Samstag, 30. März 2013

Suriye'den Kaçan Süryaniler Midyat'ta

30 Mart 2013, Cumartesi

Yıllardır Kamışlo’da berberlik yapan Yusuf, yaklaşık 6 aydır Mardin Midyat’ta ve tıpkı Suriye’den gelen diğer 150 Süryani ile birlikte Midyat’ta hayat mücadelesi veriyor. 

Uygar GÜLTEKİN

Midyat - BİA Haber Merkezi 



“Ortadoğuluysan korkmak çok kuvvetli bir histir. Bütün hayatımız korkular üzerine kurulu” diyor Suriyeli Süryanilerden Yusuf.

Yıllardır Kamışlo’da berberlik yapan Yusuf, yaklaşık 6 aydır Mardin Midyat’ta ve tıpkı Suriye’den gelen diğer 150 Süryani ile birlikte Midyat’ta hayat mücadelesi veriyor.
Yusuf şanslı olanlardan çünkü ekonomik olarak durumu biraz daha iyi. Diğer gelenler manastır ve dernek binalarında kalmak zorunda kalıyorlar. Yusuf ise ailesi ile birlikte yaşadığı bir ev kiralamayı başarmış.
Suriyeli mülteciler için en büyük sorunlarından biri dil.  Yusuf da Türkçe bilmiyor. Geldikten sonra çalışmak istemiş ve bir berber dükkânında kalfalığa başlamış ancak Türkçe bilmediği için kovulmuş. Oğlu, Suriye’deyken futbol onuyormuş. Şimdi Midyat Spor’da oynamaya başlamış.

Cizre'den Suriye'ye oradan İsveç'e

Ailesinin bir yanı Ermeni bir yanı Keldani. 1955’te ailesi Cizre’den göç etmek zorunda kalmış. Şimdi yeniden göç yollarında. İsveç’te yaşayan kızının yanına gitmeye çalışıyor. Başvurularını yapmış ve bekliyor.
Konuşmaya “Baştan söylemeliyim. Ben muhalifim. Esad’dan bıktım artık, gitmesini istiyorum”  diye başlıyor. Ama muhalifleri de eleştiriyor. "O muhaliflerden" olmadığını anlatmaya çalışıyor. Kamışlo’nın hâlâ Esad güçlerinin elinde olduğunu belirtirken  “Kürtler bölgede etkili. Silahlandılar. Onların da artık kontrol noktaları ve barikatları var” bilgisini veriyor.

Mafya korkusu

Bölgede askerlik yaşı gelenlerin kaçmaya başladığını, askerliğini yapmış olanların da seferberlik emri ile askere alınmak istendiğini ve bu nedenle bölgeden kaçışların arttığını anlatan Yusuf için bir diğer endişe unsuru mafyanın ağırlığı:
“Mafya olayları da çok artık. Gençleri, özellikle de Hıristiyanları kaçırıyorlar. Ermenilerden de kaçırılanlar var. Fidye istiyorlar. Esad güçleri destekliyor bunları. Hıristiyanları korkutmaya çalışıyorlar. ‘Ben gidersem sonunuz kötü olur’ demek istiyorlar. Artık hiçbir güvenlik kalmadı.”
Hıristiyanların ve özellikle din adamlarının Esad’ı desteklediğini söyleyen Yusuf, yıllardır oluşmuş hukukun bozulmasından korktuklarını ancak genç ve okumuş kesimin değişimden yana olduğunu vurguluyor.
Kürtlerin durumunu sorduğumuzda verdiği yanıt, endişesinin bir sebebini daha ortaya koyuyor: “Kürtler çok silahlandı. Olayların başlamasından sonra haklar da verildi kendilerine. Araplar bu durumdan çok rahatsız. Bir kibrit çaksan patlayacak.”

Gitmek de başka bir korku

Yusuf’a olayların nasıl çığrından çıktığını soruyorum. “Her şey okumuş gençlerin barışçıl protestolarıyla başladı. O protestolar birtakım kapılar açtı ve devletten gelen pis kokular açığa çıktı. Esad barışçıl göstericilere ateş açarak onları öldürdü. Şimdi ise gerek yeni silahlı muhalefet gerekse iktidar katılaştı, tutuculaştı. Artık sözlerin verilmesi de yeterli değil.”
Yusuf’un hayatının özeti korku. Bunu paylaşıyor en çok: “Bu coğrafyadan gideceğim ama korkum azalmıyor. Bir fotoğraftan bile çok korkuyorum. Yıllardır içimize korku saldılar. Gitmeyi bekliyorum ama gitmek de başka bir korku. Başka bir ülkede yeni bir hayat oldukça zor ama çocuklarım için iyi olacak. Suriye içinse hiçbir umut görmüyorum.”

Midyat’ta zor zamanlar

Midyat’a gelen Suriyelilerin sayısı 150’yi aşmış durumda. Gelip gitmeler devam ediyor. İstanbul ve İzmir’e bile gelenler var. Avrupa’ya gitmeye çalışanlar çoğunlukta. Midyat’takiler manastır ve dernek misafirhanesinde kalıyorlar. Devlet yardımları oldukça zayıf, altı aydır sadece kişi başına 150 tl. civarında.
Süryani toplumu ihtiyaçları kendi aralarında gidermeye çalışıyor. Afet Koordinasyon Merkezi bir kamp alanı kurmak için çalışmalara başlamış durumda. Ancak Süryaniler kamp fikrine çok sıcak bakmıyor.  Böylesi bir girişimin Suriye’den kaçışları hızlandıracağından endişeliler. Bunun yerine Suriye’deki Hıristiyanlara yardım yapılmasını öneriyorlar. Ama kamp yapılmak istenirse de manastır arazilerini devlete açmış durumdalar. (UG/NV)

* Bu yazı Agos gazetesinin 29 Mart 2013 tarihli sayısında yayımlandı.
bianet.org

Mor Gabriel için ‘irade’

30 Mart 2013 - 02:30

Mor Gabriel Manastır Vakfı Başkanı Ergün, hükümetin davadan feragat etmemesini eleştirerek, çözüm için siyasi zeminde irade gösterilmesinin yeterli olacağını söyledi


Mor Gabriel için ‘irade’

BURCU KARAKAŞ Ankara

Mor Gabriel Manastırı Vakfı Başkanı Kuryakos Ergün, “Mor Gabriel sorununun çözülmesi için siyasi zemin hazır, yeter ki irade olsun” dedi. Ergün, manastıra karşı açılan davalardan birinin davacısının hazine olduğunu belirtirken, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun kendisine, “Şu anda elimizden gelen bir şey yok. Mor Gabriel’in size ait olduğunu biliyoruz. Ancak yargıya intikal ettiği için müdahale edemiyoruz” dediğini anlattı. Ergün, davacılardan birinin hazine olduğunu anımsattıklarında ise “Şimdi feragat edersek, başka davalar için emsal teşkil eder” yanıtını aldıklarını belirtti. Ergün, Milliyet’in sorularına şu yanıtları verdi:

 “Birileri bu manastırın burada kalmasını istemiyor” demiştiniz. Kim onlar?

Biz de bilmiyoruz kim olduklarını. Bilsem haklarında suç duyurusunda bulunurdum. Birileri manastırı ihbar ettiyse bile işlerin bu kadar büyümesi gerekmiyordu. Olayın ne olduğunu algılayamıyoruz. Sayın Dışişleri Bakanı ile görüşmemizde kendisi, ‘Şu anda elimizden gelen bir şey yok. Mor Gabriel’in size ait olduğunu biliyoruz. Ancak yargıya intikal ettiği için müdahale edemiyoruz’ dedi. Davaların bir tanesini Hazine’nin açtığını söylüyoruz. Hazine kimdir? Davayı hükümet açmış.

 Aldığınız cevap nedir?

‘Şimdi feragat edersek, başka davalar için emsal teşkil eder’ deniliyor.

 Erdoğan, Arınç ve Davutoğlu ile görüştünüz. Görüşmelerin odak noktasında Mor Gabriel mi vardı?

Şu anda duyduğumuza göre, hangi hükümet görevlisi yurtdışına çıksa, ilk etapta Mor Gabriel sorunu önüne geliyor. Sanki Türkiye’yi şikayet ediyormuşuz gibi bir izlenim oluşuyor. Halbuki, Davutoğlu ile görüşmemizde de kendisine söyledik, Avrupa’daki Süryaniler bize görevimizi yerine getirmediğimiz gerekçesiyle davaların açıldığını düşünüyorlar. Mor Gabriel sorununun çözülmesi için siyasi zemin hazır, yeter ki irade olsun. Azınlıkların el konan mallarına iadesi ile ilgili bir dosya hazırlamıştık, şu anda Vakıflar Genel Müdürlüğü’nde bekletiliyor. O dosya kapsamında sorunlar çözülebilir. Mahkeme beklemeye gerek yok.

 Bunu dile getirdiğinizde ne söyleniyor?

- ‘Bakalım’ deniliyor. Demek ki hâlâ irade oluşmadı.

 Mor Gabriel konusu açıldığında hükümet tarafında bir mahcubiyet hissediyor musunuz?

- Onları bilemiyorum ama biz bu konuyu devamlı açtığımız için üzülüyoruz, mahçup oluyoruz. Davutoğlu görüşmemizde “İrademiz var, bu işi çözeceğiz” dedi ama o kadar çok duyuyoruz ki. Çözüm görmek istiyoruz.
Milliyet.com.tr 

Freitag, 29. März 2013

Davutoğlu, Süryani Cemaati Temsilcilerini Kabul Etti

Haber: Davutoğlu, Süryani Cemaati Temsilcilerini Kabul Etti 

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Süryani cemaati temsilcilerini kabulünde, "Bizim için bölgedeki dostluklar ve kardeşlikler söz konusu olduğunda etnik, mezhebi ve dini ayrım söz konusu değildir" dedi.

18 Mart 2013 17:57
Anadolu Ajansı 

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Süryani cemaati temsilcilerini kabulünde, "Bizim için bölgedeki dostluklar ve kardeşlikler söz konusu olduğunda etnik, mezhebi ve dini ayrım söz konusu değildir" dedi.
Dışişleri Bakanlığı'ndaki kabulde konuşan Davutoğlu, Türkiye'nin birçok dini geleneğin ve medeniyet birikiminin harmanlandığı olağanüstü bir coğrafyada bulunduğunu söyledi. Dünyadaki hiçbir ülkenin Türkiye kadar, kadim gelenekleri bünyesinde barındırmadığına işaret eden Davutoğlu, "Biz her zaman, bu kadim geleneklerin varlıklarını sürdürmeleri konusunda ve ihtiyaçlarının karşılanması konusunda, devlet olarak en temel ilke olarak bunu benimsiyor ve gereğini yapmaya her zaman gayret sarf ediyoruz" dedi.
Davutoğlu, Mardin'i, Midyat'ı ve Adıyaman'ı ziyaret ettiğinde mutlaka Süryanilerle bir araya geldiğini, yurt dışında da Süryani cemaatleri ziyaret ettiğini anlatarak, en son Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün İsveç ziyaretine Süryani Ortodoks Cemaati Ruhani Lideri ve Patrik Vekili Metropolit Füliksinos Yusuf Çetin'in de katıldığını hatırlattı.
Kendisinin Köln ziyareti sırasında da Süryani cemaati ile görüştüğünü ifade eden Davutoğlu, şunları söyledi:
"Köln'de o güzel karşılama yapıldığında bana, bir pazar sabahı, Süryani Kadim Kilisesi'nin ayininde, oradaki rahip, 'Eski vatanımızdan gelen bakanımız' dedi. Ben de düzelttim, 'Hayır, hiç eskimeyen vatanınızdan, hep sizin olacak vatanınızdan geldim' dedim. Gerçekten bu topraklar hepimizin geleneğini yansıtıyor. Ortak vatandaşlar olarak hepimiz, Türkiye Cumhuriyeti devletinde eşit haklarla bir arada yaşıyoruz.
Ayrıca benim bugün istişare etmek istediğim husus, Ortadoğu bölgesindeki hızlı değişim sürecinde, başta Suriye olmak üzere özellikle oradaki Hristiyan cemaatler konusunda Türkiye'nin yapabilecekleri konusunu birlikte ele almak."
Olaylar başladığında Yusuf Çetin'i ziyaret ettiğini kaydeden Davutoğlu, "Suriye'deki Süryani kardeşlerimiz de bizim için her zaman misafir etme sorumluluğunu üzerimizde hissettiğimiz dostlarımızdır, kardeşlerimizdir. Herhangi bir ihtiyaç zuhur ederse, biz her zaman kendilerini, aynen diğer Suriyeliler gibi mezhep, dini, etnik ayrım gözetmeden ağırlamaktan sadece onur duyarız" dediğini aktardı. Davutoğlu, şöyle devam etti:
"Bizim için bölgedeki dostluklar ve kardeşlikler söz konusu olduğunda, etnik, mezhebi ve dini ayrım söz konusu değildir. Ümit ederiz Suriye'deki acılar diner, bütün kardeşlerimiz, evlerine, yurtlarına geri dönerler. Ama bu acıların sürdüğü bu dönemde şunun da bilinmesini isteriz ki, hangi etnik ve mezhebi kökenden olursa olsun Suriyelilerin ikinci vatanı, hatta bazılarının birinci vatanı da telakki edilebilir, Türkiye'dir."
Süryanileri kardeş olarak gördüklerini ifade eden Davutoğlu, son dönemde Suriye'den gelen Süryani kökenli vatandaşlara yardımcı olmaya çalıştıklarını söyledi. Davutoğlu, "Ben bugün sizlerden biraz daha bu konuda bilgi almak, yapılabilecek şeyler hususunda da neye ihtiyaç varsa bunların karşılanması için ilgili kurumlarla temasa geçmek için toplantıyı bir fırsat olarak telakki ettim" dedi.
-"Bir an evvel savaşların durmasını temenni ediyoruz"-
Süryani Ortodoks Cemaati Ruhani Lideri ve Patrik Vekili Metropolit Füliksinos Yusuf Çetin ise, Süryanilerin bu topraklarda 5 bin 500 yıllık bir geçmişi bulunduğunu söyledi.
Çetin, "Babamız İbrahim'in dilini konuşuyoruz, İsa Mesih'in konuştuğu dili konuşuyoruz. Osmanlı döneminde olsun, Cumhuriyet döneminde olsun her zaman Müslüman kardeşlerimizle yan yana yaşamışız ve her zaman devletimizin yanında yer almışız. Bizden kaynaklanan, hiçbir gün bir sorun olmamıştır" dedi.
Türkiye'yi çok sevdiklerini, Türkiye'nin birlik beraberliği ve kalkınması için ellerinden geleni yaptıklarını ifade eden Çetin, "Dualarımızla da bunları destekliyoruz" ifadesini kullandı.
Çetin, "Suriye'den Türkiye'ye gelen Süryani cemaatimizin sorunlarını dile getireceğiz, birlikte konuşacağız. Biz Ortadoğu'da bir an evvel savaşların durmasını temenni ediyoruz. İnsanların huzur içinde, mutluluk içinde evlerinde can güvenliği, mal güvenliği ve inanç güvenliği içinde yaşantılarını sürdürmelerini temenni ediyoruz ve bu konuda da dua ediyoruz" diye konuştu.
Türkiye Süryani Katolik Patrik Genel Vekili Horepiskopos Yusuf Sağ ise, Suriye'den gelen Süryaniler için toplu bir barınma yeri sağlanmasını istedi.
Suriye'den gelen Süryanilere yardımlarından dolayı hükümete teşekkür eden Sağ, "Allah sizi başımızdan eksik etmesin" dedi.
Hükümetten gördükleri yardımları ve kolaylıkları hiçbir dönemde görmediklerini belirten Sağ, "Sizde ana şefkatini görüyoruz" diye konuştu.
Sağ, teröre çözüm sürecine ilişkin olarak da, "Barışa ulaşması için size dua ediyoruz" ifadelerini kullandı.
Muhabir: Murat Ünlü
haberler.com

Ilısu barajı inşaatı tarihi Süryani köyünü Attafiye yok etti!

27 Mart 2013 Çarşamba 13:51

Tarihi yerleşim yerlerinden Attafiye köyü, Ilısu Barajı üzerinde yapılan yeni köprü inşaatının altında kaldı.
 
Attafiye köyüne komşu olan Üçyol köyünün muhtarı Ahmet Orhan, "Hasankeyf tarihimizi ve Attafiye köyünün miraslarının su ve yolun altında kalmasını istemiyoruz" dedi. 

Son yıllarda gündemden düşmeyen ve tamamlanması halinde tarihi Hasankeyf'in tüm dokusunu sular altında bırakacak olan Ilısu Barajı'nın çalışmaları devam ederken, Hasankeyf'e 3 kilometre uzaklıkta bulunan tarihi yerleşim merkezi Attafiye köyü de barajın üzerinde yapılan yeni köprü inşaatının altında kaldı. Binlerce yılık tarihi geçmişi olan ve Süryani köyü olarak bilinen Attafiye, şu anda yol inşaatının altına gömülmüş durumda. Birçok medeniyete ve uygarlığa ev sahipliği yapan ve Süryani ile Ermeni kültürüne bağlı Ortaçağ'dan kalma Attafiye köyünün yerleşim yerleri yok ediliyor. Yeni yapılacak Hasankeyf köprüsünün uzantısında bulunan köye yol çalışmasını alan Şİ-BA Şirketi tarafından iş makineleri sokularak yer yer yıkılmış olan köye ait kilise, yok edildi. Kilise, kalıntısı dahi kalmayacak şekilde iş makineleriyle ortadan kaldırıldı. Bununla beraber yol çalışması sırasında çıkan hafriyatlar kamyonlarla Attafiye köyü yerleşiminin kalıntılarının üzerine dökülerek, köy büyük kayalar ve toprak ile yok edildi. 



'Tarihimizin yok olmasını istemiyoruz' 

Ilısu barajı inşaatı tarihi Süryani köyünü yok etti!Attafiye köyü ile ilgili bilgi veren komşu köy olan Üçyol (Difnê) köyünün muhtarı Ahmet Orhan, Attafiye köyünün eski bir geçmişi olduğunu ve Hasankeyf merkezle tarihinin eş değer olduğunu belirterek, Attafiye'de tarihi kilise ve türbeler olduğunu söyledi. Orhan, "Şu anda köyün hepsi gömülmüş, kalan kısmı ise hafriyatın altında kalmış durumda. Attafiye köyünün hemen yanında Mor Aho Manastırı var. Bu manastır yol altında kalmamış. Sadece Attafiye köyü yolun altında kalmış durumda. Yol gereklidir, ama köy üzerinde değil de başka yerden getirebilirlerdi. Tarihimizin yok olmasını istemiyoruz. Hasankeyf tarihimizi ve bu Attafiye köyünün miraslarının su ve yolun altında kalmasını istemiyoruz. Baraj yapabilirler ama bizim topraklarımıza ve tarihimize zarar vermeden yapılabilir" diye konuştu. 


Şirkete göre tarihi değil!

Hasankeyf'te Hafriyat Altında Kalan Süryani ve Ermeni KültürüKonu ile ilgili görüştüğümüz Şİ-BA Şirketi yetkilisi Abdurrahman Barsan ise, şunları söyledi: "Biz gerekli izni karayollarından almışız. O köy tarihi değildir. Lütfen bu konu üzerinde durmayalım. Orası bir sit alanı değildir, bir hazinedir. Biz 15.11.2012 tarihinde yol inşaatına başladık. 2014'ün sonunda yolun teslimatını yapacağız. Şuana kadar çalışmalarımızın yüzde 35'i tamamlanış durumdadır."
DIHA
haberfx.net

Donnerstag, 28. März 2013

Süryaniler Lozan'ın neresinde?

Süryaniler Lozan'ın neresinde?

Muzaffer İRİS *


Yorum / 28/03/2013
Süryani okullarının sudan bahaneler gösterilmeden yeniden açılması gerekmektedir. Dünya medeniyetine mal olmuş hiçbir dil, kültür yok olmamalıdır.

Son 10 yılda dünyada ve Türkiye’de çok şey değişti. Eğitimden politikaya, sanayiden insan haklarına, duble yollardan inşaat sektörüne kadar her şey değişti. Yıllarca tabu sayılan konular tartışılmaya başlandı. İnsanlar artık kendilerini daha rahat ifade ediyorlar. Bunca kanun, yasa değişip hak ve hukuk konuşulup sorunlar çözüme kavuşurken, onların sorunları nedense bitmiyor. Kimse onları duymak istemiyor. Ya da birileri çözmek istemiyor.
Anayurtlarına, köylerine dönmeye başladıklarında karşılarında işgal edilen arazi sorunlarını çözmekle uğraştılar. Arazileriyle ilgili sorunlarını bazıları çözerken bazı arazi, ev problemleri ise maalesef halen devam etmektedir.
Sonra kendileri için kutsal sayılan 1600 yıllık Mor Gabriel Manastırı arazilerine Hazine’nin el koymasıyla sarsıldılar. İstanbul’da açmayı düşündükleri anasınıfı da azınlık olmadıkları gerekçesiyle geri çevrildi. En uysal bir halk olmalarına rağmen 10. sınıf tarih ders kitabının 65-66. sayfasında ihanet etmekle suçlandılar. Cumhuriyet tarihinde ilk kez Yeşilköy’de ihtiyaçları nedeniyle yapmayı planladıkları kiliseye de izin verilmedi.
Süryanilerin bu son istekleri, yani okul açma ve kilise inşa etme talepleri aslında büyük, abartılmış, çözümü olmayan istekler değil; tam aksine, daha önce var olup ellerinden gasp edilen bir hakkın iade edilmesidir.
Süryanilerin Lozan Antlaşması’ndan 5 yıl sonrasına yani 1928 yılına kadar nüfusu yoğunlukta bulunan Mardin ve Diyarbakır’da okulları açıktı. Faaliyette bulunan bu okullar Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlıydı. Matematik, dini bilgisi, coğrafya, tarih, sağlık bilgisi ile Osmanlıca, Türkçe, Süryanice, Arapça, İngilizce olmak üzere 5 dilde eğitim görüyorlardı. Mezun olan öğrencilere bakanlık onaylı diplomalar verilmekteydi. Bu okullar Lozan’dan 5 yıl sonrasına kadar eğitim ve öğretim faaliyetlerine devam etmişlerdir. Bu okullar eğitim kalitesi açısından da diğer okullarla yarış halindeydiler. Bu okulların kapanma sebepleri henüz bilinmemektedir.

En eski üç dilden biri

Süryanice şu anda hâlâ konuşulan dünyanın en eski üç dilinden biri olup kutsal sayılmaktadır. Bu dil 7. yy’da çok önemli roller üstlenmiş, Yunanca eserler (Eflatun ve Homeros’un) önce Süryaniceye, oradan da diğer dünya dillerine çevrilmiştir. Dönemin en önemli çevirmenleri Süryanilerdi. Bu çevirmenler İslam kültürü ve edebiyatına da büyük katkılar sunmaktaydılar. Süryani eğitimci-yazar Naum Faik, Türkçede 2000’e yakın Süryanice kelime olduğunu ileri sürer. Örnek vermek gerekirse; ağustos, eylül, temmuz ve haziran aylarının isimleri Süryanicedir.
Süryaniceyi konuşan kişilerin sayısı her gün azalmaktadır. Bu dil günümüzde yok olmakla karşı karşıya kalan diller arasındadır. Sadece kilise çatısı altında kullanılmaktadır.
Süryanilerin azınlık olup olmadığı konusundaki iddialara gelince; 13 Mart 2013’te Cumhurbaşkanı Gül, İsveç Parlamentosu’nda yaptığı konuşmada konunun gündeme gelmesi üzerine “Süryaniler azınlık değildir. Azınlık haklarından gönüllü olarak vazgeçmişlerdir” dedi. Cumhurbaşkanımızın yanlış bilgilendirildiğini düşünüyorum. Çünkü bu konuyla ilgili hiçbir belge, kanıt, kayıt bulunmamaktadır. Bu bir şehir efsanesinden ibarettir. Bu konuda bilgisi, belgesi olanların paylaşması tarih bilimine önemli bir katkı sunacaktır.
Sayın Cumhurbaşkanımızın üzerinde durduğu diğer önemli bir konu ise “Bizden önce yalnız Süryaniler değil birçok kişi haksızlığa uğradı” demesiydi. Cumhurbaşkanı’nın bu söylemi diğer iktidarların yaptığı gibi hep suçu öncekilere atmasından başka bir şey değildir. Bugünkü iktidarlara düşen, daha önceki yanlışların arkasına sığınmak değil, düzeltilen birçok yanlış gibi, bu hataların da düzeltilmesine çalışmaktır.
Lozan’a gelince; Lozan’da Türkiye’yi Edirne milletvekili İsmet Paşa temsil eder.
Lozan Antlaşması’nın 3. kısım 37-44. maddeleri azınlıklarla ilgili bölümleri içerir.
Bu antlaşmanın hiçbir madde, paragraf, cümle ve kelimesinde millet, halk olarak kimlerin azınlık oldukları, olacakları belirtilmiyor, belirtilmemiş. Sadece Türkiye’de yaşayan ‘gayrimüslimler’ ibaresi geçmektedir. Bunlar ise Yahudi (Musevi), Rum, Ermeni ve Süryanilerdir.
Süryaniler günümüzde hâlâ azınlıklar masasına bağlıdır. Vakıf yönetimi seçimlerinde azınlıklar masasından temsilciler bulunmaktadır. Resmi protokollerde azınlıkların sahip olduğu prosedüre uygun yer almaktadırlar. Devlet işine geldiği gibi, bazen azınlık, bazen yabancı uyruklu, bazen asli unsur olarak saymakta, ancak okul açmasına izin vermemektedir. Diğer taraftan bir halkın, bir tarih ve medeniyetin, bir dilin, bir kültürün yok olması da Lozan’a ya da başka gerekçelere bırakılmamalıdır. Lozan’ın 40. maddesi ne diyor?
LOZAN-Madde 40: Müslüman olmayan azınlıklara mensup Türk uyrukları, hem hukuk bakımından hem de uygulamada, öteki Türk uyruklarıyla aynı işlemlerden ve aynı güvencelerden [garantilerden] yararlanacaklardır. Özellikle, giderlerini kendileri ödemek üzere, her türlü hayır kurumlarıyla, dinsel ve sosyal kurumlar, her türlü okullar ve buna benzer öğretim ve eğitim kurumları kurmak, yönetmek ve denetlemek ve buralarda kendi dillerini serbestçe kullanmak ve dinsel ayinlerini serbestçe yapmak konularında eşit hakka sahip olacaklardır.
Bir halkın, kültürün yaşaması ancak okullarla mümkün olur. Mezopotamya uygarlığının en önemli ayağı kabul edilen 5500 yıllık bir kültüre sahip Süryaniler tarihten yok olmamalıdır.
Birlikte yaşama kültürü adına olumlu adımlar atılmalı, Süryanilerin yaşadığı sorunların çözümüne yönelik adımların atılması ülkemiz adına, demokrasi adına önemli bir basamak olarak görülmelidir.
Bu nedenle Süryani okullarının sudan bahaneler gösterilmeden yeniden açılması gerekmektedir. Dünya medeniyetine mal olmuş hiçbir dil, kültür yok olmamalıdır.
Süryanilere ait bir eğitim kurumunun, bir okulun açılması için birileri başvuruda bulunur mu bilmiyoruz. Ancak günümüzde Süryanice gittikçe kan kaybetmekte ve tarih sahnesinden silinmekle karşı karşıyadır. Dünya tarihine mal olmuş, dünyanın en eski dillerinden biri olan Süryanicenin yaşatılması için gerekli önlemler alınmalıdır. Üniversiteler ve resmi kurumlar bu dilin geliştirilmesi için gerekli düzenlemeleri yapmalıdır. Bugün tarihi öneme sahip bir binaya bir çivinin çakılması yasakken, dünya tarihinin en eski hazine ve mirası, 5500 yıllık geçmişe sahip Süryanicenin kaybolmasına seyirci kalınmamalıdır.
Unutulmamalı ki sadece Süryanice değil, hiçbir dil yok olmamalıdır.
* Eğitimci-Yazar
radikal.com.tr

Donnerstag, 21. März 2013

Syrisch-orthodoxe Kirche ehrt Wissenschaftler der Forschungsstelle Christlicher Orient

20.03.13

Der Metropolit und Patriachalvikar der syrisch-orthodoxen Kirche in Deutschland, Mor Philoxenos Matthias Nayis (3.v.l.) verlieh den St.-Ephrem-Orden an Prof. Dr. Dr. Hubert Kaufhold (Mitte) in Anerkennung seiner wissenschaftlichen Arbeiten zum christlichen Orient. Beglückwünscht wurde Kaufhold außerdem von (v.l.) Erzbischof Julius Hannah Aydin, Erzbischof Timotheus Matta Fadil Alkhouri, Prof. Dr. Heinz Otto Luthe und Prof. Dr. Peter Bruns (Stellvertr. Direktor bzw. Direktor der Forschungsstelle Christlicher Orient) sowie KU-Präsident Prof. Dr. Richard Schenk. (Foto: Schulte Strathaus/upd).


Prof. Dr. Dr. Hubert Kaufhold, Mitglied der Forschungsstelle Christlicher Orient an der Katholischen Universität Eichstätt-Ingolstadt (KU), ist mit dem St.-Ephrem-Orden ausgezeichnet worden, den der Patriarch der syrisch-orthodoxen Kirche vergibt. Verliehen wurde ihm die Auszeichnung anlässlich eines Festaktes zu seinem 70. Geburtstag im Eichstätter Collegium Orientale durch den Metropolit und Patriachalvikar der syrisch-orthodoxen Kirche in Deutschland, Mor Philoxenos Matthias Nayis. Kaufhold ist seit 2008 Mitglied der Forschungsstelle Christlicher Orient und Honorarprofessor für Antike Rechtsgeschichte (insbesondere das Recht des Christlichen Orients) an der Universität München. Zudem leitet er die Sektion für die Kunde des Christlichen Orients der Görres-Gesellschaft.

KU-Präsident Prof. Dr. Richard Schenk würdigte Kaufhold als einen großen Kenner des christlichen Orients, dessen Wirken eine große Bereicherung für die Universität darstelle. Als hauptberuflicher Jurist – Kaufhold war bis 2008 Richter am Amtsgericht München – habe er eine Brücke zwischen dem römischen Recht und dem Recht des christlichen Orients geschlagen. Während derzeit das kulturelle Erbe Syriens akut gefährdet sei, habe Kaufhold durch seine über Jahrzehnte hinweg betriebenen Forschungen ein Fenster zum Osten geöffnet.

Laudator Prof. Dr. Manfred Kropp (emeritierter Professor für Semitistik und Islamwissenschaft, Universität Mainz) bezeichnete Kaufhold als einen „Wanderer zwischen den Welten“: Zwischen Broterwerb als Jurist und der Orientalistik als Passion. Der Blick in kirchenrechtliche Quellen des frühen Christentums, wie sie derzeit an der Forschungsstelle thematisiert werden, gewähre tiefe Einblicke in eine Zeit, in der kirchliche Institutionen auch weltliche Aufgaben übernahmen und dabei wiederum auf weltliche Rechtsquellen zurückgriffen. Die Forschungsstelle selbst ehrte Kaufholds Arbeit in Form einer umfangreichen Festschrift mit zahlreichen internationalen Beiträgen, die Prof. Dr. Peter Bruns (Direktor der Forschungsstelle) und sein Stellvertreter Prof. Dr. Heinz Otto Luthe überreichten.

 ku.de

Mittwoch, 20. März 2013

Mor Gabriel, school on agenda of meeting between Turkish FM and Syriac leaders

ISTANBUL - Hürriyet Daily News

March/20/2013 


Turkish Foreign Minister Ahmet Davutoğlu (C) meets with Syriac religious leaders. DAILY NEWS photo/Selahattin SÖNMEZ

Turkish Foreign Minister Ahmet Davutoğlu (C) meets with Syriac religious leaders. DAILY NEWS photo/Selahattin SÖNMEZ
  
Vercihan Ziflioğlu
 
The issue of Mor Gabriel Monastery and the Syriacs’ demand for a school were on the agenda of a meeting between Foreign Minister Ahmet Davutoğlu and Syriac leaders on March 18.

The Mor Gabriel Foundation’s head, Kuryakos Ergün, said Davutoğlu offered to pay rent for the historic monastery, an offer that Syriac leaders turned down.

“Mr. Davutoğlu said he visited the Monastery before taking office as Foreign Minister,” Ergün said.

Mor Gabriel is a 1,700-year-old historic monastery located in the southeastern province of Mardin’s Midyat district. In 2008, the Forestry Ministry, the Land Registry Cadastre Office and the villages of Yayvantepe, Çandarlı and Eğlence sued the monastery for allegedly occupying their fields. The lawsuit was finalized last year, recognizing the monastery as an “occupier.” The case was then brought to the European Court of Human Rights. The future of the monastery currently hinges on the ECHR’s decision.

Demand for a Syriac School

The Syriac community’s need for a school was also discussed in the meeting. The community attempted to open a kindergarten last year, but Ankara did not authorize it. “When the matter of a school was opened up, they naturally reminded [us] that we are exempt from the Lausanne [Treaty]. Mr. Davutoğlu said we were not minorities,” Ergün said. According to the Lausanne Treaty signed in 1923, Syriacs are not recognized among Turkey’s minority communities.

“We also conveyed to him the problems Syriacs have on that matter,” Ergün said.

Istanbul Metropolitan Yusuf Çetin, Turkish Syriac Catholic Deputy Patriarch Chorepiscopus Yusuf Sağ, Turabidin Metropolitan Samuel Aktaş, Adıyaman Metropolitan Melki Ürek, Mardin-Diyarbakır Metropolitan Saliba Özmen and the Mor Gabriel Foundation’s head, Kuryakos Ergün, were present at the meeting in Ankara.

Davutoglu meets with Syriac community representatives

Foreign Minister Ahmet Davutoglu on Monday met with Syriac community representatives in Turkey.
During the meeting, Davutoglu said that he was there to discuss with the Syriac community representatives the possible contributions that could be made for the communities in the Middle East, primarily the ones in Syria.

In an open call to non-Muslim communities in conflict-hit Syria, Davutoglu said that Turkey opened its arms to all without religious or ethnic discrimination. Stating that Turkey is located on an amazing geography where a great many religious traditions and an accumulation of civilization are blended together, Davutoglu said that the Turkish state adopted the principle of maintaining these ancient traditions and meeting the needs and exerted efforts to the necessary on the issue. 

Furthermore, Davutoglu reiterated that he always met with Syriac community representatives during his visits to Mardin, Midyat and Adiyaman, as well as abroad, and Syriac Orthodox Church Metropolitan Filiksinos Yusuf Cetin has accompanied President Abdullah Gul during his recent visit to Sweden.
For his part, Cetin said following his meeting with Davutoglu that they were living together with their “Muslim brothers” and that his community had done its best for the development of Turkey. “We wish the war in Syria and in the Middle East will end as soon as possible and ensure people live in security of life, religion and property,” Cetin added.

Mor Gabriel Manastır'da Yasal Çözüm


 


http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=GazeteResmiBuyuk&ArticleID=1125921

Mor Gabriel'e hızlı formül

 Bir süre önce Hazine'ye geçirilen arazilerinin Mor Gabriel Manastırı'na 'hızla' geri verilmesi için Başbakanlık'ta çalışma grubu oluşturuldu. İki formül var: Cüzi miktara kiralama ya da ihaleyle satış.
Mor Gabriel'e hızlı formül
20/03/2013
Haber: ÖMER ŞAHİN 
 
Hükümet, Süryanilerin ‘Kudüs’ü olarak gösterilen Mor Gabriel Manastırı’nın yargı kararlarıyla ellerinden alınan arazilerini iade etmeye hazırlanıyor. Süryani cemaatinin dört gözle beklediği 276 dönümlük manastır arazileri sorununu çözmek için Başbakanlık’ta çalışma grubu oluşturuldu. Yargıtay’ın onama kararından dolayı Mor Gabriel Manastırı, yüzyıllardır kullandığı ve vergilerini ödediği arazi üzerinde ‘işgalci’ konumuna düşmüştü. Komisyon, yargı kararına karşı hızlı iade için iki formül geliştirdi.

Anayasaya girebilir

Süryani cemaatine sunulması düşünülen ilk seçenek, arazinin 49 veya 99 yıllığına cüzi bir ücrete kiralanması olacak. İkinci formülün ise yine sembolik bir rakama Hazine’ye tescil edilen arazinin ihale yoluyla satışı olması düşünülüyor. Kalıcı çözüm için yeni anayasaya hüküm konulması da gündemde. Süryaniler ve azınlık cemaatlerinin mülkiyet sorunlarının anayasal güvenceyle çözülmesi gündemde.
Radikal’e konuşan Mor Gabriel Manastırı Başkanı Kuriakos Ergün, ‘kiralama’ formülü yönünde bazı duyumlar aldıklarını ancak kendilerine resmi bir teklif gelmediğini söyledi. Süryani cemaati olarak şu anda kiralama ve ihale yoluyla satıştan çok ‘iade’ye odaklandıklarını kaydeden Ergün, Yargıtay’ın kararına rağmen bunun mümkün olduğunu savundu. 5737 sayılı Vakıflar Kanunu’nun geçici 11. maddesi çerçevesinde söz konusu arazilerin kendilerine verilebileceğini, bu konuda yaptıkları başvuru olduğunu söyleyen Ergün, “Arazi şu anda devletin elinde. Devlet, kendi arazisi üzerinde istediği gibi tasarrufta bulunabilir” dedi. Ergün, kiralama ve ihale yoluyla satış formülünün kendilerine resmi olarak iletilmediğini ifade etti.

Müjdeyi Arınç vermişti

Mor Gabriel arazileri sorunu son dönemde yine gündeme oturdu. Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, mart ayının ilk haftasında gittiği Almanya ’da Süryanileri ziyaret etmiş ve bu sorunu çözeceklerini müjdelemişti. Daha sonra Almanya Başbakanı Angela Merkel’in Türkiye ziyaretinde Mor Gabriel Manastırı Metropoliti Samuel Aktaş’ın sorunu gündeme getirmesi toplantı salonunda soğuk rüzgârların esmesine neden olmuştu. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, geçen hafta İsveç’e yaptığı ziyaret heyetine Süryani Metropoliti Yusuf Çetin’i de alarak sürpriz yapmıştı. Başbakan Erdoğan ve hükümet yetkilileri Mor Gabriel arazisi sorunu karşısında yargı kararlarına göndermede bulunuyor. Buna rağmen, hükümet kanadının sorunun bir an önce çözümünü istediği ve bu yüzden komisyon çalışması başlatıldığı söyleniyor.

Süryani cemaati, Mor Gabriel Manastırı arazilerinin M.S. 397 yılından beri kendilerine ait olduğunu ve 1937 yılından bugüne de vergilerinin düzenli ödendiğini söylüyor. Ancak çevre köyleri manastır arazilerinde hak iddia ederek 1998 yılında dava açtı. Midyat Kadastro Mahkemesi’nin “Araziler manastıra ait” kararını bozan Yargıtay, onama kararı vererek manastırı ‘işgalci’ durumuna düşürdü. Arazi, Hazine’ye tescil edildi. Davalı olan arazi orman alanını simgeleyen yeşil alanda kaldıkları gerekçesiyle Hazine’ye tescil ettirilebiliyor.

Süryanilerin talebi

Mor Gabriel Manastırı Vakfı, TBMM Başkanlığı’na sunduğu yeni anayasa önerilerinde mülkiyet sorununun çözümü için öneriler iletmişti. Süryani cemaati, 100 dönümden fazla taşınmaz mallara sahip olamama kuralının değişmesi için Tapu Kadastro Kanunu’nun 14. maddesinin değişmesini istiyor. On binlerce dönüm arazilerinin farklı etnik kökenli vatandaşların işgali altında olduğunu iddia eden Süryaniler, Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kanunu’nun 11. ve geçici 7. maddelerinin değişmesini de istiyor. Bu maddeler, Süryani ve azınlıkların gayrimenkullerinin Hazine’ye tesciline imkân sağlıyor.
radikal.com.tr

Dienstag, 19. März 2013

HEM AZINLIK HEM AZINLIK NİTELENMEYEN BİR HALK; SÜRYANİLER

19.3.2013

ZEYNEP TOZDUMAN

Baş müzakereci Egemen Bağış’ın Ocak 2013’te İsveç’e yaptığı geziden sonra Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Mart ayında üç gün süren gezisiyle birlikte gözler yine Süryani halkına çevrildi. Türkiye’nin etkili ve yetkili ağızları Süryanilere bir yandan siz ‘’azınlık’ ’değilsiniz diyor, diğer yandan ‘’azınlık’ ’malları ile ilgili çıkarttıkları yasa tasarısını öve öve bitiremiyorlar... Bu ne yaman çelişki böyle !…

1915 büyük Süryani kıyımından sonra Süryaniler, 1924 Lozan antlaşmasıyla, Azınlık olarak tanımlanmasına rağmen, ’azınlık ’haklarından yararlandırılmayan tek halktır. Süryaniler azınlık olarak görülmediği gibi, Kürtler için 1925’te çıkartılan Şark Islahat Planı’ndan, 1928’de kabul edilen Latin harflerinin kabulü ve 1934 yılında ‘’Vatandaş Türkçe konuş ’ ’kampanyalarında en çok vurulan halk olmuştur. Cumhuriyetin kuruluşuna değin okulları olan, kiliselerinde(medreselerinde) ‘’Süryanice eğitim verilen  ’’ Süryani kurum ve kuruluşlara yasak getirilerek bu kez de kültürel soykırımı dediğimiz Beyaz Soykırımla zorla tek tipleştirme süreci başlamıştır. Beyaz soykırım, günümüze değin devam etmektedir.

Sayıları bu gün anayurdu olan Turabdin’de üç bin, Türkiye geneli on sekiz bin kalan Süryaniler yaşadıkları baskıların yanı sıra ekonomik, siyasi, psikolojik, sosyolojik nedenlerden ötürü ata topraklarını birer birer terk etmişlerdir. Cumhurbaşkanı Gül’ün ziyaret ettiği İsveç’i neredeyse ikinci vatanları olmuştur..9 milyon nüfusu olan İsveç’te yüz elli bin Süryani yaşamaktadır. İsveç parlamentosu dahil belediyelerinde ve valiliklerinde Türkiye’den çok daha fazla Süryani İsveç’te söz sahibidir. Bizde ise doksan üç yıllık cumhuriyette ilk kez bir Süryani milletvekili (Erol Dora)  meclise girebilmiştir. Sayın devlet yetkilileri, madem bizim Anayasamızda herkes eşittir. Neden Süryanileri, Ermenileri, Rumları parlamentoda ya da kamu kuruluşları dediğimiz Ordu’da general v.s, Yargıda hâkim ve savcı, Emniyet teşkilatında emniyet genel müdürü, son kırk yıldır da  belediyelerde belediye başkanı olarak göremiyoruz?. İsveç’te ‘’Türkçe ‘’ eğitim isteyen TC, neden kendi ülkesinde Kürtlere ve azınlıklara anadilde eğitim hakkını 1924 anayasasıyla günümüze değin yasak kılmıştır?.

Parlamentoda büyük bir çoğunluğa sahip AKP Hükümeti iktidara geldiğinden, günümüze değin sürekli barıştan, açılımdan, insan haklarından bahsediyor. Fakat uygulamaya gelince neden bu güne değin bu ülkenin kadim halklarına, başta en temel insan hakkı olan ana dilde eğitim hakkı olmak üzere, eşit yurttaşlık hakkını, inanç ve düşünce özgürlüğünü hayata geçirmiyorlar? İşine geldi mi Süryanileri azınlık olarak görüyor. İşine gelmedi mi Anadillerini yasak ederek zorla Türkçe eğitim vereceksin. Geçtiğimiz süreçte çıkarılan vakıf mallarıyla ilgili bir genelgeye, 1936 Beyannamesi’ni Demokles’in kılıcı gibi gösterip işlevsiz hale getireceksin. 1942-1944 Varlık Vergisi’yle sermayelerini elinden alıp, sermayeyi Türkleştireceksin, askerde amele taburu olarak kullanacaksın. Sürekli bölgede Hristiyan olduğu için ötekileştirileceksin. Milli Eğitim ders kitaplarında Ermeni ve Rum halklarının yanı sıra Süryanileri ırkçı ve nefret söylemleri içeresinde körpecik beyinlere kötüleyeceksin. Televizyon dizilerinde Süryani halkının kadınlarını ve papazlarını namussuz olarak sergileteceksin. Ve hala Süryani halkından özür dilemeyeceksin. Süryaniler, işte ancak böylesi durumlarda ‘’azınlık’’ olarak görülürler. Fakat en temel insan hakkı olan ana dilde eğitim hakkı gibi haklarını ise görmezlikten geleceksin. İşte ileri demokrasi, işte büyük Türkiye !!!
TC ‘nin 1915’den bu güne değin  (Ermeni, Süryani, Pontus Rum, Ezidi, Kızılbaş Aleviler, Kürtler) kırım yaşamış halklar ve inançlardan özür dilemediği sürece bu acılar devam edecektir.

 İslami kurum ve kuruluşlara, camilere imam vs. atayıp maaşlarını Türkiye halklarının sırtından ödeyen TC, bu devlete vergi veren bireyler olan Süryanilerin ruhani liderlerine neden o zaman maaş bağlamıyor?. Madem kanun önünde herkes eşittir diyorsunuz ey yöneticiler, Süryaniler bu ülkenin yurttaşı değil mi?. Bu bir çifte standarttır.
İsveç Parlamentosu’nun Süryani milletvekili Yılmaz Kerimo, Cumhurbaşkanı Gül’e, Mardin'deki Mor Gabriel Manastırı'nın işgal altında olduğunu, bazı kiliselerin ve Ayasofya’nın camiye çevrildiğini ifade ederek, Asuri ve Süryanilerin azınlık olarak kabul edilmediklerini hiçbir haktan faydalanamadıkları için okullarında dillerini öğretemediklerini söyleyince Gül’ün verdiği cevap bir hayli ilginçti. ’’Geçmişte sıkıntılarınız olduğu doğrudur, ama Mor Gabriel manastırı ibadete açıktır.1924 Lozan Antlaşması’nda ‘’gönüllü’ olarak azınlık olmaktan vazgeçtiniz’ ’söylemini dikkatlice inceleyelim.

Madem geçmişte sıkıntılar var, bunu da deklare ediyorsunuz zaten, siz iktidarsınız bu sıkıntıları hemen giderecek potansiyele sahipsiniz bu bir. Madem Süryaniler Lozan’da azınlık haklarından gönüllü vazgeçmişler, yapılan protestolar ve eylemler gösteriyor ki şimdi gönüllü olarak azınlık ve eşit yurttaşlık haklarından yararlanmak istiyorlar bu iki. Üçüncüsü ise Mor Gabriel Manastırı ibadete açık diyorsunuz. Bir kapatmadığınız kaldı zaten. Kapatın Mor Gabriel manastırını olsun bitsin bu iş. AKP’de dünün Milli Eğitim Bakanı, bu günün Kültür Bakanı olan Ömer Çelik’te bir yandan Süryanilere dönün çağrısı yapıyor. Sorarlar adama siz Milli Eğitim Bakanı iken bir dizi imza kampanyaları yapıldığında neden ders kitaplarından Süryanileri aşağılayıcı ifadeleri kaldırmadınız?.
Süryani Halkı yasal güvence olmadan ne ‘’azınlık ‘’haklarından ne de eşit yurttaşlık hakkından asla yararlanamaz. Genelgelerle yapılan kısmi iyileştirmeler Süryani halkının sorunlarını çözmediği gibi bir dizi sorunları da beraberinde getirecektir.

Hepimizin bildiği üzere, ülke olarak önümüzde yeni bir Anayasa yapım süreci duruyor. Bu barış ve çözüm süreci Kürt halkıyla birlikte başta Süryani ve bütün kadim halkları kapsayacak şekilde olmasını bekliyor ve bütün kimliklerin ayırımsız bir şekilde yeni anayasada yer alması umudunu taşıyorum. Kürt sorunun çözümüyle birlikte Ermeni-Süryani-Rum ve Alevilerin sorunları çözülmediği sürece bu barış sözde barıştan öte gidemez.


Peace messages in meeting of Syriac community


Peace messages in meeting of Syriac community
We hope wars in the Middle East will stop soon, and people will live in peace and happiness, said Metropolit Filiksinos Yusuf Cetin


 
 
 
 
1

19 March 2013 Tuesday, 09:38,

Turkish Foreign Minister Ahmet Davutoglu met representatives of Syriac community in Ankara on Monday.
There is no ethnical, sectarian and religious discrimination for us in the region, said Davutoglu. Davutoglu said that Turkey was ready to extend every type of assistance to its Syriac brothers in Syria.
Noting that Turkey saw Syriacs as its brothers, Davutoglu said that Turkey was trying to help Syriacs who came from Syria to Turkey in the recent period.

Patriarchal Vicar of the Syriac Orthodox Church, Metropolit Filiksinos Yusuf Cetin said that Syriacs loved Turkey very much, and they did not have any problems with Turkey so far.
Cetin noted that they did their best for integrity and development of Turkey all the time. We hope wars in the Middle East will stop soon, and people will live in peace and happiness, said Cetin.

(AA) 
 worldbulletin.net

Montag, 18. März 2013

Davutoğlu, Süryani cemaati temsilcilerini kabul etti


18 Mart 2013 17:56 Pazartesi

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Süryani cemaati temsilcilerini kabulünde, "Bizim için bölgedeki dostluklar ve kardeşlikler söz konusu olduğunda etnik, mezhebi ve dini ayrım söz konusu değildir" dedi.

Dışişleri Bakanlığı'ndaki kabulde konuşan Davutoğlu, Türkiye'nin birçok dini geleneğin ve medeniyet birikiminin harmanlandığı olağanüstü bir coğrafyada bulunduğunu söyledi. Dünyadaki hiçbir ülkenin Türkiye kadar, kadim gelenekleri bünyesinde barındırmadığına işaret eden Davutoğlu, "Biz her zaman, bu kadim geleneklerin varlıklarını sürdürmeleri konusunda ve ihtiyaçlarının karşılanması konusunda, devlet olarak en temel ilke olarak bunu benimsiyor ve gereğini yapmaya her zaman gayret sarf ediyoruz" dedi.
Davutoğlu, Mardin'i, Midyat'ı ve Adıyaman'ı ziyaret ettiğinde mutlaka Süryanilerle bir araya geldiğini, yurt dışında da Süryani cemaatleri ziyaret ettiğini anlatarak, en son Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün İsveç ziyaretine Süryani Ortodoks Cemaati Ruhani Lideri ve Patrik Vekili Metropolit Füliksinos Yusuf Çetin'in de katıldığını hatırlattı.

Kendisinin Köln ziyareti sırasında da Süryani cemaati ile görüştüğünü ifade eden Davutoğlu, şunları söyledi:
"Köln'de o güzel karşılama yapıldığında bana, bir pazar sabahı, Süryani Kadim Kilisesi'nin ayininde, oradaki rahip, 'Eski vatanımızdan gelen bakanımız' dedi. Ben de düzelttim, 'Hayır, hiç eskimeyen vatanınızdan, hep sizin olacak vatanınızdan geldim' dedim. Gerçekten bu topraklar hepimizin geleneğini yansıtıyor. Ortak vatandaşlar olarak hepimiz, Türkiye Cumhuriyeti devletinde eşit haklarla bir arada yaşıyoruz.
Ayrıca benim bugün istişare etmek istediğim husus, Ortadoğu bölgesindeki hızlı değişim sürecinde, başta Suriye olmak üzere özellikle oradaki Hristiyan cemaatler konusunda Türkiye'nin yapabilecekleri konusunu birlikte ele almak."

Olaylar başladığında Yusuf Çetin'i ziyaret ettiğini kaydeden Davutoğlu, "Suriye'deki Süryani kardeşlerimiz de bizim için her zaman misafir etme sorumluluğunu üzerimizde hissettiğimiz dostlarımızdır, kardeşlerimizdir. Herhangi bir ihtiyaç zuhur ederse, biz her zaman kendilerini, aynen diğer Suriyeliler gibi mezhep, dini, etnik ayrım gözetmeden ağırlamaktan sadece onur duyarız" dediğini aktardı. Davutoğlu, şöyle devam etti:
"Bizim için bölgedeki dostluklar ve kardeşlikler söz konusu olduğunda, etnik, mezhebi ve dini ayrım söz konusu değildir. Ümit ederiz Suriye'deki acılar diner, bütün kardeşlerimiz, evlerine, yurtlarına geri dönerler. Ama bu acıların sürdüğü bu dönemde şunun da bilinmesini isteriz ki, hangi etnik ve mezhebi kökenden olursa olsun Suriyelilerin ikinci vatanı, hatta bazılarının birinci vatanı da telakki edilebilir, Türkiye'dir."
Süryanileri kardeş olarak gördüklerini ifade eden Davutoğlu, son dönemde Suriye'den gelen Süryani kökenli vatandaşlara yardımcı olmaya çalıştıklarını söyledi. Davutoğlu, "Ben bugün sizlerden biraz daha bu konuda bilgi almak, yapılabilecek şeyler hususunda da neye ihtiyaç varsa bunların karşılanması için ilgili kurumlarla temasa geçmek için toplantıyı bir fırsat olarak telakki ettim" dedi.

"Bir an evvel savaşların durmasını temenni ediyoruz" 

Süryani Ortodoks Cemaati Ruhani Lideri ve Patrik Vekili Metropolit Füliksinos Yusuf Çetin ise, Süryanilerin bu topraklarda 5 bin 500 yıllık bir geçmişi bulunduğunu söyledi.

Çetin, "Babamız İbrahim'in dilini konuşuyoruz, İsa Mesih'in konuştuğu dili konuşuyoruz. Osmanlı döneminde olsun, Cumhuriyet döneminde olsun her zaman Müslüman kardeşlerimizle yan yana yaşamışız ve her zaman devletimizin yanında yer almışız. Bizden kaynaklanan, hiçbir gün bir sorun olmamıştır" dedi.
Türkiye'yi çok sevdiklerini, Türkiye'nin birlik beraberliği ve kalkınması için ellerinden geleni yaptıklarını ifade eden Çetin, "Dualarımızla da bunları destekliyoruz" ifadesini kullandı.

Çetin, "Suriye'den Türkiye'ye gelen Süryani cemaatimizin sorunlarını dile getireceğiz, birlikte konuşacağız. Biz Ortadoğu'da bir an evvel savaşların durmasını temenni ediyoruz. İnsanların huzur içinde, mutluluk içinde evlerinde can güvenliği, mal güvenliği ve inanç güvenliği içinde yaşantılarını sürdürmelerini temenni ediyoruz ve bu konuda da dua ediyoruz" diye konuştu.

Türkiye Süryani Katolik Patrik Genel Vekili Horepiskopos Yusuf Sağ ise, Suriye'den gelen Süryaniler için toplu bir barınma yeri sağlanmasını istedi.
Suriye'den gelen Süryanilere yardımlarından dolayı hükümete teşekkür eden Sağ, "Allah sizi başımızdan eksik etmesin" dedi.

Hükümetten gördükleri yardımları ve kolaylıkları hiçbir dönemde görmediklerini belirten Sağ, "Sizde ana şefkatini görüyoruz" diye konuştu.
Sağ, teröre çözüm sürecine ilişkin olarak da, "Barışa ulaşması için size dua ediyoruz" ifadelerini kullandı.
trtturk.com.tr

Sonntag, 17. März 2013

Aramaic Language Project in Israel Furthers Recognition of Maronites


   
A book written in Aramaic is seen in a glass case at the Museum of St. George's Catholic Church in Kormakitis, Cyprus, May 9, 2010. (photo by REUTERS/Andreas Manolis)


15.3.2013
 

By: Jacky Hugi for Al-Monitor Israel Pulse

Shady Khalloul Risha holds his son Aram in his lap and speaks to him in a language that most Israelis are familiar with, but which only a few understand. The child responds the way children aged three and a half do. Shady is proud of his firstborn; Aram is really a special child. At home, in the village of Jish (Gush Halav), not far from the Israeli-Lebanese border, the infant has been exposed to three languages from birth. His father speaks to him in Aramaic. His mother, born in Ukraine, chats with him in Russian. And his grandparents, Shady's parents, address him in Arabic.

“I am a Maronite; the language of my ancestors is Aramaic,” Shady says, “and I want to resurrect it. Rather than telling others to do it, I decided to revive the language in my own home. I speak to him in Aramaic, and he replies in the same language.”

Isn’t it important to you to teach him Hebrew, the majority language?

“Sure, but he will learn it anyway; it will happen by itself. After all, he is growing up in Israel. English, too, he will learn by himself when he grows up. His brother Jacob is eight months now, and we are doing the same with him. In a few years, the two of them will be communicating in Aramaic.”
Aramaic is the second language after Hebrew used in the Jewish scriptures. It is the language the Kaddish (sanctification) prayer is written in. It is also the language of the Talmud and used extensively in the Bible, especially in the books of the prophets Ezra and Daniel. Few Israelis are conversant in Aramaic, and these are for the most part ultra-Orthodox graduates of rabbinical colleges, Yemenite Jews or Jews from Kurdistan, who'd spoken the language in their countries of origin.
However, Aramaic is not only a part of Jewish history; it is also the language of prayer of the Maronite Christians. In recent years, its use among the Christian population in Israel has been spreading, in a large part thanks to Shady, an IT professional aged 37, who decided to go all the way with his ethnic affiliation. 
Shady serves as chairman of the Aramaic Association in Israel and is considered the moving spirit of the association. He grew up in an Arabic-speaking environment, but unlike most Christians in Israel, who see themselves as a part of Arab civilization, he chose to emphasize his other ethnic identity.
“My ethnicity is Aramaean, I am a Maronite Christian and my religion is Christian,” he tells us. He speaks Arabic as a means of communication, no more.
“I am like the Jews in Arab countries, who spoke Arabic and prayed in Hebrew, or the Muslims in America, who speak English and pray in the language of the Quran. There are 12 million Maronites in the world today and, wherever they are, they all speak the language of the local natives. Thus, for instance, five million Maronites are living in Brazil. They speak Portuguese, but they pray in Aramaic. And this is the case with Maronites the world over. The language that unites them, the language of liturgy and worship, is one and the same language.”

You are living in an Arab village; your mother tongue is Arabic. Don’t you see yourself as a member of the great Arab nation?

“No. I am a part of the Aramaean people. We do not have a country, but we have a language and a history and a heritage.”
The Maronites speak the western dialect of modern Aramaic, whose pronunciation is unlike that of the eastern dialect of Aramaic, commonly spoken in Aram Naharayim (Mesopotamia). They have a unique writing system, developed over centuries, but which ripened into its present-day form in the 14th century. The Aramaeans have three TV stations across the world, broadcasting news as well as entertainment and sports programs via satellite. Two of these stations operate from Sweden. The third, which broadcasts in the eastern dialect of Aramaic, operates from the Kurdish region in Iraq.
Several years ago, Shady and his brother Amir established in their village an Aramaic language school that offers courses free of charge. Students in the lower school grades learn the language in church, usually on Fridays. They read, sing and write in Aramaic. There is also one class for adults. However, the Khalloul brothers did not think this is enough. They appealed to the Ministry of Education, asking for and receiving an allocation of teaching hours for Aramaean heritage in the schools in their village. Once they got it, they — with the assistance of Knesset Members Israel Hasson (Kadima) and Yariv Levin (Likud) — initiated a bill for the recognition of the Aramaean minority in Israel as a nation in itself, the way the Arabs, Circassians and Druze are recognized. The bill was submitted for a vote in the Ministerial Committee for Legislation during the tenure of the 18th Knesset, but was blocked by Minister of Culture and Sport Limor Livnat.
“We hope that, once approved, this bill will serve as ‘a Light unto the nations,’” Shady says. “That is, once you recognize us as an ethnic minority, the Arabs, too, will recognize us and realize that our people are not extinct. Both Arabic and Hebrew are derived from the Aramaic language. These are all Semitic languages. And their common origin brings the peoples speaking them closer together.”
More than 10 thousand Maronites are currently living in Israel. Two thousand of them are former South Lebanon Army (SLA) combatants and their family members who moved to Israel following the withdrawal of the Israel Defense Forces (IDF) from Lebanon in 2000. Shady Khalloul Risha himself is a descendant of a displaced family from Kafr Biram, a Christian village that was the center of the Maronite community in the Land of Israel under the British rule. In 1948 the IDF expelled the inhabitants of the village, along with their Muslim neighbors from the nearby village of Ikrit, exiling them to Lebanon. After a week, they were allowed to temporarily return to Jish. This provisional solution has been going on ever since. Five years later, the IDF demolished the village houses, leaving their residents nowhere to return to. 
To this very day, the Israeli authorities refuse to respond favorably to the requests by the displaced inhabitants of Kafr Biram and their Ikrit neighbors to allow them to return home to their villages. In recent years, each summer, the youths of Jish organize a camp for the children of the Maronite community on the ruins of the village, on a site located between the old church, which has been preserved, and the ancient synagogue of Biram.
The Maronites are affiliated with the Maronite Aramaean Antioch church, based in Lebanon, whose spiritual leader is Maronite Archbishop Bechara al-Ra'i. However, although their spiritual center is in the "Land of the Cedars" (Lebanon), most of them are scattered around the world, across five continents.
“Lebanon was the only country in the world that the Maronites ever dreamed of turning into their ethnic homeland,” says Risha. “So far, the dream has slipped away, but there are still those among us who hope that the dream will come true.”
He pulls out a children's book written in Aramaic and reads stories to Aram. His house is full of Aramaic-language textbooks, holy books and various other publications sent from friends in Sweden. He shows us his Aramaic bookshelf and tells us of his vision.
“I aspire to establish a settlement in Biram, as a belated compensation for the expulsion. We had 12,000 dunams (3,000 acres) there, and on most of the area Israeli settlements were set up. We are asking for no more than 3,000 dunams (about 750 acres) of our village lands back. We will establish a new village there that will preserve our Aramaean heritage in the country. The way there are Arab, Circassian and Druze villages in Israel, one Aramaean village may also be established here.”

Jacky Hugi is the Arab affairs analyst of the Israeli army radio Galie-Zahal, a columnist for the Israeli business newspaper Globes and the former Arab Affairs correspondent for Israel's Maariv daily.

al-monitor.com

Samstag, 16. März 2013

Syrische Christen fliehen vor dem Krieg in die Türkei

16.03.2013 · 13:30 Uhr
Syrische Christen scheuen Auffanglager in der Türkei. (Bild: AP) Syrische Christen scheuen Auffanglager in der Türkei. (Bild: AP)

"Der Nahe Osten ist furchtbar für Christen"

Radio hören

Von Susanne Güsten

Durch den Bürgerkrieg suchen ein paar hundert syrische Christen Zuflucht bei ihren Glaubensbrüdern in Klöstern in der Südosttürkei. In den Flüchtlingslagern wollen sie nicht bleiben, denn dort werden sie von Rebellen zum Kämpfen an die syrische Grenze zurückgeschick. Für einen Krieg, der nicht ihrer ist.

Gebetszeit im aramäischen Kloster Deyrulzafaran bei Mardin im Südosten der Türkei, doch die jüngsten Gäste hier kümmert das nicht. Unbeschwert tollen ein paar kleine Jungen im Klosterhof herum, während ihre Eltern, christliche Flüchtlinge aus Syrien, in den Gästezimmern des Klosters von ihrer Angst und Not erzählen. Eine syrische Mutter berichtet:

Daheim in Syrien sei kürzlich ein Nachbarkind von Rebellen entführt worden, berichtet diese Mutter, eine Sportlehrerin aus al-Hasakah. Zwölf oder dreizehn Jahre alt sei das Kind gewesen, so alt wie der älteste ihrer drei Söhne. Weil sie fürchtete, dass ihre Kinder das gleiche Schicksal ereilen könnte, flüchtete sie mit ihrem Mann und den Kindern in die Türkei.

Rebellen hätten ihn verschleppt und verprügelt, an den Armen aufgehängt und ausgeraubt, erzählt ein 20-jährige Syrer,- nur weil er Christ sei. Nur mit knapper Not sei er seinen Peinigern entkommen, sonst hätten sie ihn umgebracht.

Die Gewalt gegen Christen eskaliere in al-Hasakah, der nordöstlichsten Provinz von Syrien, in der außer Kurden und Arabern auch hunderttausende aramäische Christen leben. Mehrere hundert von ihnen seien deshalb in den letzten Wochen über die Grenze in die Türkei gekommen, erzählt Pater Gabriel Akyüz, der Vize-Metropolit der aramäischen Kirche in Mardin:

"In al-Hasakah wird zwar nicht heftig gekämpft, aber bewaffnete Banden dort entführen, rauben und begehen schweres Unrecht an unseren Leuten. Deshalb fliehen sie."

Die syrischen Christen meiden die türkischen Auffanglagern an der Grenze und flüchten stattdessen in das nahe gelegene Hochplateau Tur Abdin, ein uraltes Christengebiet der Türkei, das die Städte Mardin und Midyat umschließt und mit zahlreichen Klöstern die historische Heimat der aramäischen Christenheit darstellt. Warum sich die syrischen Christen nur noch unter ihren Glaubensbrüdern sicher fühlten, erklärt Evgil Türker, der Vorsitzende des Verbandes aramäischer Vereine in der Türkei:

"In den Flüchtlingslagern sitzen die Rebellen, die al-Nusra-Front und andere Banden, deshalb wollen die Christen dort nicht bleiben. Die Rebellen sammeln in den Lagern junge Männer ein und schicken sie zum Kämpfen über die Grenze zurück nach Syrien. Aber die Christen wollen nicht kämpfen, denn das ist nicht ihr Krieg."

Schutz suchen die christlichen Flüchtlinge daher lieber bei ihren Glaubensbrüdern, den aramäischen Christen der Türkei, obwohl es auch von ihnen nicht mehr viele gibt. Von Hungersnöten, Krieg und Verfolgung vertrieben, sind die meisten aramäischen Christen im vergangenen Jahrhundert aus der Türkei ausgewandert. Nur wenige tausend Christen leben heute noch im Tur Abdin. Doch die bemühen sich nach Kräften, den Flüchtlingen zu helfen.

Gottesdienst in der Mor-Barsaumo-Kirche in Midyat. Von hier aus koordiniert der Diakon Ayhan Gürkan die Hilfe für die christlichen Flüchtlinge, die außer in den Klöstern auch in vielen Privathäusern untergebracht sind und mit privaten Spenden unterstützt werden. Noch schaffe es die Gemeinde aus eigener Kraft den Flüchtlingen zu helfen, sagt der Diakon. Gürkan:

"Ein paar hundert Flüchtlinge, vielleicht sogar bis zu Tausend, das können wir stemmen. Aber Gott steh uns bei, wenn die Rebellen al-Hasakah einnehmen. Dann werden Tausende Christen fliehen, weit mehr als wir ernähren können."

Noch wird die nordsyrische Provinz al-Hasakah von den Kurden gehalten, die sie sowohl gegen die Truppen des Assad-Regimes verteidigen als auch gegen die arabischen Rebellen der Freien Syrischen Armee. Vor diesen arabischen Milizen und insbesondere vor den radikal-islamistischen Gruppen unter ihnen, haben die syrischen Christen ganz besonders Angst, mehr noch als vor den Kurden oder dem Assad-Regime. Sollte die Provinz an die arabischen Milizen fallen, würden aus Angst vor Verfolgung alle Christen fliehen, sagt ein Flüchtling namens Gabriel, der im Kloster Mor Hobil bei Midyat untergekommen ist:

"Wenn das passiert, bleiben keine Christen mehr dort. Denn dann wird es dort noch viel, viel, viel gefährlicher für uns."

Angespannt verfolgen die Christen in ihrem türkischen Asyl deshalb die Kämpfe zwischen Kurden und Arabermilizen um die syrische Stadt Ras al-Ain. Diese sei zugleich das Tor zur Provinz al-Hasakah, erklärt Yusuf Türker, der Leiter des Klosters:

"Wenn Ras al-Ain fällt, dann stoppt die Rebellen bis Qamishli nichts mehr und dann fällt die ganze Provinz an sie. Wenn das geschieht, kommen 40.000 oder 50.000 Christen rüber."

Einen solchen Ansturm könnten die türkischen Christen im Tur Abdin nicht bewältigen - es wären gut zehnmal mehr Flüchtlinge, als es hier noch christliche Einwohner gibt. Der Verband der aramäischen Vereine in der Türkei habe sich deshalb an die türkische Regierung gewandt, erzählt der Vorsitzende Evgil Türker:

"Das Amt des Ministerpräsidenten hat uns nicht nur erlaubt, die christlichen Flüchtlinge aus den Lagern zu holen und privat unterzubringen. Der Staat hat uns auch finanzielle Unterstützung zugesagt. Und wenn es eine große Flüchtlingswelle von Christen geben sollte, dann wird der türkische Staat hier ein eigenes Lager für die Christen aufbauen. Das hat uns die Regierung versprochen."

Sogar über eine mögliche Einbürgerung syrischer Christen hat der Verband mit der türkischen Regierung gesprochen, sollte Syrien dauerhaft in die Hände radikal-islamistischer Kräfte fallen. Doch die wenigsten christlichen Flüchtlinge aus Syrien sind an einem dauerhaften Aufenthalt in der Türkei interessiert. Die meisten wollen viel weiter fort, nach Europa oder Amerika. Nur weg aus dieser Weltregion, sagt der Flüchtling Hannibal:


"Der Nahe Osten ist furchtbar für Christen, wir führen hier ein elendes Leben und haben nur Schwierigkeiten. Wir wollen nichts mehr, als in eine andere Weltregion auszuwandern."

Wie schwierig, das Leben für Christen in der Region sein kann, wissen auch die türkischen Christen im Tur Abdin nur allzu gut - schließlich sind viele von ihnen selbst erst in den letzten Jahren aus ihrem europäischen Exil in die Türkei zurückgekehrt. Unterstützen wollen sie den Wunsch der syrischen Christen trotzdem nicht, erklärt Evgil Türker vom Aramäerverband:

"Die meisten Flüchtlinge wollen weg von hier und weiter nach Europa. Aber dabei helfen wir ihnen nicht, das sage ich ganz offen und spreche dabei im Namen der aramäischen Föderation. Denn hier im Tur Abdin gibt es kaum noch Christen und auch aus dem Irak sind hunderttausende Christen vertrieben worden. Wenn jetzt auch noch die Christen aus Syrien fliehen, dann kann von einer aramäischen Christenheit im Nahen Osten keine Rede mehr sein."

Die europäischen Staaten sollten den fliehenden Christen deshalb keine Visa für die Ausreise nach Europa ausstellen, fordert Türker:

"Wir haben mit den europäischen Botschaften in Ankara gesprochen und mit dem US-Konsulat in Adana. Wir haben ihnen gesagt, dass wir nicht wollen, dass die Christen ins Ausland gehen - wir wollen, dass sie hier bleiben. Wenn die Europäer ihnen helfen wollen, dann sollen sie ihnen hier helfen, dann sollen sie uns dabei unterstützen."

Eine ungewöhnliche Forderung ist das, die auch in der aramäischen Diaspora nicht unumstritten ist. Anders gehe es aber nicht, meint Türker:

"Wenn wir Christen immer nur fliehen, wohin kommen wir dann? Wir müssen endlich für unsere Heimat einstehen, koste es was es wolle."
dradio.de

Freitag, 15. März 2013

Turkish Foreign Ministry to meet Syriac leaders

ISTANBUL - Hürriyet Daily News / March/13/2013

President Abdullah Gül (2nd L) meets with Istanbul Metropolitan Yusuf Çetin
(2nd R) in this photo. Foreign Ministry will also host Syriac leaders. AA photo
President Abdullah Gül (2nd L) meets with Istanbul Metropolitan Yusuf Çetin (2nd R) in this photo. Foreign Ministry will also host Syriac leaders. AA photo 

Vercihan Ziflioğlu 
 
The Turkish Foreign Ministry has invited four Syriac Metropolitans to a meeting that will take place in Ankara on March 18, amid growing interest in the community.

Foreign Minister Ahmet Davutoğlu is also expected to participate in the meeting, alongside Turabidin Metropolitan Samuel Aktaş, Adıyaman Metropolitan Melki Ürek, Mardin-Diyarbakır Metropolitan Saliba Özmen, and Istanbul Metropolitan Yusuf Çetin.

Adıyaman Metropolitan Melki Ürek told the Hürriyet Daily News that the Foreign Ministry had specifically called on them to attend the meeting. “President Gül and Deputy Prime Minister Arınç’s inclusion of the [Istanbul] Metropolitan in their tour was a really positive step,” Ürek said referring to the events of the previous week, during which Deputy Prime Minister Bülent Arınç brought Istanbul Metropolitan Yusuf Çetin with him to a conference held in Berlin. Çetin also accompanied President Abdullah Gül in his visit to Sweden a few days ago.

“Any official announcement regarding the topics of discussion has not yet been made. But probably, the current situation of Syriacs who fled from the violence in Syria will be on the agenda, as well as the issue of supporting those Syriacs who seek asylum in Turkey,” Ürek said.

Some of the Syrian Syriacs heading to Turkey have taken refuge in the Deyrülzafaran Monastery, located in the southeastern province of Mardin, while those with relatives in Turkey have chosen to live with them. A high proportion of the refugees passed to a third country through Turkey. Ürek said the Foreign Ministry’s invitation was very significant for them and that they were ready to play their part.

Dienstag, 12. März 2013

Syrischer Bischof: Deutsche Hilfe kommt nicht bei Syriens Christen an

Der Bischof der Syrisch-Orthodoxen Kirche für Deutschland, Julius Hanna Aydin, hat eine bessere Hilfe für die Christen im Bürgerkriegsland Syrien angemahnt. 
09.03.2013 | epd
"Die deutsche Bundesregierung leistet Hilfe nur über das Rote Kreuz, quasi von Regierung zu Regierung." Lebensmittel und Medikamente kämen aber bei christlichen Familien nicht an, sagte er am Samstag in Delmenhorst dem Evangelischen Pressedienst (epd) am Rande eines Treffens der Arbeitsgemeinschaft Christlicher Kirchen in Niedersachsen. "Auf dem Weg zu den Notleidenden schmilzt die Hilfe wie Schnee in der Sonne."

Seit März 2011 gibt es in Syrien gewaltsame Auseinandersetzungen zwischen dem Machthaber Assad und oppositionellen Kräften, die ihn stürzen wollen. Für Christen sei das Land derzeit besonders gefährlich, egal ob sie Assad unterstützten oder nicht, sagte Aydin. Die christlichen Hauser, Kirchen, Klöster, Altenheime und auch ein Waisenhaus seien in der besonders umkämpften Stadt Homs zerstört worden. Die Christen seien aus den Städten in die Türkei oder in abgelegene Dörfer geflüchtet. Da alle Hilfslieferungen von Muslimen organisiert würden, gingen die Christen meist leer aus.

Aydin zufolge versuchen syrisch-orthodoxe Christen in ganz Europa, private Hilfe über den benachbarten Libanon zu organisieren. Dies sei allerdings sehr teuer. Der Bischof appellierte an Diakonie und Caritas, ihre Hilfslieferungen statt nach Syrien in den Libanon zu bringen. "Den Transport über die Grenze zu den Familien besorgen wir selbst." In Syrien sind zehn Prozent der Bevölkerung Christen. Die syrisch-orthodoxe Kirche gehört zu den ältesten christlichen Kirchen. Bis heute wird in den Gottesdiensten Aramäisch gesprochen, die Sprache Jesu.
evangelisch.de

Aynkehf’ten Aynvert’e Süryani filminin çekimleri bitti

Batman Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Sedat Cereci'nin 'Aynkehf’ten Aynvert'e adlı Süryani filminin çekimleri tamamlandı.

Haber Tarihi: 12.03.2013 14:57
Batman Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Sedat Cereci'nin 'Aynkehf’ten Aynvert'e adlı Süryani filminin çekimleri tamamlandı. 1915 yılında Süryani ve Müslümanlar arasında yaşanan çatışmayı konu alan filmin çekimleri kurgu aşamasında. Yörede kalan Süryanilerle yaptıkları görüşmelerde, Anadolu tarihi adına utandıklarını belirten Yönetmen Prof. Dr. Sedat Cereci, bundan yaklaşık 90 yıl önce yörede barışa darbe vuran unsurların, bugün de yöredeki huzursuzluğun temel nedeni olduğunu bildirdi.

Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde yaşayan Süryanilerle Müslümanlar arasında, 1915 yılında çıkan çatışmalar sırasında yörenin dini önderlerinden Şeyh Fethullah Efendi’nin binlerce Süryani’yi koruması altına alarak ölümden kurtarmasını ve barışı sağlamasını konu edinen 'Aynkehf’ten Aynvert’e' adlı belgesel filmin son çekimleri, tamamlanarak kurgu aşamasına geçildi. Geçmişte Süryanilerin yaşadığı Zaz ve Hah köylerinde yapılan çekimlerle görüntüleri tamamlanan belgesel filmin konusunu oluşturan çatışmaların ve Şeyh Fethullah Efendi’nin yöre barışına katkılarının tarih kitaplarında yer almadığı belirtildi.

Prof. Dr. Sedat Cereci tarafından yönetilen filmin metninin Yrd. Doç. Dr. Ersoy Soydan tarafından yazıldığı, Nuri Abaşlıoğlu ve Öğr. Gör. Ekrem Çelikiz’in görüntüleri kaydettiği, Yrd. Doç. Dr. Funda Masdar, Arş. Gör. Murat Bayazıt, Arş. Gör. Olgun Atamer, Arş. Gör. Gürbüz Taşkıran, Halit Kavak, Emine Polat, Veysi Arslan’ın yapım ekibinde görev aldığı bildirildi.

Batman ve Mardin yörelerinde geçmişte Süryanilerin yoğun olarak yaşadığı Aynvert, Hapsinas, Killıt, Hah, Zaz gibi köylerde ve Şeyh Fethullah Efendi’nin yaşadığı Aynkehf köyünde yapılan çekimlerde, Güneydoğu Anadolu tarihinin gizli kalmış bir bölümünün aydınlatıldığı ve filmle belgelendiği dile getirildi.

Süryanilerin “aziz” olarak kabul ettiği ve kutsayarak evlerinden kiliselerine kadar fotoğraflarını astığı Şeyh Fethullah Efendi’nin, barış çabalarının özellikle vurgulandığı belgesel filmde, binlerce yıl yörenin ev sahipliğini yaparak uygarca yaşayan Süryanilerin yöreyi terk etmelerinin ardından, acı verici bir hüzün atmosferinin oluştuğu belirtildi. Yörede kalan Süryanilerle yaptıkları görüşmelerde, Anadolu tarihi adına utandıklarını belirten yönetmen Prof. Dr. Sedat Cereci, bundan yaklaşık 90 yıl önce yörede barışa darbe vuran unsurların, bugün de yöredeki huzursuzluğun temel nedeni olduğunu bildirdi.

MÜSLÜMANLARIN GÖZÜNDEN SÜRYANİLER

Şeyh Fethullah Efendi’nin torunu Sabahattin Hamidi’nin anlattığı tarihsel gelişmeler, Anadolu’da yaşayan Süryanilerin terk ettikleri köylerde kalan sayılı Süryanilerin anlattığı acı anılar ve hüzünlü göçlerle dramatik bir yapı kazanan belgesel filmin, Süryanilerin binlerce yıllık vatanı olan Anadolu’nun yakın geçmişini tartışmaya açtığı dile getirildi.

Çekimler sırasında şaşırtıcı verilere ulaştıklarını söyleyen Prof. Dr. Sedat Cereci, yöredeki kilise ve diğer Süryani yapılarıyla, Süryanilerin Anadolu’daki tarihlerinin en az 2000 yıl öncesine kadar uzandığını açıkladı. Yaklaşık 1 yıldır süren çekimlerin ardından, kurgu aşamasına gelinen belgesel filmin, özgün Süryani müzikleri ve İngilizce altyazıyla Haziran ayına kadar tamamlanarak, uluslararası festivallerde gösterime hazır olacağı belirtildi.

CİHAN
haber3.com

Syrisch-Orthodoxe Gemeinde feiert Frauentag und ist voller Vorfreude

Paderborn
Neues Heim für Gläubige
Syrisch-Orthodoxe Gemeinde feiert Frauentag und ist voller Vorfreude
VON ANDREAS GÖTTE

Noch ist sie eingerüstet | FOTOS: ANDREAS GÖTTE

Paderborn. Die St.-Maria-Kirche am Hohenloher Weg nimmt als neue Heimstatt der Gläubigen der Syrisch-Orthodoxen Kirchengemeinde von Antiochien St. Aho Paderborn langsam Formen an. Der Rohbau ist fertig. Jetzt gehen die Arbeiten im Inneren weiter.




35 Meter lang, 16 Meter breit und acht Meter hoch ist das neue Gotteshaus, das rund 600 Quadratmeter an Fläche umfasst. Vom Fortgang der Arbeiten überzeugten sich anlässlich des Internationalen Frauentags am Samstagnachmittag viele Ehrengäste, darunter auch Erzbischof Philoxinos Mathias Nayis (37), der neue Metropolit und Patriarchalvikar der syrisch-orthodoxen Kirche von Deutschland.

Zwei Jahre hatte die Gemeinde den Bau geplant. Vor rund einem Jahr war im Beisein vieler Gäste der Grundstein gelegt worden. "Unsere Kirche ist zu 70 Prozent fertig", sagen der erste Vorsitzende Gabriel Aslan und sein Stellvertreter Aziz Kara. Im Innenraum der Kirche geht es jetzt unter anderem um den Bodenbelag, die Beleuchtung, den Alter und das Taufbecken. "Das Innere der Kirche ist schlicht gehalten", erläutert Aziz Kara. Eine Orgel gebe es nicht.

Der Gesang der Gläubigen würde sie ersetzen. Im Obergeschoss der Kirche werden nach seinen Angaben ein Büro und ein Konferenzraum eingerichtet. Ganz billig ist der Kirchenbau und das dazugehörige Grundstück nicht. Geschultert wird die siebenstellige Summe über viel Eigenleistung. Etwa 50 Prozent der Männer und Frauen packe mit an, sagt Aslan. Dazu kämen noch Spenden und Kredite. Je nach Wetterlage rechnet der erste Vorsitzende mit der Einweihung nach den Herbstferien. Die Weihe der Kirche könnte Anfang November erfolgen. Dann würden alle neuen Gegenstände geweiht und mit den Bürgern ein Gemeindefest gefeiert.

Gefeiert wurde auch am Frauentag. Die Frauen erinnerten anlässlich des Tages an das frühere Leben in den Dörfern, wo noch viel mit Handarbeit erledigt worden war. Die syrisch-orthodoxen Gläubigen fühlen sich in Paderborn längst integriert. Die deutsche Bevölkerung ist uns gegenüber offen", freut sich Gabriel Aslan.


Info

Gemeinde hat 1.000 Mitglieder

Die Syrisch-Orthodoxe Kirchengemeinde wurde vor über 30 Jahren in Paderborn gegründet und ist in der Gesellschaft etabliert. Ihr gehören rund 1.000 Mitglieder in über 220 Familien an. In Paderborn leben insgesamt 600 Familien syrisch-orthodoxen Glaubens. Bischofssitz der Syrisch-Orthodoxen Kirche von Antiochien in Deutschland ist Warburg im Kreis Höxter. (ag)
 nw-news.de

Montag, 11. März 2013

'Süryani Lider' de İsveç'e gidecek


08 Mart 2013
 
Cumhurbaşkanı Gül'ün, İsveç ziyaretine İstanbul, Ankara Süryani Ortodoks Cemaati Ruhani Reisi ve Patrik Vekili Metropolit Filüksinos Yusuf Çetin de katılacak.
 
İSTANBUL/STOCKHOLM - Andaç Hongur-Beyhan Tolan Peker  

Çetin, AA muhabirinin sorularını yanıtlarken, İsveç'te 150 bin kadar Süryani'nin yaşadığını, biri 1'inci,, diğeri 2. ligde olmak üzere iki futbol takımları bulunduğunu söyledi.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün 18 Şubat'ta ziyaret ettiklerini hatırlatan Çetin, ''10 Mart'ta sayın Cumhurbaşkanımız İsveç'e yapacağı resmi ziyarette beni de yanlarına almayı uygun gördüler. Ben ve cemaatim için onur, sevinç meselesi. Süryaniler için Cumhuriyet tarihinde bir ilk oluyor'' dedi.

Süryanilerden destek

İsveç'te yaşayan ve çoğu Mardin'den gelen Süryaniler de, Türkiye'de yaşanan terör olaylarının bitmesi ve barış ortamının sağlanmasıyla birlikte, kendi topraklarına dönenlerin sayısında artış olabileceğini söyledi.
AA'nın sorularını yanıtlayan Süryaniler, Türkiye'de terörün sonlandırılmasını amaçlayan çözüm sürecine destek verdi.
Avrupa Süryaniler Birliği'nin İsveç'te bulunan Başkan Yardımcısı Neriman Özgün, bölgede terör olaylarının bitmesiyle birlikte Türkiye'deki topraklarına, köylerine dönenlerin daha fazla olacağını söyledi.

Şikayet yok, talebimiz var

İsveç'te 28 Süryani derneğini bir çatı altında toplayan Süryani Federasyonu'nun Başkanı Kenan Anter, Türkiye'den halk olarak bir şikayetleri olmadığını ancak bazı taleplerinin bulunduğunu söyledi.
Türkiye'de demokrasi ve insan hakları alanlarında çok olumlu değişiklikler yaşandığını da kaydeden Kenan Anter, ''Önceki yıllara göre olumlu yönde çok büyük değişiklikler var. Tabii hala eksiklikler var. Eksiklikler olduğu için de bizim bu taleplerimiz oluyor'' dedi.
aa.com.tr

Freitag, 8. März 2013

Größter Jugendtag im Kloster St. Jakob d’Sarug in Warburg gefeiert

Warburg,  07.03.2013
Ein Tag, der Geschichte schreibt
Größter Jugendtag im Kloster St. Jakob d’Sarug in Warburg gefeiert
 
 
Volle Kirche | FOTO: NW

 
Unter dem Motto "charity, respect & prayers" hatte Bischof Mor Philoxenus Mattias Nayis in seine Kirche nach Warburg eingeladen. Mehr als 1.200 Besucher folgten ihr.Warburg (nw). Ein lang ersehnter Tag, der mit Sonnenschein begann und mit Liebe, Freude und neuen Erfahrungen endete: Seit der Amtseinsetzung des Bischofs Mor Philoxenus Mattias Nayis stand fest, dass es sobald wie möglich einen Jugendtag geben muss.
Und dann war es soweit: Schon früh am Morgen lief das Organisations-Team im Kloster herum, um die letzten Vorbereitungen zu erledigen. In der Küche wurden fleißig das Essen und die Snacks vorbereitet. Die ersten Jugendlichen kamen mit zwei Mini-Bussen aus Berlin. Immer mehr Besucher trafen ein und schon bald herrschte im Kloster ein buntes Treiben: Während die einen bereits zu Mittag aßen, spazierten die anderen durch den Klostergarten, viele halfen bei den Vorbereitungen. Die "kleine, große" Familie sammelte sich so langsam.

Um 13.30Uhr begann schließlich das offizielle Programm in der Klosterkirche, welches von Elisabeth Aydin und Daniel Turan präsentiert wurde. Mit Jubel, Freude und Applaus betraten als erstes die Studenten des Priesterseminars die Kirche. Dann Bischof Mattias Nayis, Bischof Augin Aydin aus Holland, koptischer Bischof Anba Damian, Mönch Stephanus Fidan und viele Priester der syrisch-orthodoxen Kirche. Die Kirche war mit zirka 800 Jugendlichen voll besetzt, die sich bis nach oben in dem Chorraum verteilten. Wegen des schönen Wetters hielten sich zusätzlich etwa 400 Jugendliche draußen im Gartern auf. Der Musik Chor Gudo d’Kenoro bereicherte das Programm mit tollem Gesang. Bischof Mattias Nayis sprach in seiner Rede über Brüderlichkeit, Nächstenliebe und gegenseitige Unterstützung.

Außerdem betonte er das Motto des Convention Day "charity, respect & prayers". "Unser Ziel ist es, eine gemeinsame Jugendorganisation zu schaffen, welche die syrisch-orthodoxe Kirche in Deutschland belebt".

Weiterhin wurde das Logo der zukünftigen Organisation enthüllt: SOKAD (syrisch-orthodoxe Kirche von Antiochien in Deutschland). SOKAD ist zuständig für die Aktivitäten der syrisch-orthodoxen Kirche deutschlandweit und soll auf mehrere Ausschüsse verteilt werden. Das Organisationsteam von SOKAD bekam viel Lob, Zustimmung und zukünftige Unterstützung von den Jugendgruppen aus ganz Deutschland. Auch der Diözesanratsvorsitzende, Ibrahim Savci, versprach vollste Unterstützung. Das Programm endete mit einem großen Gruppenfoto - außerdem hatte jeder die Zeit und Möglichkeit, mit dem Bischof zu reden oder ein Foto zum Andenken zu knipsen.

"Ein sonniger Tag, der unvergesslich bleibt und Geschichte geschrieben hat", sagten die Organisatoren. Denn dieser Convention Day war mit 1.200 Besuchern der größte Jugendtag, der im Namen der syrisch-orthodoxen Kirche in Deutschland stattfand.
nw-news.de