Yet the existence of the oldest functioning Christian monastery in the world, the fifth century Mor Gabriel Monastery in the Tur Abdin plane (the mountain of God’s servants) near the Turkish-Syrian border, is at risk after a ruling by Turkey’s highest appeals court in Ankara.
Founded in 397 by the monks Samuel and Simon, Mor Gabriel in eastern Anatolia has been the heart of the Orthodox Syrian community for centuries. Syriacs hail from a branch of Middle Eastern Christianity and are one of the oldest communities in Turkey.

Today the monastery is inhabited by Mor Timotheus Samuel Aktash, 3 monks, 11 nuns and 35 boys who are learning the monastery’s teachings, the ancient Aramaic language spoken by Jesus and the Orthodox Syriac tradition.

Although the monastery is situated in an area at the centre of conflicts between Kurdish separatist with the armed PKK group and the Turkish army, Mor Gabriel welcomes 20,000 pilgrims every year.

The Syriac Orthodox community – estimated to be 2.5 million across the world – is under the authority of the Patriarch of Antioch and considers the monastery a ‘second Jerusalem’.
The monastery’s reputation 1500 years ago was such that Roman Emperors Arcadius, Theodosius and Onorio built new buildings around it and enriched it with art and mosaics. But in the past 150 years Mor Gabriel has gone through a decline after the massacres of Christians by nationalists at the end of the 19th century – 3,000 Christians were burnt to death in Edessa’s Cathedral in 1895 – and clashes between Turks and Kurds in the area during World War I.
In the mid 1960s the community in Tur Abdin numbered 130,000.

Today only 3,500 people are left and the ‘second Jerusalem’ is in danger. The heads of the three neighbouring Muslim villages, Kurds with the Belebi tribe, filed a lawsuit against the monastery years ago with the support of an MP member of the Islamic Justice and Development Party (AKP) of Prime Minister Recep Tayyip Erdogan.

Under the lawsuit, the Syriacs are accused of practicing ‘anti-Turkish activities’ by providing an education to young people, including non Christians, and of illegally occupying land which belongs to the neighbouring villages.

After a number of contrasting verdicts, the highest appeals court in Ankara, which is close to the government, has ruled in favour of the village chiefs and said the land which has been part of the monastery for 1,600 years is not its property, Turkish newspaper Zaman reported.
The lawsuit also claimed that the sanctuary was built over the ruins of a mosque, forgetting that Mohammed was born 170 years after its foundation.

The verdict has been slammed by the Turkish media and Zaman wrote that the judges had ‘lost’ property and fiscal documents ‘proving that the land in question belongs to the monastery’.

Mor Gabriel now needs to appeal to the European Court of Human Rights in order to survive, a move already undertaken with success a few years ago by the Greek Patriarch of Constantinople to re-obtain the building housing the Orthodox orphanage of Buyukada in Istanbul.
July 13, 2012
frstephensmuts.wordpress.com

Ancient monastery in Turkey faces destruction in anti-Christian lawsuit

 CWN - July 12, 2012

The world’s oldest functioning Christian monastery faces a clouded future, after an appeals court in Turkey ruled that the building sits on land not owned by the monks.

The Mor Gabriel monastery, built near the Syrian border, was established in 397 by Syriac Orthodox monks, and has been in continuous use since that time, welcoming up to 20,000 pilgrims each year.
But neighboring villagers brought suit against the monks, charging that they were engaged in “anti-Turkish activities” since they educate young men in the Aramaic language and in the Christian faith. The villagers also claimed ownership of the land on which the monastery was constructed. The court sided with the villagers on that claim.

Syriac Orthodox officials are likely to appeal the decision to the European Court of Human Rights, arguing that the monastery’s title to the property has been established by over 1,500 years of use.
An appeal might also highlight the lightly-veiled anti-Christian message of the villagers’ complaint. The lawsuit alleged that the Mor Gabriel monastery was built on a site previously used as a mosque, when in fact the monastery was built 170 years before the birth of Mohammed.
catholicculture.org

Syriacs offered land already belong to other minorities


Vercihan Ziflioğlu Vercihan Ziflioğlu vercihan.ziflioglu@hurriyet.com.tr

ISTANBUL - Hürriyet Daily News

This file photo shows Mor Gabriel Syriac church in Mardin.
This file photo shows Mor Gabriel Syriac church in Mardin.

ontroversy has risen over plots of land that Turkey’s Syriac community has claimed were offered to them for the establishment of their first church in Istanbul. Two alternative spaces also offered to the Syriac community by the Istanbul municipality belong to the Armenian and Greek foundations respectively, it has emerged.

One of the land plots offered is allegedly a historical cemetery belonging to the Armenian community and the only property belonging to the Surp Stephanos Church Foundation in Istanbul’s Yeşilköy district. The other piece of land belongs to the Greek Hagios Stephanos Foundation.

The land options were proposed to the Syriac community 10 days ago, according to K.H., one of the leading figures of the Syrian community.

“They present us lands belonging to other minority communities,” K.H said. “They aim to create polemics by giving us land which belongs to another minority community. This is a scandal in its true sense.”

Officials from the Surp Stephanos Church Foundation expressed disapproval at the municipality’s recent offering. “This is the only property belonging to our foundation. We have difficulties in meeting our needs, so how could we give this land to someone else?” Arev Cebeci, one of the administrators of Yeşilköy Surp Stephanos Church Foundation, said.

The Surp Stephanos Church Foundation is currently involved in a legal case against the municipality over the return of property. “Just after the approval of the new foundation law to return properties, we opened a legal case against the municipality and won. However, the Metropolitan Municipality brought the case to the Court of Appeal. We believe that the court’s decision will be in our favor,” Cebeci said.
The foundation would consider releasing the land on only one condition, Cebeci said. “If the Syriac community wants to buy the land, we could consider delivering it.”

Istanbul Metropolitan Municipality refused to comment on questions from the Hürriyet Daily News.
“As an individual, I believe in the importance of cooperation between the different minority groups in Turkey,” said Greek-origin Laki Vingas, who is in charge of minority foundations in the Foundations Directorate General.

“The Syriacs have been struggling to establish their own church for a long time. Their struggle should be supported, but I insist on the fact that my individual opinion does not interest my community,” he said.

July/14/2012

Kaplan: Yargıtay'ın kararı haksız bir karardır


 

12 Temmuz 2012 Perşembe

BDP Grup Başkanvekili Hasip Kaplan, Yargıtay'ın Mor Gabriel Manastırı'nın yanında bulunan arazinin hazineye ait olduğu yönündeki kararına tepki göstererek, ''Böylesi tarihi manastırların sınırları, öyle kanun ile keyfi kararla çizilmez'' dedi.

Kaplan ve BDP Mardin Milletvekili Erol Dora, Mor Gabriel Manastırı'nı ziyaret ederek, Metropolit Samuel Aktaş ile görüştü. 
 
Yargıtay'ın kararını yanlış bulduklarını ifade eden Kaplan, şunları söyledi:
 
''Kararı, Mezopotamya'nın farklı dinlerinin, dillerinin, inançlarının, kültürlerinin bağrına saplanmış bir paslı hançer gibi görüyoruz. Bunu asla kabullenemiyoruz. Çünkü böylesi tarihi manastırların sınırları, öyle kanun ile keyfi kararla çizilmez. On binlerce yıldır sınırları çizilidir.''
 
Mardin Milletvekili Erol Dora da araziyle ilgili iç hukuk yollarının tükendiğini kaydederek, ''Mor Gabriel Manastırı Süryaniler için ikinci Kudüs'tür. Çok önemli bir yerdir. Bu manastır MS 397 tarihinden beri, kurulu olan bir yerdir. Biz uluslararası hukukta mücadelemizi sürdüreceğiz'' diye konuştu.
 
Mor Gabriel Manastırı Metropolit Samuel Aktaş da haksız bir karar olduğu için çok üzgün olduklarını belirterek, ''Yoksa haklı bir karar olsaydı, bunu kabul ederdik. Fakat haksız bir karardır'' dedi.
 
Aktaş, Yargıtay kararının ellerine daha ulaşmadığını, kararı basından öğrendiklerini kaydetti.
 
AA
diyarbakirsoz.com