Freitag, 28. Dezember 2012

MOR AUGİN MANASTIRI VE SÜRYANİ TOPRAKLARI

MOR AUGİN MANASTIRINDA (Nisan 2012)
27.12.2012 

ZEYNEP TOZDUMAN

Mezopotamya’da sevgiyle, sabırla, umutla bir tarih direniyor… Annesinin memesini yudum yudum emen, savunmasız bir çocuk şimdi Nusaybin/Girmeli’deki Mor Augin manastırı. Mor Augin manastırı; Süryani halkının, Mor Gabriel manastırının arazilerinin politik bir oyunla işgalinden sonra,  bir başka acısıdır. Bu halkın, acıyla bezenmiş sessiz çığlıkları yüzyıldır yankılanıyor,  Tur İzlo (Bagog) dağlarında... Yıkılan, dökülen, kaderine terk edilen, her yeri sevgiye ve barışa o kadar hasret ki. Bir yudum sevgiyi, kardeşliği, dostluğu sunmak, ne zormuş bu ülkede? Sevgiye değil nefrete, İnsana gitmeyi değil, insana zulüm etmeye programlanmış bir ülkede, SEVGİ hangi kuşun kanadında yetişir aceb?

Bu manastırın ruhu, yaşadığı onca doğa ve insan felaketine rağmen, Kutsal kitap İncil’de de yazdığı gibi sevgi, sabır ve umutla direnmiş, bu günlere gelebilmiştir. Bu manastıra sahip çıkmak, ülkemizde azınlık konumunda olan salt Hıristiyanlığa (Ezilenlere) değil, tek tanrılı bütün dinlere, bunun ötesi, insanlık tarihine sahip çıkmaktır. Öksüz ve yetim kalmış bir coğrafyada direniyor, Mor Augin manastırı.
Mor Augin manastırının kısa bir tarihçesini anlatmak istiyorum sizlere.
Süryani Hıristiyanlığına göre Mor Augin manastırı bütün manastırların anasıdır. Yine Süryani inancına göre Süryani halkının Kutsal kudüsüdür.

İsa Mesih ‘ten yaklaşık 300 yıl sonra Mısır’dan,  Mezopotamya’ya Hıristiyanlığı yaymak için 72 rahibin gelip inşa ettiği bu manastır, teknolojinin olmadığı o çağda taşların üstüne nasıl inşa edilmiş olduğunu gördüğünüzde, hayretler içerisine gireceksiniz. Âdeta Kartal yuvasını andıran çok büyük bir alan üzerinde kurulu bu manastır, insan emeğinin en ilkel yöntemleriyle yapılmış muhteşem bir eseridir. O dönemde henüz mimarlık ve teknolojinin gelişmediği gözüne alınırsa, insanoğlu inançla o kadar devasa bir eseri, sabırla nasıl örmüş inanamazsınız. Evet, Mor Augin ilk bakışta muhteşem olduğu kadar, acıyı, yok oluşu da o denli derin hissettiriyor insana. Bir zamanlar Mor Augin manastırı, sonradan yapılan on manastıra öncülük ettiği için merkez üssü görevini görmekteymiş. Belki de bu yüzdendir, sonradan yapılan manastırların Anası olma sıfatını alması. Kitapları, sayısız sunakları ve ibadet edilecek inziva yerleri, şapellleri, sütunları, kiliseleri, tarihsel yazıları ile bu manastırda adeta tarihe yolculuk ediyor insan.
Süryani inancına göre Azizlerin ayak izleri ile bereketlendirildiği bu manastırın, her yerini, sararan otlar kaplamış. Sanki bu manastır hep hazan mevsiminde var olmuş gibi dokunduğunuz, gözünüzün görebildiği her yerinden çaresizlik ve hüzün akıyor.

Her insanın yaşadığı topraklarda, tarihe karşı bir sorumluluğu vardır. Süryani tarihinin değerli bir eseri olan Mor Augin manastırına sahip çıkmak, bu ülkede yaşayan tüm halkların, özellikle bölge itibarıyla Kürt halkının görevidir. Bölgede Süryani halkının arazi davası ile ilgili yaşadığı o kadar çok sorun var ki, Türkiye kamuoyu, Süryani halkını, Devletin Mor Gabriel manastırına haksız bir şekilde açılan toprak ve arazi davalarıyla tanıdı. Bölgede Süryani halkına sadece devlet mi, haksızlık ediyor? Daha geçenlerde basında yer alan bir haberde, Mardin İHD’nin ara bulucuk yaptığı Midyat’a bağlı ZAZ köyünde, Kürt komşulara emanet edilen toprakları, işgal eden ve Süryanilerin yetiştirdiği ürünlere el koyanlar mı? Aramazsınız yine Midyat’a bağlı Kafro köyünde baskı, darp ile karşılaşan, Diaspora’dan dönüş yapanları, Onurlu Kürt ve Arap halkı sahip çıkmayacaksa kim sahip çıkacaktır?

Türkiye Cumhuriyet’i, yüzyıldır Osmanlı oyunlarıyla, yasalarıyla, baskılarla bölgede sayılarını üç bine düşürmeyi başarmıştır. Son bir-iki yıldır Şırnak, İdil ve Midyat’ta Kilise misafirhanelerine yıkım kararları çıkması, sayıyı daha da azaltmak için olsa gerek. Tarihi bir yapıyı kendi kaderine terk etmek, sahip çıkmamak, ayak oyunlarıyla topraklarını ele geçirmek, bir katliamdır. Bu bir tarihi yok etme, kültür katliamıdır!

Mor Gabriel manastırının hukuk mücadelesinde, Süryani halkıyla yan yana olan Kürt halkından ve özellikle BDP’den şimdi de Mor Augin'e daha fazla sahip çıkmasını bekliyoruz. Mor Augin’nin arazi davasıyla ilgili sorunlarını, Süryaniler lehine çözmeleri, BDP ‘yi ve Kürt özgürlükçülerini, kamu vicdanında daha çok yücelteceğine inanıyorum. Çünkü Mor Augin manastırı Nusaybin/Girmeli ilçe sınırları içerisindedir. Girmeli ilçesi de BDP’li belediyenin elindedir. Bunu bir şans olarak görüyor ve biz, barışseverler, insan hakları savunucuları olarak hak gaspı konusunda yüreğinizin terazisine güveniyoruz. İnancım o’dur ki, ancak acı çeken halklar birbirini anlayabilir.2009’dan bu yana Kürt halkının yaşadığı acılar, operasyonlar ve tutuklamalara 28 Aralık 2011’de Roboski katliamı eklenmiştir. Katliamın birinci yılında 34 güzel insanı saygıyla anıyor ve diyorum ki,1915’den bu yana bizler, TC.’nin yaptığı hiçbir katliamı unutmadık/unutturmayacağız. Roboski katliamının hesabını sormak, Süryani halkına yapılan katliam, talan, işgal ve gaspın hesabını sormaktan geçer.

Süryani halkının işgal, gasp, hile yoluyla elinden alınan arazilerle ilgili bir döneme değil, her döneme damgasını vuran, ezilen halkların savunucusu değerli Teslim Töre hocamızdan, sosyal medya aracılığı ile yardım istedik. Yardım çığlıklarımıza olumlu cevap veren özgürlük savaşçısı hocamız Teslim Töre’nin, sosyal medyada çıkan “Adalet komisyonuna” yazdığı yazının ardından, Zübeyir Aydar ve Remzi Kartal ile görüşmesi sonucu, somut bir adım atılacağı haberini almış olmakla, yüreklerimize su serpilmiştir.

Sayın Teslim Töre’nin aktarımıyla, Remzi Kartal ve Avukat Zübeyir Aydar arasındaki diyalogda “ ben avukatım araştırdım, hile yaparak o topraklara el koymuşlar, Süryaniler giderken söz konusu toprakları, tanıdıkları, güvendikleri birine emanet ederek; biz dönene kadar bakın dönünce biz bakarız demişler. Adam ‘tamam’ demiş, ama sonra hile yaparak, aynı toprakları, hazine malı imiş gibi hazineden satın alma işlemleri yaparak, tapuyu kendi üzerine çıkartmış. Dolaysıyla da yasal olarak hiç açık bırakmamış. Bunun yöntemini iyi belirlemek gerekir. Yöntem iyi belirlenmediği taktirde, devlet devreye girerse, gaspçıyı destekler, sorun farklı boyut kazanır. Ne olursa olsun, biz o toprakların eski sahiplerine iade edilmesini mutlaka sağlayacağız. Ancak zamanlama ve yöntemi doğru ayarlamak lazım” şeklinde Teslim Töre hocamıza bilgi vermişler.

Bu cümleden anlaşılan o ki, Remzi Kartal ve Zübeyir Aydar konuyu ciddiyetle ele alıp hemen araştırmış, sözleriyle gerekeni yapma konusunda somut bir adım atılmış kabul ediyor ve gereğinin yapılmasını bekliyoruz.
Ben bir kadınım, anayım. Ve kadınlar doğası gereği yıkıcı değil, barışçıldır. Nerede böyle yıkılmış, terkedilmiş, hayvan barınağı haline getirilmiş Kilise ve Manastır, şapel, görsem yüreğimin sol yanından kan, damlar. Oysaki kendi kutsalımıza saygı, öncelikle diğerinin kutsalına saygıyla başlar.

Buradan, Hıristiyan Avrupa halklarının, ortaya çıkaracağı kolektif vicdana da sesleniyorum. Bu manastırın işlerlik kazanması için restorasyonu, çevre düzenlemesi yapılması gerekiyor. Bu manastırın binlerce yıl daha ayakta kalabilmesi için milyonlarca dolara ihtiyaç vardır. Diaspora’daki Süryanilerin ekonomik katkılarıyla, Mor Augin manastırı olacak gibi değil diye düşünüyorum. Hıristiyan Avrupa’nın da buraya maddi ve manevi destek vermesi gerekir. Bölgede Kürt halkı, Avrupa’dan da Hıristiyan kuruluşları, buraya sahip çıkarlarsa sanırım yeniden Süryani halkına kazandırılır.

Nusaybin/GİRMELİ ovasının uçsuz-bucaksız görüntüsünün ayaklarınızın altına serili olduğu, Mor Augin manastırına, yeniden nefes verilmesi, Süryani halkına ait arazilere sahip çıkılması, küresel bir barışa da vesile olacaktır. Haydi! Dostlarım, Bölgede onurlu bir barış için Süryani halkına bir elde sen uzat.

Donnerstag, 27. Dezember 2012

SANA: Syria - Christmas Cerebrations Limited to Prayers and Masses All Over Country


Dec 26, 2012

DAMASCUS, (SANA) – Christmas celebrations in Syria this year have been limited to prayers and masses only due to the events taking place in the country and in respect of the souls of the martyrs who offered their lives to defend the dignity of Syria.
Prayers and masses were held on Tuesday in all churches and places of worship across the country, with Christmas sermons stressing that the awareness of the Syrian people is the element which will achieve victory over the conspiracy targeting all Syrians, and praying for the souls of martyrs and for Syria to remain secure, stable and steadfast.
In St. George Cathedral for the Syriac Orthodox in Damascus, Archbishop Paul al-Souqi, Bishop Jean Qawwaq, and Bishop Matthew al-Khouri held mass, assisted by Father Goerge Kouriye and the students of St. Ephraim Academy and the St. Ephraim the Syriac Choir.
Bishop Matthew al-Khouri delivered a message from Syriac Orthodox Patriarch of Antioch and All the East, Patriarch Zakka I Iwas, in which he spoke of the meaning of Christmas which inspires cheer in people, which makes it a duty to spread cheer and mend broke hearts.
He called on Syrians abroad to keep their homeland in their heart, stressing that peace isn't a mere word or slogan, rather t's a matter of destiny, future, life, dignity, sovereignty, rights and duties, adding that working for peace is harder and more complex than war.
Bishop al-Khouri foretold a bright dawn coming to Syria, beseeching all decision-makers and people with good intentions in Syria to end violence and bloodshed and engage in dialogue.
He concluded by praying for the martyrs of Syria and offering condolences to their families.
A mass was also held in the National Evangelical Church in Damascus, presided upon by Pastor Peter Zaour, assisted by Pastor Samuel Hanna and the church choir.
Pastor Zaour said that the celebration of Christmas comes at a time of sadness due to the bloodshed, instability and destruction taking place in Syria, praying that the passing days of tears and destruction will be left behind and that a new life of love, compassion and reconciliation will begin.
R. Milhem / Ghossoun / H. Sabbagh
sana-syria.com

Viel Unterstützung aus Paderborn für das älteste noch existierende Kloster Mor Gabriel

Paderborn

Leuchtturm der Christenheit


 1000 Mönche haben hier in der Blütezeit von Mor Gabriel gelebt ebetet und auf den Feldern ringsum gearbeitet. Jetzt wurde das Land enteignet und die Christen im Südosten der Türkei kämpfen um die nackte Existenz und ihre 1600-jährige Geschichte. Fotos: WV

Donnerstag, 27. Dezember 2012,- 00:39 Uhr
Von Rüdiger Kache

Paderborn (WB). Die Christen im Südosten der Türkei sind nur eine kleine Minderheit. Aber sie haben starke Freunde, die ihre Notlage immer wieder öffentlich machen und so für neue Hoffnung sorgen. 20000 Unterschriften haben der Paderborner Landtagsabgeordnete Daniel Sieveke und seine Mitstreiter unter der Schirmherrschaft des Europaabgeordneten Elmar Brok gesammelt, um das bedrohte Kloster Mor Gabriel und ihre Bewohner zu schützen.
 
»Ein beeindruckendes Land mit einer ebenso beeindruckenden Geschichte«, ist der Paderborner Landtagsabgeordnete Daniel Sieveke immer noch fasziniert von den Menschen und ihrem tiefen Glauben. Erst vor wenigen Wochen waren Sieveke und sein Büroleiter Hartwig Höschen ganz nahe dran an diesem ständigen Konfliktherd im kargen Bergland der Südosttürkei, nur einen Steinwurf entfernt von der syrischen Grenze. Dort, wo riesige Lager für die Menschen entstehen, die vor dem Bürgerkrieg in Syrien fliehen konnten. Hinterm Stacheldraht-Grenzzaun mit dem alten Grenzposten aus Lehm grüßt Assad noch immer von einem überlebensgroßen Plakat in die Türkei. Ein unwirkliches, beängstigendes Bild, wie Sieveke und Höschen sich erinnern. Mit dabei war als Kenner der Sprache und der verworrenen Situation zwischen Türken, Kurden und den Christen in der Region der Delbrücker Ibrahim Cicek, der erst kürzlich auf dem CDU-Bundesparteitag in Hannover von Bundeskanzlerin Angela Merkel für seine Integrationsaktivitäten ausgezeichnet wurde. Er kam vor 30 Jahren als Elfjähriger aus der Region nach Delbrück.

Sieveke, der einer ganz persönlichen Einladung des Abtes des Klosters Mor Gabriel, Bischof Timotheus Samuel Aktas, gefolgt war, hatte Gelegenheit, mit vielen, zum Teil auch aufgeschlossenen Beamten, Politikern und Würdenträgern zu sprechen. Es habe Zusagen, etwa für eine Strom- und Wasserleitung, durch den zuständigen Landrat gegeben. »Jetzt müssen wir sehen, ob solche Zusagen eingehalten werden.«
Der Protest sei angekommen in der Türkei, zieht Sieveke eine Bilanz seiner achttägigen Informationsreise, »Auch Staatspräsident Erdogan hat das uralte Kloster mit den standfesten Mönchen und Nonnen und die Bewohner der kleinen christlichen Siedlungen wohl unterschätzt. Es geht hier um den Minderheitenschutz in der Türkei an sich, und das ist eine wesentliche Frage in der Debatte um eine EU-Mitgliedschaft der Türkei.«
Wie aufmerksam dort Politikerbesuche verfolgt und in den Medien begleitet, aber auch gerne mal missverstanden werden, zeigt eine Kampagne, in der Sievekes Äußerungen beim Gespräch mit einer sehr forschen Bürgermeisterin gar in die Nähe von PKK-Sympathie gerückt wurde. »In türkischen Zeitungen habe ich dann deutlich gemacht, dass die kurdische PKK in der Europäischen Union nicht als politische Instanz, sondern als Terrororganisation betrachtet wird.« Vereinnahmen lasse er sich nicht.

Bei der Rundreise durchs Kurdengebiet sei man ständig von bewaffneten Sicherheitskräften begleitet worden. »Europa schaut genau hin, wie die Türkei sich den Minderheiten im Land gegenüber verhält. Und die Minderheiten setzen ihre Hoffnung auf Europa.“ Das Kloster Mor Gabriel, so Sieveke, sei ein Leuchtturm für die syrisch-orthodoxen Christen, eine Burg und das Zentrum für die Syrer im Tur’Abdin, dem »Berg der Knechte Gottes« zwischen Euphrat und Tigris.

Und dort kämpft man auch um die blanke Existenz, nachdem der türkische Staat und zuletzt auch kurdische Nachbardörfer massiven Druck ausgeübt haben, um den gesamten Grundbesitz des Klosters zu enteignen. Bis vor den Europäischen Gerichtshof für Menschenrechte werde man gehen, um Unrecht anzuklagen, sagt der Abt. Die höchsten türkischen Gerichte haben das Land schon verteilt, das seit jeher dem christlichen Kloster gehört.
westfalen-blatt.de

Mittwoch, 26. Dezember 2012

Midyat Kaymakamı, Süryani Vatandaşların Bayramını Kutladı

Mardin’in Midyat ilçesinde Süryanilerin Noel Bayramı münasebetiyle Kaymakam Oğuzhan Bingöl ve daire amirleri bayram ziyareti gerçekleştirdi.
Mardin’in Midyat ilçesinde Süryanilerin Noel Bayramı münasebetiyle Kaymakam Oğuzhan Bingöl ve daire amirleri bayram ziyareti gerçekleştirdi.

    Mort İşmuni Kilisesi'nde gerçekleştirilen ziyarette Kaymakam Oğuzhan Bingöl’ün yanı sıra Garnizon Komutanı Albay Veysel Biçer, Başsavcı Adnan Küçükyumuk, Emniyet Müdürü Serdar Yurdagül, daire amirleri hazır bulundu.

    İlçe protokolü, Papaz İshak Ergün, Süryani Kiliseler Vakıf Başkanı Anto Nuay, Mor Gabriel Vakıf Başkanı Kuryakus Ergün ve Süryani vatandaşlar tarafından karşılandı.

    Kültürel zenginliğinin ve hoşgörünün önemine değinen Kaymakam Oğuzhan Bingöl, “Farklı dinlere, farklı inanç ve kültürlere saygıyı ve sevgi içerisinde olmalarının mutluluğu içerisindeyiz. Bu vesile ile bayramınızı kutlarız.” şeklinde konuştu.

Bayram ziyareti hatıra fotoğrafı çekilmesiyle sona erdi.


CİHAN
midyathabur.com/ 26.12.2012

Süryaniler Doğuş Bayramı'nı Mardin'de Kutladı

Mardin ve çevresinde yaşayan Süryaniler, Doğuş Bayramı'nı kutluyor. Süryaniler sabahın erken saatlerinde bin 400 yıllık tarihi Kırklar Kilisesi’nde eşleri ve çocukları ile geldi.
Mardin ve çevresinde yaşayan Süryaniler, Doğuş Bayramı'nı kutluyor. Süryaniler sabahın erken saatlerinde bin 400 yıllık tarihi Kırklar Kilisesi’nde eşleri ve çocukları ile geldi. Ayini Oxford Üniversitesi mezunu Deyrulzafaran Manastırı Metropoliti Nuri Saliba Özmen ve Kırklar Kilisesi Baş Rahibi Gabriyel Akyüz birlikte yönetti.
Kilisede kız ve erkek koroları ayin boyunca Süryanice, Arapça ve Türkçe ilahiler okuyarak ruhani liderlere destek verdi. Ayine katılanlar ruhani liderler tarafından özel olarak hazırlanan çeşitli baharatlardan oluşan tütsüler, gümüş tütsülükler içinde yakılarak kutsandı. Kilise ortasında yakılan ateşle devam eden ayinde Metropolit Özmen ve Başrahip Akyüz, Türkçe, Arapça ve Süryanice konuşma ve dua yaptı. Ayinin sonunda ayine katılanlar kilisede bulunan dua mumluğunda mum yakıp dua etti. Başrahip Akyüz, ayine katılanların ağzına şaraba banılmış ekmek parçacıklarını koyarak bayramlarını kutladı. Süryanilerin bayramına çok sayıda Müslüman'ın katılması ise dikkat çekti.

Süryani vatandaşların bayramını kutlamak için Mardin Valisi Turhan Ayvaz, Belediye Başkanı Beşir Ayanoğlu, Artuklu Üniversitesi Rektörü Porf. Dr. Serdar Bedi Omay, Emniyet Müdürü Derviş Kara, İl Müftüsü Dursun Ali Çoşkun ve daire amirleri de kiliseye geldi. Deyrulafaran Manastırı Metropoliti Salibe Özmen ve Süryani vatandaşlar misafirlerini kapıda karşıladı. Kiliseye gelen davetlilere mırra ve Süryani çöreği ikramında bulunuldu.

BİRLİKTE KARDEŞ BİR AİLE GİBİ YAŞIYORUZ

Bayramların milli birlik ve bütünlüğü simgelediğini, kırgınlığın ortadan kalkmasına vesile olduğunu belirten Mardin Valisi Turhan Ayvaz, Mardin farklı din ve dillerini, kültürlerini herkesin örnek alması gerektiğini belirtti
Mardin her türlü din, dil ve ırk açısından yüzyıllardır bir arada yaşadığı hoşgörü kenti olduğunu belirten Vali Ayvaz şöyle konuştu:“ Burada 30 medeniyetin geçtiği ve bu zamana kadar hoşgörünün hasıl olduğu bir şehir. Yine bu hoşgörü devam etmektedir. Herkes birbirine gayet iyi bir şekilde geçinmektedir. Birbirine saygı ve saygıyı özellikle dini alanında herkes komşusunun kutsal günlerini tebrik etmektedir. Birlikte kardeş bir aile şeklinde yaşanıyor. Bu binlerce yıldır böyle devam ediyor. Temennimiz bu kardeşliğin devam etmesidir. Sadece duygu düşünce olarak değil, aynı zamanda birbirimizin mabetlerine, camisine, kilisesine sahip çıkmışızdır. Önemli bir görevimiz var. Mardinliler olarak her cemaatten her dilden olarak dünya insanlarına gerçekten her dinin beşiği olan ilimizi layıkı ile tanıtmaktır. Bu nedenle Süryani cemaatimizin bayramını kutluyorum.” dedi.

MARDİN DÜNYAYA ÖRNEK OLUYOR

Mardin Deyrulzafaran Manastırı Metropoliti Saliba Özmen ise, Mardin’de dillerin, dillerin farklı kültürlerin beraber yaşadığı hoşgörü kenti olduğuna dikkat çekti. Mardin tarihçesine bakıldığında değişik toplumların etnisitelerin, dinlerin kültürlerin beraber yaşadığı birbirini benimsediği bir atmosfer olduğunu kaydeden Özmen konuşmasına şöyle devam etti.” Hem bölgemiz içini hem Türkiye içini hem dünya için güzel bir yapı ve örnek teşkil ediyor. Bu ruhani mevsimler dini bayramlar ve kültürel bayramlarda insanlar birbirine olan sevgisini saygısına karşılıklı bir şekilde pekişmesine vesile oluyor. Mardin tarihine baktığımızda Hıristiyanların Müslümanların Yezidilerin, Süryanilerin, Kürtlerin, Arapların, Türklerin ve bütün halkların birbiri ile olan saygısını, sevgisini, dayanışmasını tarih boyunca yansıtmıştır. Bu güzel birlikteliğin ve bayramların bu olumsuzlukları ortadan kaldırmasına vesile olmasını diliyorum.”

MARDİN KİMLİKLERİNDEN VEYA İNANÇLARINDAN DOLAYI ÖTEKİLEŞTİRİLMEDİĞİ BİR ŞEHİRDİR..

Mardin’de dini anlamda dört dini bayram kutlandığını belirten Mardin Belediye Başkanı Beşir Ayanoğlu, "Biz bugün Süryani, Hıristiyan cemaatinin Noel bayramını kutlamak için burada bulunuyoruz. Mardin’de farklı kültürler bir arada. Hem etnik anlamda hem de dinsel anlamda insanlar bir arada yaşıyor. Bir hoşgörü ortamında insanlar ibadetlerini günlük yaşamlarını sürdürüyor. Bu hoşgörü ortamı hem Türkiye’ye hem de dünyaya model olacaktır. Biz Mardin olarak çoğunluk kültürü değil çoğulcu bir kültüre sahibiz. Bununda altını çizmek gerekir. İnsanlar burada kimliklerinden veya inançlarından dolayı ötekileştirilmediği bir alandır. Bu alanı benimsemek gerekir.”şeklinde konuştu
Mardin Müftüsü Dursun Ali Coşkun da, Süryani cemaatinin bayramını kutlayarak, farklı dinlerin ve dillerin bir arada yaşamanın önemine değindi.
Tören sonunda kilise avlusunda toplanan Müslüman ve Süryaniler birbirleri ile kucaklaşarak hoşgörü tablosu sergiledi.

CİHAN
midyathabur.com/  26.12.2012

Mardin'de Tapulu Süryani kilisesi var!


Mardin'de yıllardır depo olarak kullanılan ve 5'inci yüzyılda inşa edildiği tahmin edilen yapının kilise olduğu belirlendi. Tescillenen yapının tapusunu elinde bulunduran marangoz İbrahim Aycun ise yapıyı hak ettiği değer verildiği takdirde satmayı düşünüyor.
Birinci Cadde'nin ara sokaklarında bulunan kilisenin sahibi İbrahim Aycun (78), yaptığı açıklamada, babasının bu yapıyı depo ve iş yeri olarak satın aldığını, babasından kendisine miras kaldığını belirtti.

Babasının yapıyı kimden satın aldığını bilmediğini ancak tapusunun bulunduğunu aktaran Acun ''Kilise olduğunu bilmiyorduk. Bu yapı çok eski. Mardin'in en eski yapılarından. Kiliseyi depo olarak kullanıyoruz. Tescillendikten sonra kilise olduğunu öğrendim. Ancak kilise olduğunu Süryaniler biliyormuş'' dedi.

Oğul Ömer Aycun (50) ise depo olarak kullandıkları yapıda 35 yılının geçtiğini, dedesinin ne zaman satın aldığını hatırlamadıklarını anlatarak, ''Bir iş yeri olarak biliyorduk. Dedemler de kilise olduğunu bilseydi, almazdı. Kilise içinde bulunan bir kapının Deyrulzafaran Manastırı'na gittiğini, bir kapının ise kaleye gittiği söyleniyor. Tünel varmış. Çalışma yapılması gerekiyor'' diye konuştu.

Aycun, yapının turizme kazandırılması için satın almak isteyen kişilerin olduğunu da kaydetti.
Mardin Valiliği Koruma Denetleme Bürosu'nda görevli sanat tarihçisi ve Sabancı Mardin Kent Müzesi Müdürü Gani Tarkan da kilisenin tarihçesiyle ilgili net bir bilgi olmadığını, yapıya ait herhangi bir kitabenin bulunmadığını açıkladı.

Yapıyı tesadüfen keşfettiğini bildiren Tarkan, ''Müzede ahşap oymacılığı kursu için kalas almaya geldiğimde, böyle bir yapıyla karşılaştım. Adeta büyülendim yapıyı görünce. Böyle bir yapı beklemiyordum. Kötü bir atölye, kötü bir depo beklerken erken Bizans dönemine ait bu yapıyla karşılaştım. Girer girmez kilise olduğunu anladım'' dedi.

Kilisenin özel mülkiyet olarak satın alındığını, yıllarca kilise olduğunun bilinmediğini, tarihi yapının marangoz dükkanına ait bir depo olarak kullanıldığını kaydeden Tarkan, ''Bir dönem tahin deposu, imalathanesi olarak kullanılmış. Ancak biz burayı 2009 yılında keşfettik. Hazırladığımız raporu sunduk. Diyarbakır Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu tarafından birinci grup yapı olarak tescil edildi. Şu anda tescilli bir yapı. Kilise olarak tescillendi. Bence çok önemli bir yapı. Erken Bizans dönemi açısından çok önemli bir yapı'' ifadesini kullandı.

Kitabesi olmadığı için kim tarafından yapıldığının tespit edilemediğini vurgulayan Tarkan, burayı keşfettikten sonra Kırklar Kilisesi Başpapazı Gabriel Akyüz ile görüştüğünü, Akyüz'ün kiliseyle ilgili arşiv taraması yaptığını belirtti. Tarkan, Akyüz'ün yapının isminin Mor Yuhanno olduğunu belirlediğini, bu isimle tescillendiğini kaydetti.

Mardin'de 2009 yılına kadar tescilli 8 kilise olduğunu, bu yapıyla birlikte sayının 9'a çıktığını dile getiren Tarkan, yaklaşık olarak 400 metrekarelik alana sahip yapının yüksekliğinin ise 15 metre civarında bulunduğunu bildirdi.

''CAMİ OLARAK DA KULLANILMIŞ''

Eserin kamulaştırılıp turizme kazandırılabileceğini, çok nitelikli bir yapı olduğunu dile getiren Tarkan, şunları söyledi:
''Çünkü burada patriklere ait mezarlar var. Bildiğiniz klasik bir kilise. Kitabesi olmamasına rağmen yapıdaki süsleme özellikleri, yapının karakteristik özelliklerinden yola çıkarak, bölgedeki yapılarla benzerliği göz önünde bulundurularak yapının 4, 5 ya da 6'ıncı yüzyılda yapılmış olabileceğini tahmin ediyoruz. Bu kiliseye benzer yapıların kitabesi olan yapıların 4-5'inci yüzyılda yapıldığını biliyoruz. Onlarda kitabe var. Benzer bir örneği Savur'a bağlı Dereiçi köyünde Mar Yohanne Kilisesi, aynı şekilde Deyrulzafaran Manastırı içindeki Azizler Evi bu yapıyla benzerlik arz ediyor. Nusaybin'deki Mor Yakup Kilisesi'nde, bu yapıya benzer süsleme özellikleri var. Duvar örgüsü aynı, mimari olarak plan şeması olarak aynı. Mor Yakup Kilisesi'ne kapıları çok benziyor. Patriklere ait mezarlar da Deyrulzafaran Manastırı'ndaki mezarlıklarla aynı özelliklere sahip. Apsisi ortada hala sağlam.''

Kilisenin yapımında kullanılan taşlar incelendiğinde, sadece erken Bizans dönemi özelliklerinin görülmediğini vurgulayan Tarkan, Artuklular yani İslami dönemde de kullanıldığını ifade etti. Gani Tarkan, sözlerini şöyle sürdürdü:
''O dönemde Hristiyanlar tarafından kullanılmış. O dönemin özelliklerini de almış. Özellikle yan yana duran 3 mezar var. Mezarın üstündeki süsleme özelliklerine baktığımızda Selçuklu özelliklerini görmemiz mümkün. İslami döneme ait süsleme özellikleri de var. Onun dışında devasa büyüklükte taşlar var. Bu blok taşlar da yapının erken Bizans döneminde yapıldığını, genç Roma döneminde yapıldığını bize gösteriyor. Yapı karışık üslupta yapılmış bir yapı. Tek bir dönemde yapılmamış. Farklı dönemlerde de restore edilmiş. Cami olarak da kullanılmış. Güneyinde bir mihrap var. Biliyorsunuz kiliselerde güneye bakan mihrap olmaz. Mihrap varlığı da buranın bir dönem cami olarak kullanıldığını bize ispatlıyor.''

Süryani vakıf ve derneklerinin kiliseyi satın almak istediği, ancak fiyat konusunda anlaşılamadığı öğrenildi. 
 
AA - Yayın Tarihi : 20 Aralık 2012 Perşembe 16:01:52
kenthaber.com 

Sonntag, 23. Dezember 2012

The Syrian Archbishop of Aleppo, Mar Gregorios Yohanna Ibrahim, speaks to The Majalla about the situation in Syria's second city

Written by : Amy Assad
on : Saturday, 22 Dec, 2012

A Bishop’s View from Aleppo

View of the Christian Maronite church in the Jdeideh neighborhood of Aleppo, hit by a rocket, under the control of the Syrian army on 2 September 2012. Source: JOSEPH EID/AFP/Getty Images

For Christians all over the world, December is usually a time for celebration. For Christians in Syria—and indeed for all Syrians—life remains as challenging as it has been for the past twenty-one months. Communities in Syria are tackling food shortages and electricity blackouts against a backdrop of harsh winter temperatures.
Syrian Orthodox Archbishop of Aleppo, Mar Gregorios Yohanna Ibrahim, travels the world attending interfaith events and discussions on Syria, and recently appealed to the international community for solid diplomatic initiatives in the country. In conversation with The Majalla, Ibrahim discusses Syria’s continuing instability from his own perspective as a community leader in the country’s most populous city.

The Majalla: What is the current state of Aleppo?

Aleppo as a city is a tragedy, a real tragedy, because a third of the city has been destroyed and most parts of the city are paralyzed. Everything is blocked: no shops, no souk, no schools, no university, no mosques, no churches. It’s a real disaster. When you come to Aleppo you can read the sadness in the eyes of all the people, from all different backgrounds. If this tragedy continues the whole city will become a dead city, and this is why Syrians are looking for something to happen, like from America, immediately, just to stop this tragedy.

Q: Do you think that foreign intervention in Syria is a good idea?

I think there are different scenarios for the future of Syria. One is international intervention, or Arab intervention, or intervention from its neighbors. This is not an entirely good scenario because then the question is, ‘How would you put an end to this intervention?’ On what condition would they leave? You cannot guarantee they will go. If you cannot guarantee that, this is not a good scenario for Syria.
The second scenario is that Syria will have a real civil war, which we don’t have right now, because although the fighters come from different backgrounds, they are also divided into different groups. It is not true that everyone is carrying weapons and that everybody is involved in this war and everyone is fighting. There is no civil war in this sense.
Now the third scenario could be the division of the country and this is another disaster for the future of Syria because this united country will become fragmented. You can divide it but you cannot unite it again, and you might regret that in the future. So, intervention is maybe one of the most vivid scenarios for Syrians because they believe that when the military assistance comes from other parts of the world—Europe, USA, Turkey, Qatar, and Saudi Arabia—they might be able put an end to this dirty war. In my opinion, that could complicate the situation further. We don’t need to have another negative element that can take hold of the whole country in the future.

Q: Without an intervention, what hope do you have for the future of the country?

First of all, we need a group of wise people. Still I believe that yes, there are some external elements in this war, but still I believe that the Syrians themselves can do something for their country. If you can find sincere people who can really represent different components, come together and have a constructive dialogue, this might bring some kind of solution for the future.
The other thing is that we should go for is, not a dialogue, but a negotiation, because when you sit down at a table you have to contribute something as well as listen. If you have this exchange from both sides of the table, that is negotiating. Dialogue means that you can hear me, I can hear you; you can talk, I can talk. That is not enough. Negotiation means that you are prepared to give as much as you are ready to receive. By negotiation, and I think even if the external elements take part, they might be able to provide some solution for the future. The main problem today with Syria is how to rebuild confidence among the people. It is not only to stop the war.
Now there are certain things that should become an introduction for this negotiation. First of all is the ceasefire. If you don’t have a ceasefire you cannot negotiate. If you don’t have a ceasefire you cannot tell yourself and the others that we stopped everything. No bloodshed, no injured people, no kidnapped people. You cannot imagine how it is to live in a peaceful atmosphere.
Also, this is very important, we should really think about those who are in prison and those who are kidnapped, those who are injured and you have many of them . . . and then the uprooted people. Equally important is that we should think about how to supply humanitarian aid, because you know wherever you go today in any city town or village, you will find people who are really in need. They have become desolate; there are incredibly poor families so humanitarian aid will help a lot. Then after that negotiation is the solution where everybody can come and talk.

Q: Do you think negotiations are possible now?

I think if the rebels and the opposition outside of Syria will not sit down [at] the table no solution will come. You know when you talk alone it means that this is a monologue not a dialogue. You cannot reach a solution through a monologue. You have to bring those who have a really bad opinion about you—let them come and talk and then you might just come to a solution.
If you talk alone or talk with those who are supporters, that is pointless. I was recently in Iraq. There was an excellent meeting with about one hundred and twenty people from Syria. There we heard from the opposition’s side and those that are loyal to the regime. But in fact all of them are Syrians from inside. I think under the auspices of the UN—maybe Arab League—maybe Arab countries that are keen to see Syria return [to how] it was before . . . can bring some solution. At least they could come to a conclusion that a ceasefire should be one of the most important agreements between them.

Q: Do you think that the international community is doing enough to encourage this negotiation?

Until now, I think not. It’s a big pity to say that the international community until now didn’t give any evidence that they can influence both sides, neither the rebels and the opposition, nor the regime, because both sides are fighting and the fighters are from both sides. They are killing from both sides and they are destroying from both sides. So it seems that those who are somehow father of the opposition, they cannot stop it, and from the other side also Iran, Russia, [and] China cannot stop the regime from killing and destroying. So it seems that the international community until now failed to have a real picture of how to stop this bloodshed.

Q: What is your opinion of the newly formed opposition coalition?

I think it’s good because when you have a fragmented opposition, when you have a weak opposition . . . For me, I think to come together as opposition and to be united and be organized and have a clear agenda for the future, it’s very good because in that way you can talk to a representative. If a group is not united, not organized, not clear in its vision you have no one who can represent them to talk to. Now a coalition is there, it’s good. You can invite them to talk and see if there can be any concrete solution for the future, so I think I am positive about that.

Q: Does the Christian community in Syria still feel particularly vulnerable?

Christians in Syria . . . the majority are keeping silent. Of course we were in a stage where everybody was worried, but today I think that everybody is afraid. We couldn’t believe that within twenty months things will have that kind of dramatic change within the society. And we couldn’t believe that sometimes our churches will be attacked, our Christian people would be kidnapped and then we will hear some bad words about our existence, our presence in Syria. Everything is new for us.
Therefore, I think the majority of the Christians today are keeping silent waiting for some changes. We have among the loyalists many Christians. Some of those defend the regime and President Bashar Al-Assad. Then on the opposition’s side we also have some Christians, we have good names, we know them very well, like George Sabra, Michel Kilo, Faiz Sara . . . I think those are well-known Christian figures in Syria. Even if they don’t represent Christianity, you know from their names—you know they are Christians.
We’ll see, because the Christians until now, they are at a stage of waiting for the future, no one can give any indication that something positive or negative will happen to the Christians. Now there is one phenomenon which is very important: at least a third of the Christians have now left Syria, or they were moved from one place to another. I can guarantee that from Aleppo between twenty and thirty thousand Christians have left the city. Mainly they went to Armenia, because we have a large Armenian community in Aleppo, and the rest they went to other places. We have thousands of families waiting in Lebanon for nothing; they don’t know whether this will allow them to come back or not. So the Christians today, the majority are keeping silent they don’t give any declaration of who they are, but the rest, as I said, some are with here and some there.

Q: How far do you believe this will be the final exodus of Christians from Syria?

I hope not, because that will be not only a disaster for the Christians in Syria but for other components of society as well and therefore for the Syrians, both for the Alawites and Sunnis, and that would be a disaster for the whole area. Christians are always leaving from one country to another and in the end you will find yourself in a region where you don’t have Christians—take Iraq and Palestine for example—and today it has started in Syria and in Egypt. The Christians are coming down in number and that will affect negatively on all the societies where they used to live.

Q: Do you have a positive outlook for the future of Syria?

Well yes, as a man of God or as a religious leader I see that still at the end of this tunnel there is light, and we could go there and benefit from that light and do something not only for the bodies but even for the spirits, because we don’t like to harm the spirits of the people.
I think we should have hope and confidence, and I think we should look forward and try to gain from this rich history of communities of components and then decide together to rebuild Syria and have a real Syria where everyone can feel that he belongs to this country. Belonging is not something small: it is a very big thing. If you belong to a country it means you have identity; if you don’t have identity you feel that you are nothing. Identity is about how much I belong to this country, to the soul of this country, to the heritage of this country, to the history of this country and how far I can work with the others for anything which will bring peace fraternity tranquility and prosperity to the country.

Amy Assad

Amy Assad

Is an editor at The Majalla and an English-Syrian London based writer who specializes in the Arts and Culture of the Middle East. She received her BA in Arabic and Middle Eastern Studies from Leeds University and has lived and studied in Syria and Morocco

majalla.com

Samstag, 22. Dezember 2012

Finally, Istanbul gives Syriac Christians a place to build: a cemetery

Main gate, Mor Gabriel Monastery
Main gate, Mor Gabriel Monastery  (Photo: B. Baker)
Syriacs call it a ploy to pit Christian communities against each other

Three years after a Syrian Orthodox foundation applied to build a church in Istanbul, the Greater Istanbul Municipality has granted them a large plot of land and a building permit.
Banner headlines in the Turkish media praised the early-December decision as “a first in the history of the Republic,” declaring that never before had Turkey allowed a non-Muslim minority to build an official new house of worship.

Still, Syriac Christians were far from pleased.

For one thing, the land they were “granted” by the municipality is, in fact, a Latin Catholic cemetery.

“We don’t want a Syriac church on top of a cemetery!” the website suryaniler.com stated. “This is a big scandal.”

In fact, the graveyard had been donated back in 1868 to the Italian Catholic Church in what is now Istanbul’s Yesilkoy district. It was then officially registered as Catholic property in 1936, although later confiscated in 1951 by the city.

The Council of Europe’s 2011 progress report noted that Turkey was not fully implementing Law No. 3998, which states that cemeteries belonging to minority communities can no longer be taken over by local municipalities.

According to lawyer Nail Karakas, the Latin Catholic foundation had applied to the city last summer, in accordance with the government’s August 2011 pledge to restore expropriated minority properties, to regain possession of their property and resume Christian burials in the graveyard.


So Syriac leaders are insisting that the cemetery land newly designated for their church be returned instead to its rightful owners. “It is clear that (the authorities) want to cause conflict between the minority communities,” commented Syriac layman Sabo Boyaci.

Boyaci also faulted the government for trying to exploit the Syriac community politically. “I don’t believe the government’s sincerity. They delivered this land to us in order to silence us on the matter of Mor Gabriel Monastery. The government simply aims to make a good impression on the European and Turkish public,” he told Hurriyet Daily News.

Monastery lands under threat

European Union officials have expressed “serious concerns” since the final Nov. 15 verdict by the Turkish Supreme Court of Appeals against the 4th century Mor Gabriel Monastery. The court ordered the confiscation of some 680 acres belonging to the monastery built more than 1,600 years ago near Mardin, in eastern Turkey’s Tur Abdin region. The decision was termed an “unlawful appropriation” by the Council of Europe.

Five disputes over the ownership of the ancient monastery’s lands have bounced back and forth in the courts since 2008, when Muslim villagers in the vicinity of the monastery protested to the state Treasury and Forestry Administration, claiming that the monastery was illegally occupying their lands.

Litigation was then instigated by state institutions, which had redrawn local boundaries earlier that year to update the national land registry, and passed new laws authorizing the transfer of “uncultivated or forested lands” to state ownership.

“I know from my experience very well that if some ‘citizens’ bring an organized action against non-Muslims in Turkey, it is almost certain that the state somehow has a hand in it,” columnist Orhan Kemal Cengiz wrote Dec. 7 regarding the case in Today’s Zaman.

The lawsuit was openly supported by Mardin parliamentarian Suleyman Celebi, a member of the ruling Justice and Development Party. Celebi claimed that although the monastery’s legal boundaries were established in Ottoman times, the Syriac Christians had failed to observe them properly.

According to a deputy chairman of the monastery foundation, if an individual appeal to the Constitutional Court does not overturn the Nov. 15 decision, the monastery will take the case to the European Court of Human Rights.

The Syriac Orthodox Patriarchate had once resided in Midyat, until it was forced in 1930 to move to Damascus, where it still remains.

The oldest surviving Syriac Orthodox monastery in the world, Mor Gabriel still keeps alive the ancient Aramaic language closest to that spoken by Jesus.

Some 2,000 Syriac Christians still reside in their traditional homelands in and around Mardin. More than 15,000 others have immigrated to Istanbul in recent decades. Without any official church of their own, the Istanbul parishes worship in rented Catholic Church buildings located throughout the city.

The Syriac Church of the Virgin Mary Foundation says their proposed new church needs to be large enough for 1,000 worshippers.

worldwatchmonitor.org

Dienstag, 18. Dezember 2012

Aufregung um geplanten Neubau einer syrisch-orthodoxen Kirche in Istanbul



Istanbul, 17.12.12 (poi) In Istanbul gibt es Aufregung um den geplanten Neubau einer syrisch-orthodoxen Kirche. Einerseits wurde es von den Christen der Bosporus-Metropole als sensationell empfunden, dass erstmals seit Ausrufung der Republik im Jahr 1923 die Erlaubnis für den Neubau einer Kirche erteilt wurde. Andererseits gibt es Auseinandersetzungen um das zugewiesene Grundstück, bei dem es sich um einen alten römisch-katholischen Friedhof mit einer Kapelle handelt.

Die Stadtverwaltung von Istanbul hatte am 10. Dezember die Erlaubnis für den Kirchenneubau gegeben und der syrisch-orthodoxen Kirche einen Teil eines alten römisch-katholischen Friedhofs auf der europäischen Seite des Bosporus zugewiesen. Der stellvertretende Bezirksbürgermeister von Bakirköy, Yervant Özuzun, erklärte vor Journalisten, es sei nur ein Teil des Friedhofs für den Kirchenbau umgewidmet worden, die Erhaltung der Gräber und der katholischen Kapelle sei gesichert, auch die Denkmalschutzbehörde habe ihre Zustimmung erteilt. Im übrigen sei der Friedhof seit 1951 städtisches Eigentum. Dem widersprach der katholische Priester Bruno Simonelli. Der Friedhof sei seit 1868 Eigentum der italienischen Gemeinde. „Wir sind durchaus bereit, den Syrisch-Orthodoxen einen Teil des Grundstücks zu überlassen, allerdings muss zunächst wieder das Eigentumsrecht an uns als die rechtmäßigen Eigner übertragen werden“, so Simonelli wörtlich im Gespräch mit der Zeitung „Radikal“. Eine Entscheidung über die Köpfe der italienischen Gemeinde hinweg sei nicht hinnehmbar: „Wir können über diese Transaktion der Stadtverwaltung nicht ruhig bleiben, solange man nicht mit uns verhandelt“.

Daraufhin meldeten sich führende Laien der syrisch-orthodoxen Gemeinde mit einer Stellungnahme unter dem Titel „Wir wollen keine Kirche auf den Gebeinen der Toten“ zu Wort. In der Stellungnahme wird betont, dass die Entscheidung, Eigentum einer anderen Kirche für den Bau eines syrisch-orthodoxen Gotteshauses zur Verfügung zu stellen, im Zusammenhang mit dem „skandalösen Urteil“ des Obersten Appelationsgerichtshofs gegen das Kloster Mar Gabriel bei Mardin gesehen werden müsse. In Mar Gabriel habe man syrisch-orthodoxes Klosterland dem Staat zugeschanzt, jetzt wolle man mit der Zuteilung eines Grundstücks für einen Kirchenneubau bei den syrisch-orthodoxen Christen und in der Öffentlichkeit „Eindruck schinden“. Die Syrisch-Orthodoxen in Istanbul hätten das Recht auf den Neubau einer Kirche, „aber diese Lösung wollen wir nicht“. Das Friedhofsgrundstück müsse seinen rechtmäßigen Eigentümern zurückgegeben werden, die Stadtverwaltung müsse ein anderes Grundstück zur Verfügung stellen, „bei dem es keine Probleme gibt“.

In Istanbul wird die Erlaubnis zum Bau eines Gotteshauses für die syrisch-orthodoxe Kirche auch mit der laufenden Diskussion um die geplante Errichtung von zwei neuen großen Moscheen in Zusammenhang gebracht: In Camlica, auf der asiatischen Seite des Bosporus, soll die größte Moschee der Millionenstadt entstehen, auch auf dem zentralen Taksim-Platz ist ein Moscheebau geplant. Mehrere Aktionsgruppen wollen durch Einsatz aller juridischen Mittel vor allem den Moscheebau auf dem Taksim-Platz verhindern.
pro-oriente.at

Sonntag, 16. Dezember 2012

Inthronisation des neuen syrisch-orthodoxen Bischofs

15.12.2012

Orthodoxe holen den Himmel auf die Erde

Bistum ermuntert zur Kontaktaufnahme / Inthronisation des neuen syrisch-orthodoxen Bischofs

 VON MICHAEL CASPAE

Ein  Stück  vom  Himmel“ spiegeln  die Gottesdienste der orthodoxen Kirchen wider, meint der Duderstädter Pfarrer Reinhard  Griesmayr.  Dazu trügen  die  Gesänge  und  eine geistliche  Theologie  bei,  die auf der Bibel und den Kirchenvätern  fuße.  Er  habe  sich mit der  orthodoxen  Gottesdienstordnung des Heiligen Johannes Chrysostomos  („Goldmund“) in seiner Diplomarbeit befasst. Von  einem  „wunderbaren“, wenn auch für Deutsche ungewohnt  langen  „Lobpreis Gottes“ spricht Propst Bernd Galluschke. Er kennt die Orthodoxen aus  seiner Zeit  in Hannover. Dort nutzten Ukrainer die katholische  Kirche.  Ihre  Gemeinde ist mit Rom uniert. Sie erkennt also den Papst als Oberhaupt  an,  p+ egt  aber  ihre  orthodoxe Tradition weiter. „Der Pfarrer der ukrainischen Mission hat eine Zeit lang bei uns im Pfarrhaus  gelebt“,  erzählt  der
Propst. Im  Bistum  Hildesheim  ist Prälat Nikolaus Wyrwoll  (74), der von 1986 bis 1990 Dechant in Göttingen  gewesen  ist,  für die Kontakte  zu den orthodoxen Kirchen  zuständig. Er hat gerade eine neue Broschüre herausgegeben, die über die Gottesdienste der orthodoxen Gemeinden  zwischen  Cuxhaven und Göttingen informiert. Wyrwoll  war  am  vergangenen Wochenende  im  syrisch-orthodoxen  Kloster  St.  Jacob von  Sarug  im  westfälischen Warburg mit dabei, als der neue Bischof der Kirche in Deutschland, Mor Philoxinos Matthias Nayis  (37),  in Gegenwart  von 1500 Christen eingeführt worden  ist.  Inthronisation  nennt
sich  die  Zeremonie,  während der  Nayis  den  Bischofsthron bestieg.

Die eindrucksvolle Feier begann mit einer Stunde Verspätung,  weil  das Oberhaupt  der syrisch-orthodoxen Kirche, der Patriarch  von  Antiochien  und dem  ganzen  Osten,  aufgrund des  Wintereinbruchs  auf  der
Autobahn  nicht  schnell  genug vorankam. Mor Ignatius Zakka I.  Iwas  (79)  residierte  bis  vor kurzem in der syrischen Hauptstadt Damaskus, zog dann aber wegen des Bürgerkriegs in den Libanon. Als der Rollstuhlfahrer auf einem Sessel in die Kirche  getragen  wurde,  brandete Applaus auf. Die Frauen stießen
Freudentriller aus. 

Neben  Vertretern  befreundeter Kirchen saßen im Altarraum  in  farbigen,  goldbestickten Gewändern  16  syrisch-orthodoxe Bischöfe aus Amerika, Europa und dem Nahen Osten. „Das  sind  unglaublich  viele“
kommentiert  der  syrisch-orthodoxe  Theologe  Gabriel Rabo  aus  Göttingen,  der  als Subdiakon  am  Gottesdienst mitwirkte. Sehr beliebt sei der neue Bischof, sagt Rabo.

Nayis hat zuletzt als persönlicher Sekretär des Patriarchen und  als Rektor des Theologischen Seminars  in  Damaskus  gearbeitet. Er ist in Schweden zur Welt gekommen  und  hat  in  Syrien studiert. Der Patriarch, der seinem vertrauten Mitarbeiter zur Amtseinführung  ein  goldenes Kreuz  schenkte,  hofft,  dass Nayis Frieden  in die mehr  als 50  syrisch-orthodoxen  Gemeinden  in  Deutschland  mit ihren  95 000  Mitgliedern
bringt.  Unter  dem  bisherigen Bischof,  Julius  Hanna  Aydin (65), hatte sich die Diözese gespalten.  Die  Auseinandersetzungen gingen so weit, dass Aydin im April 20#0 im Kloster in Warburg  überfallen  und  zusammengeschlagen wurde. Das hatte der ehemalige Diözesanratsvorsitzende  veranlasst,  ermittelte ein deutsches Gericht. Aydin hatte den Laienvertreter 2009 im Zuge eines Streits um Spendengelder xkommuniziert.  Aydin  ist  künftig  in Deutschland  für  die  Außenkontakte der Kirche zuständig.
Eichsfelder Tageblatt

Hier Zeitungsausgabe
http://www.suryoyo.uni-goettingen.de/doc/EichsfelderTageblatt_2012_12_15_SOK_Patriarch.pdf

Die syrisch-orthodoxen Christen planen in Massenheim (Bad Vilbel) den Neubau einer Kirche mit 300 Sitzplätzen

Orthodoxe bauen Kirche

In Massenheim soll für 2,5 Millionen Euro ein neues Gemeindezentrum entstehen

Die syrisch-orthodoxen Christen planen in Massenheim den Neubau einer Kirche mit 300 Sitzplätzen sowie einem Gemeindesaal. Das 2,5-Millionen-Euro-Projekt soll schon im nächsten Jahr starten.
Von Dieter Deul
Bad Vilbel. Am Apfelkreisel in Massenheim soll schon bald eine syrisch-orthodoxe Kirche errichtet werden.Am Apfelkreisel in Massenheim soll schon bald eine syrisch-orthodoxe Kirche errichtet werden. Massenheim bekommt bald eine Art neues Wahrzeichen. Direkt gegenüber des Apfelkreisels plant der Kulturverein der christlich-orthodoxen Christen von Antiochien den Neubau eines Gotteshauses. Vorgesehen sind neben der Kirche mit 300 Plätzen und 15 Meter hohem Glockenturm auch ein Gemeindesaal sowie 82 Parkplätze.
Gebaut werden soll auf einem 753 Quadratmeter großen städtischen Eckgrundstück in der Homburger Straße neben einer Physiotherapiepraxis. Das Projekt wurde jetzt im Massenheimer Ortsbeirat erstmals vorgestellt – stand aber offiziell nicht auf der Tagesordnung. Dennoch kamen drei Vorstandsmitglieder und der Architekt und Bauamtsleiter Erik Schächer, um es zu erläutern.

Kein Bebauungsplan

Die öffentliche Präsentation sei rechtlich gar nicht erforderlich, da der Bebauungsplan für das Vorhaben nicht geändert werden müsse, so Schächer. Bei dem Areal handele es sich um "eine verschnittene Ecke", denn der Bauplatz ist nicht im Karree zu nutzen, sondern hat eine Schräge und eine schmale Seitenfläche, auf der zum Kreisel hin die Parkplätze entstehen sollen. Der Magistrat sei von den Plänen sehr angetan, so Schächer.
Auch im Ortsgremium wurde das Vorhaben wohlwollend aufgenommen. Die Ortsbeiräte fühlten gleich schon einmal vor, ob auch die Massenheimer von dem Projekt einen Nutzen hätten. Zeki Tutus, der Erste Vorsitzende des Kulturvereins, deutete an, der Gemeindesaal könne für Veranstaltungen zur Verfügung gestellt werden. Auch die Parkplätze würden unter der Woche nicht benötigt. Werner Blank von der katholischen Gemeinde gab zu bedenken, es könne vielleicht Ärger wegen zusätzlichen Glockenschalles geben. Doch Tutus sagte, die Glocken würden nicht täglich geläutet, sondern lediglich vor der Messe. Diese beginne sonntags um zehn Uhr.
Bislang residiert die Gemeinde in einem unscheinbaren Gebäude in der Dieselstraße. Die Kirche von Antiochien ist nach der Urgemeinde in Jerusalem die älteste christliche Kirche überhaupt. Die Messen werden auf Aramäisch, der Ursprache Jesu, gehalten. "80 Prozent unserer Gemeindemitglieder stammen von dort", erläutert Tutus. Diese Familien seien Mitte der 1970er Jahre nach Deutschland gekommen. 1986 sei der Kulturverein in Bad Vilbel gegründet worden. 1990 habe die Gemeinde das Haus in der Dieselstraße erworben.

Zweistöckiges Gebäude

Die syrisch-orthodoxe Gemeinde plant den Neubau: Architekt Mirco Hess (v. l.), 2. Vorsitzender des Kulturvereins Jakob Pircek, 1. Vorsitzender Zeki Tutus, Schatzmeister Hüsi Karabas. Fotos: Dieter DeulDie syrisch-orthodoxe Gemeinde plant den Neubau: Architekt Mirco Hess (v. l.), 2. Vorsitzender des Kulturvereins Jakob Pircek, 1. Vorsitzender Zeki Tutus, Schatzmeister Hüsi Karabas. Fotos: Dieter DeulEs handelt sich um ein zweistöckiges Gebäude, oben befindet sich die Kirche, unten die Gemeinderäume. Es gebe mittlerweile Probleme mit der Gebäudesicherheit. Vor allem aber ist den Christen alles zu klein geworden, weil die Gemeinde stetig wachse.
Ein Grund dafür ist die politische Situation in der Türkei, aber vor allem in Syrien, dem Iran und dem Irak, die zu Flüchtlingsströmen führt. Derzeit, so Tutus, besteht die christlich-orthodoxe Gemeinde in Bad Vilbel aus etwa 350 Personen. Die meisten kommen aus Bad Vilbel und Karben, aber auch aus Altenstadt, berichtet er. Der Massenheimer Architekt Mirco Hess hat die Planung für das Gebäude übernommen. Die bisherigen Entwürfe seien aber lediglich eine Vorstudie.
Gerne würde er den Kirchturm höher als die im Bebauungsplan erlaubten 15 Meter bauen, um die Proportionen des Gebäudes zu wahren. Das Kirchenschiff ist schräg auf das Areal platziert, da es in Richtung Osten zeigen soll. Die Syrisch-Orthodoxe Kirche ist Mitglied im Ökumenischen Weltrat der Kirchen. Zur römisch-katholischen Kirche vollzog sich eine Annäherung.
Beim Besuch von Patriarch Ignatius Zakka bei Papst Johannes Paul II. im Jahr 1984 wurde ein Dokument unterzeichnet, wonach die Fragen über die Natur Christi nicht mehr kirchentrennend seien.


Artikel vom 14. Dezember 2012, 20.20 Uhr (letzte Änderung 16. Dezember 2012, 04.05 Uhr)
fnp.de 

Krach um Kirchenneubau in Istanbul

Taksim’e, Çamlıca’ya cami Yeşilköy’e Süryani kilisesi


14. Dezember 2012, 11:30

Versehen oder Schikane? Türkische Behörden weisen syrisch-orthodoxer Gemeinde für den Kirchenneubau ein Grundstück zu, das der katholischen Gemeinde in den 1960-iger Jahren durch Enteignung entzogen worden war.

Istanbul (kath.net/KNA) In der Türkei gibt es Streit um einen Kirchenneubau. Erstmals in der Geschichte der Republik gestatteten die Behörden der syrisch-orthodoxen Kirche den Bau eines Gotteshauses in Istanbul, wiesen ihr aber ein Grundstück zu, das der katholischen Kirche gehört. Daraufhin erklärten führende Mitglieder der syrisch-orthodoxen Gemeinde in einer am Donnerstag von der Tageszeitung «Evrensel» veröffentlichten Stellungnahme, unter diesen Umständen auf den Kirchenbau verzichten zu wollen. «Dass unserem jahrelangen Wunsch nach einer Kirche auf diese Weise begegnet wird, ist ein großer Skandal», hieß es in der Erklärung.

Die syrisch-orthodoxe Gemeinde ist mit rund 10.000 Mitgliedern die zweitgrößte christliche Minderheit in Istanbul, seit tausende syrisch-orthodoxe Christen in den 80er und 90er Jahren vor dem Kurdenkrieg in ihrer südostanatolischen Heimat in die Metropole am Bosporus flohen. Weil sie dort selbst zu wenige Kirchen besaß, feierte die Gemeinde ihre Gottesdienste jahrelang als Gast in einer katholischen Kirche im Stadtteil Yeniköy.

Nach jahrelangen Anträgen bewilligte die Stadt Istanbul der Gemeinde in der vergangenen Woche den Neubau einer eigenen Kirche und wies ihr dafür ein Grundstück in Yeniköy zu. Dabei handelte es sich um einen alten christlichen Friedhof. Wie sich herausstellte, stammt der Friedhof aus dem Besitz der katholischen Kirche und war ihr im Zuge der staatlichen Enteignungen christlicher Gemeinden in den 1960er Jahren entzogen worden.

«Wir sind durchaus bereit, der syrisch-orthodoxen Gemeinde einen Teil des Grundstücks zu überlassen», zitierte die Zeitung «Radikal» den katholischen Priester Bruno Simonelli. «Allerdings muss zunächst das Besitzrecht wieder auf uns als wahre Eigentümer übertragen werden.» Eine solche Entscheidung über die katholische Gemeinde hinweg sei nicht hinnehmbar. Die syrisch-orthodoxen Christen erklärten, sie wollten ihre Kirche nicht auf dem Friedhof einer anderen Gemeinde errichtet haben - «schon gar nicht auf dem der katholischen Gemeinde, die uns jahrelang ihre Kirche hat nutzen lassen».
kath.net/ (C) 2012 KNA

Donnerstag, 13. Dezember 2012

Restore edilen tarihi Adiyaman Süryani kilise ibadete açıldı

Restore edilen tarihi kilise ibadete açıldı
 
10 Aralık 2012 21:31 

Adıyaman'da Süryani Kadim Cemaatine ait Mor Petrus-Mor Paulus Kilise'si 2,5 yıl süren restorasyon çalışmalarının ardından ibadete açıldı.
Süryani Kadim Kilisesi Metropoliti Melki Ürek, kilisenin ibadete açılması dolayısıyla düzenlenen programda, restorasyon çalışmalarının bu kadar uzun sürmesinin ekonomik sıkıntılar ve bazı bürokratik engellerden kaynaklandığını savundu.
Hizmete 1996'da giren kilisenin restorasyon çalışmalarının ardından daha güzel şekilde hizmet vereceğini belirten Ürek, kilisede restorasyon çalışmaları yanında güçlendirme çalışması da yapıldığını vurguladı.
İstanbul'daki Süryani Kadim Meryemana Kilisesi Vakfı Başkanı Sait Susin ise restorasyon sayesinde kilisenin güzel bir ibadet yeri olduğunu ifade etti.
Adıyaman Müftüsü Mehmet Ali Öztürkçü ise Hristiyanlık ve Müslümanlık gibi dinlerin semavi dinler olduğunu, semavi dinlerin kutsal kitapları ve peygamberleri bulunduğunu anımsattı.
''Biz Müslüman olarak İslam'dan önce gelmiş semavi dinlere ve onların kitaplarına inanan insanlarız. Hz. İsa da Allah'ın peygamberidir. Biz Kuran-ı Kerim'de ismi geçen 25 peygamber ve daha sonra rivayet edilen 124 bin peygambere iman ederiz. Hz Muhammed'e nasıl saygı duyuyorsak, aynı manada Hz. Musa'ya da, Hz. İsa'ya da saygı duyar ve onların getirdiği emirleri kabul ederiz'' diyen Öztürkçü, şunları kaydetti:
''Kiliselere de aynı cami gibi saygı duyarız. Adıyaman'da bulunan kilise güzel bir yer olmuşsa ben müftü olarak bundan memnuniyet duyarım, sevinirim. Bizim dinimiz ve peygamberimiz, dolayısıyla bizim ecdadımız başka dinlerin bütün mensuplarına ve ibadet yerlerine saygı duymuş ve hoşgörüyle yaklaşmıştır. Bugün de aynı ortamı yaşıyoruz. Bu ortamımız inşallah bu şekilde devam eder.''
Alevi Dedesi Ali Büyükşahin ise birlik ve beraberlik mesajları vererek, bütün peygamberlerin Allah tarafından gönderildiğini hatırlattı.
Herkesin birbirinin kıymetini bilmesi gerektiğini vurgulayan Büyükşahin, ''Birbirimize destek olalım, ülkemizi sevelim. Birlik ve beraberlik içerisinde olalım. Türkiye'nin ileri gitmesi için çalışalım. Hepimiz kardeşiz'' diye konuştu.
Adıyaman Kültür ve Turizm Müdürü Mustafa Ekinci de kültür ve turizm alanında yapılan çalışmalara destek olduklarını ifade ederek, ''Adıyaman yapısında hoşgörü ve birliğin bir arada bulunduğu ender yerlerden biridir'' dedi.
Konuşmaların ardından kilise ibadete açıldı, katılımcılara kokteyl verildi.
Kaynak: AA

Montag, 10. Dezember 2012

İstanbul’daki Süryani cemaatinin kilise talebini inceleyen Büyükşehir Belediyesi ilk kez bir kilise için onay verdi

10 Aralık 2012 Pazartesi  00:20

Taksim’e, Çamlıca’ya cami Yeşilköy’e Süryani kilisesi

 
Taksim’e, Çamlıca’ya cami Yeşilköy’e Süryani kilisesi
 
ŞENOL BAŞTAKAR
  İstanbul’daki Süryani cemaatinin kilise talebini inceleyen Büyükşehir Belediyesi ilk kez bir kilise için onay verdi. Cumhuriyet döneminde ilk kez bir kilise sıfırdan inşa edilecek.
İSTANBUL BÜYÜKŞEHİR’DEN CUMHURİYET TARİHİNDE BİR İLK  

Çamlıca Tepesi ve Taksim Meydanı’na cami projeleriyle gündeme gelen İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Yeşilköy’e kilise yapılmasının önünü açan kararı onayladı. Büyükşehir’e ait 2 bin 736 metrekarelik arazi Süryani Cemaati’ne kilise yapılmak üzere tahsis ediliyor. Koruma Kurulu  onaylarsa Yeşilköy’de Süryani Kilisesi inşa edilecek. Proje hayata geçtiği takdirde ilk kez bir belediye azınlıklara ibadethane yeri tahsis etmiş olacak.

Üç yıldır uygun arazi aranıyordu

Beyoğlu Süryani Kadim Meryemana Kilisesi Vakfı’nın kilise yapmak üzere yer talebine karşılık verilmesi için yaklaşık 3 yıldır sürdürülen çalışmalarda sona yaklaşıldı. Yıllardır kilise yapmak için İstanbul’da arazi arayışı içinde olan  Süryani Kilisesi Vakfı temsilcileri kilise arazisinin de Yeşilköy’de olmasını istiyorlardı. Süryani Cemati’nin talebine sessiz kalmayan İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Yeşilköy Yeşilzeytin Sokak’taki 2 bin 736 metrekarelik arazisini kilise yapılmak üzere vakfa tahsis etme kararı aldı. Vakıf tarafından hazırlanacak kilise projesi, Anıtlar Kurulu’nun onayından sonra inşaa aşamasına geçecek. İstanbul Büyükşehir Belediyesi, söz konusu arazide bulunan eski şapelin restorasyonu ve eski mezarların korunmasını da şart koştu.

Mezarlık ortasında oyun alanı

Büyükşehir Belediye Meclisi, Yeşilköy’deki tarihi mezarlığı oyun alanından  çıkartarak, ibadet yeri ve mezarlık alanı alınmasına onay verdi. Arsanın 1960 yıllarda mezarlık olmasına rağmen Nazım İmar Planları’na oyun alanı olarak işlenmesi ile yapılan hata 52 yıl sonra düzeltildi. Vakıf Başkanı Sait Susin, İstanbul’da 10 bine yakın cemaat üyesinin olduğunu belirterek kilise için yıllardır çaba gösterdiklerini söyledi. “Ermenilerden sonra en büyük azınlık grubuyuz” diyen Susin, “En az bin kişilik bir yere ihtiyacımız var” dedi. Tarihi mezarlığa oyun alanı ayrılması hükmünün 1960 yıllarında kurul kararıyla alındığını ifade eden belediye yetkilileri ise , 1 No’lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun 1995 yılında arsanın oyun alanından ibadet ve mezarlık alanına alınmasına karar verdiğini kaydetti.

İTALYAN KATOLİK KİLİSESİ TEMKİNLİ

İSTANBUL Büyükşehir Belediyesi’nin Beyoğlu Süryani Kadim Meryemana Kilisesi Vakfı’na tahsis etmeye planladığı arazinin 1950 yılından önce İtalyan Katolik Kilisesi’ne ait oluğunu savunan Peder Bruno Gregorio Simonelli, söz konusu arsanın 1861 yılında padişah fermanıyla kurulan İtalyan Katolik Kilisesi’ne 1868 yılında arsanın sahibi olan Simon Boğhos Dadyan tarafından bağışlandığını hatırlattı. İtalyan Katolik Kilisesi’ne ait olması gereken arsanın bir başka cemaate verilmesinin doğru olmadığını savunan Simonelli, “Önce tapu gerçek sahibine, bize verilmeli. Biz arsanın belli şartlar yerine getirilirse Beyoğlu Süryani Kadim Meryemana Kilisesi Vakfı’na bir bölümünü verebiliriz. Bizim tasarufumuz dışında yapılacak bir işlem karşısında sessiz kalmayız” dedi.

ARAZİNİN ASIL SAHİBİ BELEDİYE 

BAKIRKÖY Belediye Başkan Yardımcısı Yervant Özuzun, arsanın 1950 yılında yapılan kadastro çalışmalarıyla İstanbul Büyükşehir Belediyesi adına kayıt yapıldığına dikkat çekerek, arsa üzerinde bir şapel ve dünyaca ünlü gravür ressamı Amedio Prezioss’un mezarı olduğu için Anıtlar Kurulu kararıyla SİT alanı ilan edildiğini, diğer azınlıklara ait arsaların ise kadastral çalışmalarla el değiştirdiğini söyledi. Özuzun, geçen yıl yürürlüğe giren ve azınlık vakıflarının mülklerinin iadesiyle ilgili yasal düzenlemeden sonra Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne başvurulduğunu söyledi.

stargazete.com

5500 yıl (Süryanice) konuşuldu, artık yok oluyor

Beyoğlu Süryani Kadim Meryemana Kilisesi Vakfı Başkanı Sait Susin'den çarpıcı bir 'anadil' örneği: Vakıf başkanı benim ama Süryanice bilmiyorum.

5500 yıl konuşuldu, artık yok oluyor
Haber: AYÇA ÖRER /   10/12/2012

Anadolu’nun kadim halkı Süryaniler memleketleri Mardin’den 1950’den itibaren kitlesel göçlerle ayrıldı. 50’lere kadar İstanbul ’da 60-70 hane olan nüfus, bir anda 15 binlere indi. Yaşadıkları göçle beraber kültürlerinin önemli bir kısmını gerilerinde bırakan Süryaniler, şimdi de 5500 yıllık tarihiyle dünyanın en eski dillerinden biri olan Süryaniceyi kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya. Beyoğlu Süryani Kadim Meryemana Kilisesi Vakfı Başkanı Sait Susin, “Sadece anaokullarında çocuklarımıza Süryanice öğretmemize izin verilsin” diyor. Bu istek ‘azınlık olmadıkları’ için askıda.

Süryanilerin Anadolu’daki tarihi milattan önceye mi dayanıyor?
Kudüs ana kilisesinden kurulan ilk kilise Antakya Kilisesi’dir. Ondan sonra İskenderiye Kilisesi kurulur. Ondan çok kısa bir süre sonra Antakya Kilisesi Süryani Kilisesi adını aldı. 2000 yıl içinde bu kiliseden birçok ayrılmalar oldu ama 1932 yılına kadar Patriklik merkezi hep Türkiye ’deydi. Diyarbakır, Malatya ve en son Mardin. Şu anda Şam’a geçti patriklik. Şu anda Türkiye’de Süryani nüfusu çok azaldı, 25 binlere kadar düştü. Cumhuriyet’ten sonra Süryani nüfusunun yüzde 10’u bile kalmadı. O kadar az nüfusla patrikliğin Türkiye’ye gelmesi artık zaten mümkün değil. Aramiler Hıristiyanlığı kabul ettikten sonra putperest Aramilerden ayrılmak için Süryani ismini aldılar. 3500 yıllık bir tarihimiz var. Süryanice kadim bir dil. 5500 yıllık bir dil, okul açamadığımız için unutulmaya yüz tuttu.

Göçler ve çatışmalı süreçten çok etkilendiniz. Yeni gelen nesil dilini nasıl devrediyor?
Ciddi sıkıntı yaşıyoruz. Özellikle Midyat köylerinde yaşayan Süryaniler dillerini kiliselerde, evlerde öğreniyordu. Her geçen gün Süryanice bilen insan sayısı azalıyor. Artık Süryani Ortadoksların yüzde 80-85’i İstanbul’da yaşıyor. İstanbul’da tek vakfımız var Beyoğlu Süryani Kadim Meryemana Kilisesi Vakfı. Ben vakfın başkanı olarak maalesef Süryanice bilmiyorum. Bunu çarpıcı bir örnek olarak söylüyorum. 


Biz Mardin’de Arapça konuşuyorduk.
İstanbul’da on binlerle ifade edilen bir nüfustan bahsediyorsunuz, tek kilise yetiyor mu?
Son göçler Türkiye’deki nüfusu bir hayli azalttı. Özellikle 50’lerden sonra Süryaniler dünyanın her tarafına büyük göçler gerçekleştirdi, gittikleri her yere kiliselerini kurdular. Sadece Almanya’da 63 kilise kuruldu. Almanya’da 70 bin Süryani var. Güney Amerika dahil her yerde kilisemiz var. Bir tek istisna var, İstanbul. Burada yedi kardeş kiliseyi kullanıyoruz, hiçbiri bizim değil. Ritüellerimiz, ayin zamanlarımız farklı. Bizim ayinlerimiz uzundur. Süryanilerin İstanbul’da gayrimenkulleri yok; vakfımızın geliri de yok. Bir kilise alanı talebimiz var. Büyükşehir Belediyesi’nin katkılarıyla Yeşilköy civarında inşallah kilisemizi yapacağız.
Anaokulu talebiniz reddedildi… Lozan’ın ardından yapılan yorum hatasıyla azınlık sayılmadık. Lozan Antlaşması ‘gayrimüslim ekaliyetler’ der. Biz de bu ekaliyetlere giriyoruz. Lozan’da “Azınlıklar okul kurabilir, eğitim yapabilir” diye yazar. Ancak yönetmeliklerde bu hak Ermeni, Rum ve Musevilere tanınıyor. 6 Haziran’da Milli Eğitim Müdürlüğü’ne verdiğimiz bir dosya var. Milli Eğitim müfredatına ek olarak ayrıca Süryanice öğretecek bir anaokulu istedik. Bize gelen cevapta “Süryani topluluğuna mensup vatandaşlarımız, Lozan Barış Antlaşması’nda azınlıklar arasında sayılmayıp asli unsur olarak kabul edildiğinden” denilerek, Süryanice ders verilmesinin mümkün olmadığı belirtiliyor. Azınlık değilsek muvazzaf subay da olalım, hayır, ona izin yok. Peki ben azınlık değilsem, neden cemaat vakfı listesinde vakıflarımız var? Dergi çıkarıyoruz, azınlık masasına bilgi veriyoruz.

Süryanilerin Türkiye’ye dönmeye başladığı haberleri çıkmıştı. Geri dönüş yaşanıyor mu?
50’lerden sonra giden nesil hâlâ buranın hasretini çekiyor. Hali vakti iyi olanlar dönüp köylerinde evler yapıyor ama toplam dönen 17-18 aile. Bizim buradan başka rahat edebileceğimiz başka bir yer yok çünkü. Hiç tartışmasız iki konu var, ikisinde de yol alamıyoruz. Birincisi azınlık haklarından yararlanmamız gerekiyor. İkincisi tarih kitaplarının düzeltilmesi.

Tarih kitabında Süryanileri üzen itham
İstanbul’da Süryani çocukların eğitimi nasıl sağlanıyor?
Süryani çocukları Türk okullarına gidiyor. Çocuklarımız için başka bir uygulama da istemiyoruz. Yine Milli Eğitim’e bağlı, Süryanice öğreten okullar istiyoruz. Burada bir sorun daha var; 10. sınıf tarih kitapları maalesef Süryanileri vatana ihanetle suçluyor. “Süryanilerin bir kısmı I. Dünya Savaşı’nda Rusları destekleyerek taraf olmuşlardır” ifadesi yer alıyor. Biz bunu Milli Eğitim Bakanlığı’na bildirdik. Düzeltme yapılacağı söylendi. Bu yılki kitapta yine aynı sıkıntı var. Bizim çocuklarımız da bu kitaplarla eğitim görüyor. Bir Süryani çocuk yanında bir Türk arkadaşıyla bu satırları okuyor. Genç dimağlarda ‘hain’ algısı yaratıyor. Bizim tek amacımız var, kilisemizin yaşaması. Buna rağmen böyle damgalanmış olmak bizi çok rahatsız ediyor. Anaokulları için mahkemeye gideceğiz. Ankara ’dan olumlu sonuç gelir mi diye bekledik. Maalesef sonuç gelmeyince yasal yolları kaybetmemek için mahkemeye gittik.

radikal.com.tr

Patriarch der syrisch-orthodoxen Kirche (inthronisiert) in Warburg neuen Bischof für Deutschland

Warburg, 10.12.2012

Glaubensimpulse in die Welt senden

VON BURKHARD BATTRAN

Warburg. Es war ein großer Tag für die syrisch-orthodoxe Kirche weltweit, ein größerer Tag für die syrisch-orthodoxe Kirche in Deutschland und ein noch größerer Tag für die Warburger syrisch-orthodoxe Gemeinschaft.

Im Kloster St. Jakob von Sarug in Warburg ist gestern in einer feierliche Festzeremonie Bischof Philoxinos Mathias Nayis (37) zum neuen Metropolit und Patriarchalvikar von Deutschland ernannt worden. Dazu 
war nach zwölf Jahren zum zweiten Mal das Oberhaupt der syrisch-orthodoxen Kirche, der Patriarch von Antiochien und dem ganzen Osten, Ignatius Zakka I. (79) nach Warburg gekommen.



Im Jahr 2000 hatte der Patriarch das ehemaliger Warburger Dominikanerkloster zum Hauptsitz der syrisch-orthodoxen Kirche in Deutschland ernannt. Der bisherige Patriarchalvikar, Bischof Julius Hanna Aydin (65), wird künftig von Delmenhorst aus Aufgaben im ökumenischen Dienst übernehmen. An der Festmesse in der prall gefüllten Klosterkirche nahmen rund 400 geladene Gäste teil. Es waren Delegationen aus allen europäischen Diözesen anwesend. "Für uns ist das heute eine ganz besondere Ehre dabei zu sein, denn Mathias Nayis stammt schließlich aus Schweden", sagte der schwedische Diözesanrat Anter Anter (60) aus Stockholm.

Hauptsitz der syrisch-orthodoxen Kirche ist Damaskus. Wegen des Bürgerkrieges und der unsicheren Situation für Christen in dem Land, war Patriarch Ignatius Zakka I. bereits ins Exil nach Beirut im Libanon gewechselt. Von dort ist der Patriarch über Hannover nach Warburg gekommen, um Philoxinos Mathias Nayis als neuen Patriachalvikar zu weihen. Es war gestern eine äußerst strapaziöse Reise für den greisen Patriarchen. Nayis’ Vorgänger, Bischof Julius Hanna Aydin, war 2007 in Damaskus geweiht worden. Der neue Patriachalvikar ist mit seinen 37 Jahren ein junger Bischof. Die Eltern stammen aus der Region dem Südosten der Türkei. Nayis ist in Schweden geboren und hat später in Damaskus studiert. Zuletzt war Nayis der persönliche Sekretär des syrisch-orthodoxen Patriarchen. An den neuen Bischof von Deutschland richten sich viele Hoffnungen. "Wir wünschen uns mehr Einheit in unserer Kirche", sagt Züber Aslan (41) aus Harsewinkel. Ein Ziel von Nayis ist, im Warburger Kloster wieder eine Priesterausbildung zu installieren, damit von Warburg aus neue Glaubensimpulse in die ganze Welt gesendet werden können.

nw-news.de

Anmerkung:  das war keine Weihe, keine Bischofsweihe, sondern die Inthornisation, also Amtseinführung. (Gabriel Rabo).

Sonntag, 9. Dezember 2012

Neuer Bischof (in Warburg) tritt sein Amt an


Warburg
Neuer Bischof tritt sein Amt an
Syrisch-orthodoxes Kirchenoberhaupt kommt zum Einführungsgottesdienst
Das Oberhaupt der syrisch-orthodoxen Kirche, Patriarch Ignatius Zakka I. Iwas (79, links), hat am Sonntag den neuen Bischof für Deutschland, Philoxinos Mathias Nayis, in sein Amt eingeführt.
Sonntag, 09. Dezember 2012
 
- 13:07 Uhr
Warburg (WB/thö). Die etwa 90 000 syrisch-orthodoxen Christen in Deutschland haben einen neuen Bischof. Mor Philoxinos Mathias Nayis ist gestern Vormittag in einem mehr als zweistündigen Gottesdienst in sein neues Amt eingeführt worden. Dienstsitz ist das Kloster St. Jacob von Sarug in Warburg. 
Das Oberhaupt der syrisch-orthodoxen Kirche, Patriarch Ignatius Zakka I. Iwas (79), war eigens aus dem Libanon nach Warburg gekommen, um die Messfeier zu leiten. Der neue deutsche Bischof gilt als enger Vertrauter des Patriarchen, war bislang sein persönlicher Sekretär. Nayis ist 37 Jahre alt, die Bischofsweihe erhielt er bereits vor sechs Jahren. Seine Eltern stammen aus der Region Tur Abdin im Südosten der Türkei. Geboren ist er in Schweden, aufgewachsen in Damaskus wo er auch studierte. In Warburg soll er ein Priesterseminar aufbauen. An der Messfeier in Warburg nahmen 1500 Gläubige teil. Für diejenigen, die nicht in die Kirche passten, war im Klostergarten ein Zelt aufgebaut worden.
westfalen-blatt.de

Neuer Erzbischof der Syrisch-Orthodoxen Kirche eingeführt

9.12.2012

Einführung in der Sprache Jesu

Der neue Erzbischof der Syrisch-Orthodoxen Kirche für Deutschland, Philoxinos Mathias Nayis, ist am Sonntag in sein neues Amt eingeführt worden. Die Einführung in Warburg im Kreis Höxter übernahm das Oberhaupt der Syrisch-Orthodoxen Kirche, Patriarch Mor Ignatius Zakka I., in einem Gottesdienst in aramäischer Sprache.
Der bisherige Amtsinhaber Erzbischof Mor Julius Hanna Aydin wechselt von dem Warburger Kloster St. Jacob von Sarug nach Delmenhorst in Niedersachsen. Der 65-Jährige Bischof erhalte neue Aufgaben, hieß es. 

Zuletzt am Patriarchalsitz in Damaskus tätig 
Der 37-jährige Nayis war zuletzt persönlicher Sekretär des syrisch-orthodoxen Patriarchen, der wegen der Unruhen in Syrien seinen Patriarchalsitz in Damaskus aufgegeben hat und derzeit in Beirut im Libanon lebt. Nayis wurde in Schweden geboren und wuchs in Damaskus auf, wo er auch studierte. 

Amtsvorgänger Aydin begrüßte Nayis und wünschte ihm eine segensreiche Arbeit bei der Leitung der deutschen Diözese. Zugleich kündigte er an, dass die beiden Erzbischöfe Veranstaltungen von herausragender Bedeutung gemeinsam wahrnehmen würden. Aydin soll künftig von Delmenhorst aus für politische und ökumenische Kontakte der Kirche zuständig sein. 

Die Syrisch-Orthodoxe Kirche, in der bis heute Aramäisch - die Sprache Jesu - gesprochen wird, zählt zu den ältesten Kirchen weltweit. Kirchenoberhaupt ist Mor Ignatius Zakka I. Iwas. In Deutschland zählt die Kirche nach eigenen Angaben schätzungsweise 90.000 Gläubige in rund 60 Gemeinden. Ihr Sitz ist das Kloster St. Jakob von Sarug in Warburg. 
( epd )
domradio.de

Mittwoch, 5. Dezember 2012

Oberhaupt der syrisch-orthodoxen Kirche wird in Warburg neuen Bischof der deutschen Diözese einführen

05.12.2012
Warburg
Seine Heiligkeit besucht das Kloster
Oberhaupt der syrisch-orthodoxen Kirche wird in Warburg neuen Bischof der deutschen Diözese einführen

Aus Damaskus | FOTO: PRI

Warburg (scho). Erzbischof Mor Julius Hanna Aydin wird das Warburger Kloster St. Jacob von Sarug verlassen. Denn der Warburger Bischofssitz der Syrisch-Orthodoxen Kirche in Deutschland wird neu besetzt. Der Oberhirte der Kirche von Antiochien, Patriarch Ignatius Zakka I. Iwas, hat Bischof Philoxinos Mathias Nayis als Metropolit und Patriarchalvikar von Deutschland eingesetzt. Bereits am Sonntag wird der geistliche Würdenträger in der Warburger Klosterkirche in sein neues Amt eingeführt – vom Patriarchen persönlich.

Zwei Bischöfe in einem Kloster, das sei nicht gut, bemerkt Erzbischof Julius, der seit 30 Jahren in Deutschland wirkt, am Telefon. Der 65-Jährige wird ins münsterländische Delmenhorst ziehen. Von dort aus werde er sich um die vielfältigen politischen und ökumenischen Beziehungen seiner Kirche in der Bundesrepublik kümmern, erklärt er. Eine Art Nuntiatur. Diese Aufgabe habe ihm der Patriarch übertragen. Bischof Philoxinos Mathias Nayis obliege die Seelsorge. 56 syrisch-orthodoxe Gemeinden gibt es in Deutschland mit rund 80.000 Gläubigen.


Ein gescheiter Mann, sagt Bischof Julius. "Mit einem ruhigen und besonnenen Charakter." Den neuen Bischof für Deutschland kenne er ganz gut. "Ich war häufig mit ihm in Damaskus zusammen", denkt er zurück. Bischof Julius wird am Sonntag zur Einführung auch einige Worte sprechen. Seine Hoffnung: Nayis liege der Unterricht sehr am Herzen. "Er möchte im Warburger Kloster vielleicht wieder eine Schule etablieren", sagt er. Wenn er genügend Schüler um sich sammeln könne.

Nayis ist mit seinen 37 Jahren ein junger Bischof. Die Eltern stammen aus der Region Tur Abdin im Südosten der Türkei. Geboren in Schweden, aufgewachsen und studiert in Damaskus. Zuletzt war er der persönliche Sekretär des syrisch-orthodoxen Patriarchen, der wegen der bewaffneten Unruhen in Syrien seinen Patriachalsitz in Damaskus aufgab und seit einigen Monaten in Beirut im Libanon lebt.

Die unüberschaubare Situation in Syrien wirkt bis in die deutschen syrisch-orthodoxen Gemeinden hinein. "Die Planungen des Patriarchen haben uns schon überrascht", sagt Isa Celik vom Diözesanrat. Äußerst kurzfristig habe der Oberhirte entschieden und das Gremium informiert.

Der Patriarch kommt am Sonntag mit mehreren Bischöfen aus der Türkei, Skandinavien, Holland, Belgien, dem Libanon und Syrien ins beschauliche Warburg. Die Einführung des neuen Bischofs, "ein besonderes Ereignis", sagt Celik. Heute treffen sich die Kirchenvertreter mit Vertretern des Warburger Ordnungsamtes und Polizei. Sicherheitsfragen sollen geklärt werden.

Erzbischof Julius wird viel unterwegs sein. "Von Bayern bis Hamburg und weiter nach Berlin", sagt er. Viele Menschen aus Syrien und dem Irak suchen aktuell in Deutschland Schutz. "Sie machen mir große Sorge."
nw-news.de