Freitag, 25. Oktober 2013

1915 Soykırımı ve Halkların Trajedisi



''SOYKIRIMLA YÜZLEŞMEK'' 

 Zeynep Tozduman

Türkiye'nin resmi tarih öğretisi ve eğitim sistemi son derece tahripkar, gerçek dışı bilgiler ve nefret politikaları üzerine kurulmuştur. Düşmanlık; ''hainlik '' mertebesinde hem fiziki hem psikolojik ceza baskısı altında tutulmuştur.Zorla göç ettirmeler (Tehcir), katliam ya da kırımlar olmasaydı bu gün çok uluslu, çok dinli, çok kültürlü bir yapı kendini hala koruyor olacaktı. Son dönemlerde 3.kuşak soykırım mağduru torunların açıklamalarında, tanık olduğumuz realite, bu ülkede 1915'de  ne kadar zulüm ve vahşet  yapıldığının acı bir göstergesidir.

1842-1844'de  Botan  Miri  Bedirhan'nın  Nasturi/Süryani zulmünden sonra, 1894- 96 Hamidiye katliamları sonucu  iki yüz bin ve 1909 Klikya  katliamlarımlarında 20.000 Ermeni  katledildi ( 27 Mart 1909 Adana/ Klikya katliamı cihad çağrısıyla yapıldı. Yaklaşık 20 bin insan öldü. Cemal paşa bölgeye gidip sıkıyönetim ilan edip, 50'ye yakın Ermeni'yi  idam ettirmiştir ) iki benzer ama  1915'e göre daha küçük katliam zinciridir. 
Balkan savaşından sonra ittihat ve Terakki yönetimi, Türk esaslı bir ulus devlet inşasına girişmiştir. Arap- Kürt- Laz- Çerkez  ve  Balkan- Kafkas göçmeni müslüman halkları '' islam kardeşliği '' altında müttefik yapıp, Hıristiyan halkların tasfiyesine girmiştir. Rum'ların göç ettirilmesi için resmi bir karar alınmamasına rağmen Ege'de yürütülen ''etnik temizlik '' operasyonunun amacı öncelikle bu halkı göç ettirmekti. Sonuç, İzmir civarında 200 bin Rum Yunanistan'a göç etmiştir. 
Birinci Dünya Savaşı sırasında  Jön Türk egemenliğindeki  Osmanlı İmparatorluğu yetkilileri öncelikli olarak  azınlık olan  Ermeni halkınının  çok büyük bir bölümünü, Suryani- Pontus Rum ve Ezidi'leri de  yok ederek, dünya tarihinin en büyük soykırımlarından birini gerçekleştirmiştir. Bu ülkenin en kadim halklarını salt gayri Müslim olduğu için, imha ve tehcir etme startı, 24 Nisan’da İstanbul’dan verilmiştir. İstanbul’da 220 Ermeni aydının gözaltına alınmasıyla başlayan süreç,  gayri Müslim halklar için geri dönüşü mümkün olmayan bir felakete dönüştü.
Bu toprakları Devrimci düşünceyle ilk buluşturan  Ermeni halkı, 1894- 1896  ve  1909 Klikya katliamlarının  engellenemeyişiyle; salt Ermeni devrimci hareketi  yenilgiye uğramadı, Türkiye devrimci hareketinin de bu gün olması gereken yerde olamayışının da nedenidir. Günümüzde özellikle işçi partisi, TKP ve Halkın Kurtuluş Partisi gibi kendilerini Türk solu  olarak niteleyen partilerin programlarına baktığımızda İTC'nin düşüncesinden daha ileri gitmemişlerdir.Bu coğrafyada sosyalist hareket Mustafa Suphi’den çok önce başlamış ve oldukça ilerleme kaydetmişti .Taşnak ve Hınçak gibi Ermeni sosyalist  gruplar, Sultan Hamit'in zulmüne  karşı şiddet ve militanlık yollarıyla mücadele etmeyi önerdikleri gibi, yaptıkları eylemliliklere bakıldığında   anarşist olarak da nitelenebilir.
Ermenilere yönelik soykırımdan sonra, metropollerde yaşayan Ermeni aydınları, bu konuyu dünya kamuoyuna duyurmaya çalıştı. Süryanilerin ise eli kalem tutan kesimleri ortadan kaldırıldığı, Ermeniler ve Rum’lar gibi devlet olamadıkları için Süryanilere yönelik sürdürülen ‘Sayfo” ne yazık ki  yeterince duyurulamadı. Merkezi İsveç'te bulunan Sayfo center ve değerli başkanı Sabri Atman ve dostlarının çalışması sonucunda son 30 yıldır yavaş yavaş Süryani soykırımı (Sayfo) duyulmaktadır. Ezidi katliamı  ise halen büyük kitlelerce  bilinmemektedir. 
28 Haziran 1914'de 1. dünya savaşı patlak verdiğinde Jön Türk hükümeti  Savaşa girme kararının hemen akabinde Ermenileri '' iç düşman '' ilan eden politikaları yürürlüğe koydu. Osmanlı hükümeti 6 Eylül 1914'te  Seferberlikle birlikte Ermenileri ''Amele Taburu '' denilen bölüklerde çalıştırdılar. 15- 60 yaş arası herkesi ilk kez silah altına aldılar. 1915 soykırımının  zihinsel ve ideolojik arka planı olarak  Sarıkamış Bozgunu 1914 Aralık ayında yaşanmıştır. Zorunlu göç ettirme ( Tehcir Kanunu )= Bir halkın tümüyle anavatanından sürülüp çıkarılması, tarihsel bir haksızlık olduğu gibi '' etnik arındırma '' harekatıdır. Tehcir yasası ise  Soykırımın yasal dayanağı ve onu perdelemeye yarayan bir hukuksal belgedir.
Tehcire tabi tutulan sürgünlerin Halep'e sürülmesi ve imha edilmesinde, Soykırım mimarlarından Talat-Cemal- Enver üçlüsünden  özellikle Talat; sürgünlerin işgücünün sömürülmesine de karşıydı. Çünkü, O köle tüccarı değil, Ermeni ulusunun mezar kazıcısı olmak istiyordu.
Sürgün, tehcir kararının akabinde, Ocak 1916'ya kadar 33 '' Emval-i Metruke Komisyonu'' kuruldu. Alacaklı olduğunu iddia edenlerin kendilerini  ya da vekilleri aracılığı ile 2 ay içinde komisyonlara başvurması, bulunduğu mahallede bir ikametgah göstermek şartıyla mümkündü. Bu, ekonominin Türkleştirilmesi (millileştirilmesi)  demekti.
Talat Paşa, Amerikan hayat sigortası şirketinden, Ermeni müşterilerinin bir listesini isteyip, ( Ermenilerin çoğunluğu öldüğü için biriken paralarını alacak mirasçıları da yoktu. Bunlar devlete intikal ediyor ve tasarruf hakkı hükümetin oluyordu) sigorta paralarına da göz dikmiştir. Emval-i metruke Komisyonları'nın defterleri bu gün de ortada yoktur ya araştırmacılardan kaçırılan evraklar arasındadır ya da imha edilmiş olmalıdır.
Şevket Süreyya Aydemir, anılarında Talat Paşa'nın yurt dışına kaçmadan önce '' 1 bavul evrakı yaktığını'' yazmıştır. Soykırım, salt bir evrak sahtekarlığı da değildir. Toplumsal ve politik bir olaydır.
Osmanlı döneminde 1890 yılında yapılan nüfus sayımında, Ermeni nüfusunu  2.880.000 olarak belirlemiştir.Sivas- Mamuret-ül Aziz- Erzurum- Bitlis -Diyarbekir- Van'da toplam nüfusun % 18'idir. 
Bu rakam birebir gerçeği yansıtmamaktadır. Şöyle ki, Hırıstiyan unsurların bazılarının  Balkan savaşı ve 1915 öncesi yaşanan  katliamlar yüzünden vaftiz kayıtlarının bulunmaması, erkek çocuklarının askere gitmemek için vaftiz kaydı yaptırmaması , bazı Kilise ve manastırların  yakılıp, yıkılıp, v.b nedenlerden ötürü net bir rakam vermek mümkün değildir. Bu olasılıkları da göz önüne aldığımızda  Osmanlının yaptığı Nüfus sayımından daha yüksek rakamlar olduğu pekala anlaşılır.
Türkiye Cumhuriyeti ilk nüfus sayımını 1927'de yaptı. O tarihte ülkede 123.602 Ermeni kalmıştı. Bu sayım İstanbul ve İzmir'deki batı metropollerindeki sayıdır. 1915 ile  Batı Ermenistan, Ermenisizleştirilmiş,Turabdin bölgesi  Süryanisizleştirilmiş, Ezidi halkı yok edilip kalanlar tamamen asimile edilmiştir. ( Bir Ezidi sosyolog Azat Barış'ın araştırmasına göre bölgede 73 orijin Ezidi kalmıştır.)
Mavi Kitap'a göre  kaba bir rakamla 600.000 Ermeni'nin sürgünden kurtulduğunu, 600.000'inin hemen ya da sürgün süresince öldürüldüğünü 600.000'inin ise sürgün yerlerinde hayatlarını yitirdiğini söylemektedir. Soykırımın en az 1.200.000 insanın hayatına mal olduğunu hiç kimse reddetmemektedir. 1.200.000 ya da 1.500.000 ölü; burada söz konusu olan, bütün bir halkın/halkların yok edilmesidir. 
1914 yılında 250 bin, savaş sırasında 550 bin Rum; Ege, Marmara ve Karadeniz bölgelerinden sürgün edilmiş, kıyıma uğramış ve malları gasp edilmiştir. Yine bu dönemde yaklaşık 250.000- 400.000 Süryani halkı salt Hıristiyan olduğu için Ermeni halkıyla aynı kaderi paylaşmıştır. Keza 350.000'e yakın Pontus Rum'un katliamını da bu hesaba  dahil edersek kaba bir rakamla  2 milyona yakın insan etnik temizliğe uğramıştır. 
1.Dünya savaşı başladığı zaman Osmanlı ordusundaki bütün önemli mevkilerde Alman subaylar bulunuyordu. Albay Bronsart Von Schellendorf '' Erkan-ı Harbiye-i umumiye reisi '' iken Enver paşa ile birlikte fiilen orduyu yönetmiştir. Sarıkamış bozgunundan sonra ordunun idaresi neredeyse tümüyle Alman generallerine bırakıldı. Türk savaş endüstrisi de, Almanlar tarafından geliştirildiği için Alman generallerine paşa unvanı verilmişti.
Almanya  pancermanist yaklaşımlar ( Almanları, rahatsız eden halklara karşı halkları hayvan sürüleri gibi Avrupa'nın bir ucundan ötekine zorla sürmesi, Alman fetih planlarının bir parçasıdır) yüzünden Türkiye'yi, ya ekonomik olarak  ya da  sömürge olarak sömürme planları, bu büyük felakete göz yummuştur. XIX. yüzyılda dünya üç emperyalist devlet tarafından paylaşılmıştı. Suriye ve Mezopotamya'dan geçen demiryolları; Yakındoğu'da üç güçlü emperyaliste karşı, var olma savaşıdır. Bir yandan sömürge imparatorluklarıyla İngiltere  ve Fransa, diğer yandan da iki kıtaya yayılmış olan Rusya tarafından kuşatılmıştı. Bir yandan da yeni ekonomi devinin ABD ve Japonya'nın yükselişine karşılık Almanya'nın bu pastadan pay almak istemesi, bu toprakların en kadim halklarını Jön Türkler tarafından insanlık suçu işlerken göz yumulmasına neden olmuştur.
 Soykırıma gözlerini yuman bütün Avrupa devletleri, kendi çıkarları uğruna Ermenilerin sırtından kazanılmış savaş ganimetlerini paylaşan müttefiklerin tavrı da Alman imparatorluğunun tavrından daha asil  değildir. Bu gün hala İngiltere kasasında bulunan 5 milyon para, Ermeni soykırımdan elde edilen gelirdir.  
Emperyal güçlerin çıkarları uğruna bu soykırıma sessiz kalması, görmemezlikten gelmesi  elbette Türkiye'yi aklamaz. Bir insanlık suçunu düşünmek, uygulanır hale getirmek bile başlı başına büyük bir genocid'tir.
XIX. yüzyılın başlarında Ermeni- Süryani- Pontus Rumların, toplu imhasında bütün sorumluluk Jön Türk hükümetine aittir. Jön Türk öncülüğünde yapılan, doğuda bu günün korucu Kürtleri diyebileceğimiz Kürtlerinde katliamlarda baş rol alarak, Pancermanist, Pantürkist, Panislamist,Panslavizst politikaları yüzünden bu ülkenin kadim halklarını  vahşice ölüme yolcu etmiştir.
İşgal edilen ülkelerde ve soykırımlarda, öncelikle kadınlar tecavüze uğrar. Bir ulusun '' Etnik tecavüze uğraması ile kadınların aşağılanması, işgal ve egemenliğin erkekçe ifadesidir. Bu aynı zamanda hem ulusun hem de inançların aşağılanmasıdır. Din değiştirerek hayatta kalma olgusu Osmanlı'nın İslam kılıcının sallandığı altı yüzyıl boyunca, bütün gayri Müslim uluslar için ciddi bir seçenek olmuştur.
Bazı Sol- Sosyalist hareketlerde  Kemalist hareketi, antiemperyalist bir hareket olarak, masum gibi göstermeleri ise  gerçeği yansıtmamaktadır. Aslında bizlere yıllarca hem resmi ideoloji olarak  hem Sol hareketlerde  ''Kurtuluş savaşı '' olarak sunulan şeyin özünde Osmanlı İmparatorluğu'nu kurtarma ve Kemalizm'i aklama  savaşıdır; Kemalizm, Yunan ( Rum, Pontus), Ermeni, Asuri/Süryani gibi Hıristiyan unsurlara karşı yürütülen bir '' etnik temizlik hareketi''dir. Örnek verecek olursak, Mustafa Kemal ve yoldaşları, Cumhuriyeti kurar kurmaz, İTC'nin yarım kalan politikalarını devlette devamlılık esastır anlayışıyla, Rumlara yönelik takibatları 1919’da başlatmıştır. 1920’nin başlarında Kilikya/ Maraş’ta ve Hacin’de 9 bin Rum katletmiştir. 1915’te Talat Paşa’nın uyguladığı yöntemle büyük benzerlik içinde olan Mustafa Kemal ve yoldaşları, 1922’de Rumları sürgün ettirdi. Nasturi isyanı bahanesiyle  de Hakkari'de yaklaşık 20.000 Nasturi'yi  katlettirmiştir. Böylelikle 1924'e  kadar Türkiye hızla  Hıristiyansızlaştırılmış, sıra asimile edilecek  halklara  öncelikli olarak Kürt halkına gelmişti.  
(Doğu ordu komutanı olan  Kazım Karabekir görev yaptığı dönemlerde; Ermeni ve Nasturilere karşı savaşmıştır). 1934'de Trakya olaylarında yine aynı yöntemle  Yahudi halkı  ( 15.000 Yahudi ) tehcir edildi.
Kemalizm; 1915'in ardından Kürt, Arap, Çerkez, Laz gibi Müslüman halkların da Türkleştirme hareketidir. Kemalistler ''Kurtuluş Savaşı '' adını verdikleri 1919-1922 döneminde, emperyalist devletlerle savaşmadı. Fransızlara karşı savaşıldı  dediler, Ermeni milislerine karşı savaşıldı, İngilizlerle ise çatışma söz konusu bile olmadı. Tek savaş Ege'ye çıkartma yapan Yunan ordusuyla yapıldı. Yunanlılarla yapılan savaşta  '' anti- emperyalist'' bir savaş değildi. Bu toprakların yerleşik uluslarına yapılan bir yok etme savaşıdır. ''Amasya Tamimi'' Kemalist hareketin ilk yazılı belgesidir. Yeni Türkiye Cumhuriyetinin kurucuları arasında ve günümüze değin devlet kadrolarında yer alanların  bir çoğu soykırıma bulaşmış  savaş suçlusu, Malta Sürgünleri yada  İTC üyeleridir. Soykırıma katılan  kadroların bir çoğu  milli mücadeleye ilk katılanlar arasında yer almıştır.
Enver Paşa 1918'de yurtdışına kaçarken, Teşkilat-ı Mahsusa'ya son vekalet eden Hüsamettin Ertürk'e teşkilatı fesh etmesini ister. Ancak örgüt fiili varlığını '' müdafaa-i milliye grubu '' adıyla yeniden organize edip, kadrolarını, gizli silah ve cephanelerini Kemalist  harekete intikal ettirerek büyük destek sağlamıştır. Bu nedenle çalışmaları 1921'de B.M.M. tarafından onaylanmıştır. 
Soykırımı inkar edenlere sormak gerek; 1914  kayıtlarına göre, Osmanlı imparatorluğu sınırları içinde salt Ermeni cemaatine ait 2538 kilise, 451 manastır ve 2000 okul vardı. Bu kiliselerin cemaatlerine, bu okulların öğrencilerine, onların hak ve halklarına ne oldu? ''% 99' u Müslüman ve ezici çoğunluğu '' Türk ''olan bir Türkiye nasıl oluştu?
Bir halkın demokratik yapısı ve coğrafi sınırlarıyla oynayabilirsiniz, ama o halkın ulus olma gerçekliğini asla değiştiremezsiniz.
İngilizlerin baskısı sonucu 8 Mart 1919 Divan-ı Harb örfi muhakematı ile Soykırımcılar yargılanmaya başladı. Malta'da yargılanan üst düzey sanık bürokrat sayısı 118'dir. Bu yargılamalar Dadrian'a göre ; Ermeni halkına işlenen suçların dökümanlaştırmak açısından başarılı '' ancak '' savaş suçluların cezalandırılması bakımından başarısızdır. Eylül- Ekim- Kasım 1921'de Esir İngiliz subaylarla değiş-tokuş sonucu  Malta sürgünlerinin tamamı serbest bırakılmış mübadele dışı tutulan ve uluslararası bir mahkemede yargılanmak üzere ayrılan 16 ittihatçı da kaçmıştı. 
Mezopotamya'nın en kadim halkı olan Süryaniler; katliamlar, baskılar, sindirme ve tek tipleştirme politikaları yüzünden bu gün ülke genelinde 18000, anayurdu Mezopotamya’da sayıları ne yazık ki üç bin kalmıştır. Ermeni nüfusu 50-60.000 civarı, Rum nüfusu ise 3-4000 civarındadır.
1915'in hesabı bu ülkede ve uluslararası diplomasi de sorulmadığı için kendinden sonra gelen tüm soykırımlara örnek olmuştur. Bu ülkede 1915  soykırımı yargılanmadığından ötürü de günümüze değin asimilasyon, imha-inkar-yok etme gibi kültürel ve sosyal-psikolojik soykırımlar devam etmiştir. Kısacası 1915 şekil değiştirmede,  sürüyor...
1925'de Kürt liderlerine, 1937-1938'de Dersim halkına son 30 yıldır Kürt halkına, yapılan katliamlar ve kirli savaş da, aynı anlayışın yansımasıdır. Bu topraklarda başka soykırımlar yaşanmaması için ya karanlık/kirli geçmişimizle yüzleşeceğiz ya da yüzsüzleşeceğiz.
Son söz olarak, bu ülkenin yöneticilerinden önce, öncü güç olarak Türk iye'li devrimcilerin ve tüm sosyalist yapıların ve de  özgürlükçü yapıların 1915' İçin Ermeni-Süryani-Rum- Ezidi- Yahudi halklarına karşı özür borcu vardır. Ve sol-sosyalist- devrimci örgütler 1915 ' soykırımından  günümüze değin bu ülkede  yaşatılan tüm  katliamları, parti programlarına  almalı ve gereğini yapmalıdır.
Kaynakça: 
Wolfgang Gust;  Alman belgeleri, 1915-1916 Ermeni soykırımı (Belge yayıncılık),
Vahakn N.Dadrian;  Ermeni soykırımı tarihi- Balkanlardan Anadolu ve Kafkasya'da etnik çatışma ( Belge yayıncılık )
Tessa Hofmann; Takibat, Tehcir ve imha  Osmanlı İmparatorluğu'nda 1912- 1922 Yıllarında Anadolu Hıristiyanlarına Yönelik Yaptırımlar ( Belge yayıncılık )
Dobkin; İzmir 1922 Bir kentin yıkımı, çeviri:Atilla Tuygan ( Belge yayıncılık)
Arnold Toynbee, James Bryce; Mavi Kitap 1915 Ermeni sorunu ( Pençere yayıncılık ), Recep Maraşlı, Ermeni Ulusal Demokratik Hareketi ve 1915 Soykırımı ( Peri yayınları tarih dizisi )

Freitag, 11. Oktober 2013

Midyat Mor Barsavmo Kilisesi soyuldu./ Die syrisch-orthodoxe Kirche in Midyat geplündert

11 Ekim 2013 Cuma Saat 16:18

Hırsızlar bu sefer kiliseye dadandı

Haber: Midyat'ta Kilise Soyguncuları Bulunamıyor

Mor Barsom Kilisesi kimliği belirsiz kişilerce soyuldu. Kiliseden, gümüş kaplamalı el yazılı İncil ve ayinde kullanılan malzemelerin çalındığı belirtili. Polis, 2 hırsızı yakalamak için çalışma başlattı.
Alınan bilgilere göre; Işıklar Mahallesi’nde bulunan Mor Barsom Kilisesinin arka kısmından gece 01.30 sularında soyguna gelen hırsızlar, kameraları etkisiz hale getirdikten sonra, dinlenme salonunun kapısını açıyor ardından kilise bölümüne geçerek gümüş kaplamalı İncil ve ayinde kullanılan bir takım malzemeleri alıp kaçtıkları belirtiliyor. Bir yılda kiliselerde 3 hırsızlık olayının yaşandığı belirtilirken aynı mahallede bulunan Meryem Ana kilisesi 2 kez, Mor Barsom kilisesinin yeni soyulduğu belirtiliyor.

BİR YILDA 3 KİLİSE SOYGUNU
Soygunun, kilise görevlilerince sabah saatlerinde fark edildiğini belirten Süryani Kiliseler Vakfı Başkanı Anto Nuay “ Sabah 05.30-06.00’da namaza geliyoruz. Burada, görevliler fark etti, baktı bütün kitaplar, İnciller yerde. Hemen bize haber verdi, bizde emniyete haber verdik. Tespit ettiğimiz 50-60 senelik bir İncil. El yazısı Hori Aziz tarafından yazılan gümüş kaplı, birde ayinde kullanılan malzemeler götürmüşler. Fakat bir yıl içerisinde 3 kilisemiz soyuldu, fakat kimse yakalanmadı. Bu hırsızların bulunmasını istiyoruz. Tabi bunlar vakıf malıdır, kilise ve cami fark etmiyor. İncilimiz o kadar eski değil ama bulunmasını istiyoruz.” şeklinde konuştu.

Kilisenin kameralarından görüldüğü kadar soyguncuların 2 kişi olduğunu belirten Süryani Kiliseler Vakfı Başkan Yardımcısı Yusuf Türker ise “ Kameralardan görüldüğü kadarıyla dün gece 01.30’da buraya girmişler, sabah görevliler kiliseyi namaz için geldiklerinde bir baktılar kapılar açık, görevliler bizi aradılar. Buraya geldiğimizde, kilitlerimizi kırdılar, kitaplar yerde dağınık, her yeri dağıtmışlar. Bizde polisi aradık, polis geldi. Kameraları açtık, 2 kişi kilisemize giriyorlar, avlunun içerisinde biraz kalıyorlar, yan taraftaki dinlenme odasını açtılar, kameraları etkisiz hale getirdikten sonra kiliseye giriyorlar. Tabi bizim tespitlere göre demirbaş listelerimize göre bir tane incilimiz yok. 1957’de Horsipos Aziz Günel tarafından el yazısıyla yazılan iki yüzü gümüş çalınmış. Bizim için manevi değeri çok. Bir yıl içinde 3 sefer Kilisler açıldı. Bunların bulunmasını istiyoruz.” diye konuştu.

Öte yandan hırsızlık olayıyla ilgili geniş çaplı soruşturma başlattı.
mardinlife.com

Mittwoch, 9. Oktober 2013

Süryani Halkının Kutsal Kudüsü Mor Gabriel

(Foto: Metropolit Mor Filoksenos Yusuf Çetin ve Yazar Zeynep Tozduman)
 
Zeynep Tozduman
 
9.10.2013
 
2008 yılından günümüze değin Mardin/Midyad’da  Mor Gabriel manastırı arazileri için verilen hukuk mücadelesi ve diplomatik ilişkiler sonucunda Süryanilerin  gasp edilen arazileri  ‘’demokratikleşme paketi’’ adı altında iade edildi.  Kamuoyundan herkesin bildiği üzre, Politik bir dava olan Mor Gabriel davası tam bir yılan hikâyesine dönmüştü.  Dile kolay tam 8 yıldır Süryani halkının canı her mahkemede yandı.  Ara sıra yerel mahkemedeki davalara gözlemci olarak katıldığımda, hoş görünün temsilcisi olan bu halkla hep birlikte ağladık, hüzünlendik, direndik.  Bu ülkede azınlıklar 98 yıldır hep güvercin ürkekliğinde yaşadılar. Belki de bu yüzden İsa’nın yaralı kuşları denilmiştir bu halka kim bilir?

1600 yıldır Süryanilerin kutsal mekânı olan bu manastıra AKP’li Mardin milletvekili ÇELEBİ’nin aşiretine bağlı üç köy tarafından dava açılmıştı.  Bu hukuksuzluk ve gasp üzerine 2009 yılında bireysel olarak kaleme aldığım, öncülüğünü yaptığım morgabrieledokunma imza kampanyası, hepinizin hatırlayacağı gibi daha sonra İzmir Barış Meclisi bünyesinde imzaya açılmıştı. Basından izleyenler bilir,  o günden, bu güne dek bu olayın hep takipçisi oldum. Yazılarımda ve konferanslarımda bu halkın acılarını en geniş kitlelere duyurmak için ne gerekiyorsa hem şahsım adına,  hem sözcülüğünü yaptığım İzmir Süryani dostluk platformu adına ne yaptıysak  sizlerle birlikte yaptık.. Bu yüzden biliyor ve diyorum ki devlet;  Mor Gabriel manastırını kendiliğinden jest olsun diye vermedi Süryani halkına. Bu,  diasporada ve ülke içinde verilen mücadele sonucu bir kazanımdır. Sivil toplum örgütlerinin, aydınların, aktivistlerin  yanı sıra;   özellikle büyük üzüntüler yaşayan birinci elden tanığı olduğum  vakıf başkanı dostum  Kuryakos Ergün, Turabdin’nin aslanı Samuel Aktaş’ın ve  Mor Gabriel manastırı yetkililerinin ayrıca  İstanbul Kadim Meryem Ana manastırı metropoliti sayın Yusuf Çetin’nin ve vakıflarının  diplomatik ilişkileri sonucu bir kazanımdır.
 
Günlerdir görsel basında ve sosyal medyada Mor Gabriel manastırı ile diğer bütün azınlıkların hakları verilmiş gibi lanse ediliyor. Ne acıdır, kendi anayurdunda yabancı ya da azınlık olmak... Bu ülkenin en kadim halkları olan azınlık diye tabir edilenler, İslamiyetten çok önce bu topraklarda yaşıyorlardı  (Ermeni- Süryani- Rum-Yahudi-).
Demokratikleşme paketi adı altında bunca bedel ödeyen, demografik çoğunluğa sahip, üstelik barış sürecinin muhatapları olan Kürtlerin payına ise bu paketten sadece üç harf düşmüştür ( W, X, Q ). Kürt halkının çocuklarının Türkçe eğitim ile Anadilleri yok sayılacak. Alevilere gelince;  devlet kendi Alevisini yetiştirecek üniversite ve Camilerin denetiminde Cem evleri düşmüştür payına.  Süryanilerin payına ise gasp edilen manastırın iadesi ve 1923 lozan’da kazınılmış haklardan biri olan, ana dilde eğitim hakkı yani azınlık okulu açma izni verilmiştir. 
 
Batı yakasının en kadim ve köklü uygarlığı olan Rumların durumu ise çok daha acı… Yine bu pakette nüfusları üç bin kalan/ Öğrencisi olmayan Rumlara okul hakkı veriliyor. 1913- 1914 kayıtlarına göre, Osmanlı imparatorluğu sınırları içinde salt Ermeni cemaatine ait 2800 okul, 300.000 öğrenci vardı. 1915 büyük kıyımdan günümüze değin,  bu gün Gökçeada’da yeni açılan okulla birlikte 23 azınlık okulu vardır. Bunun 16’sı Ermeni, 6’sı Rum, biri de Musevi okuludur. Ermenilere ise, yıllardır talep ettikleri Heybeliada’daki Ruhpan okulunun açılması yine bu pakette yer almayanlar arasında. Umutlar bir başka bahara ertelendi...  Ermenilerin okulları bu paketten öncede vardı, var olmasına da ama nasıl vardı?. 1924 tarihli Tevhidi Tedrisat Kanunu ile azınlık okulları MEB’e bağlanarak özerklikleri ortadan kaldırılmıştır. Bu güne dek Ermeni okullarında, okullara kimin kaydolacağına hep devlet karar vermiştir. 70 yıl sonra ilk kez İstanbul Meryem Ana kilisesi saygı değer metropolit Yusuf Çetin öncülüğünde başvurusu yapılan önümüzdeki dönem açılacak olan Süryani anaokulu ve ilkokul’u da Ermeni halkının yaşadığı sorunları yaşayacaktır. Bu yüzden bir an önce ayrı bir kanun ve yönetmelik çıkarılarak bu eşitsizlik ortadan kaldırılmalıdır. 
 
Sizlerle bir sevincimi de paylaşmak istiyorum buradan. Türkiye’de ilk kez Süryanilerle ilgili çalışmalara, (İmza kampanyaları, miting, protesto, diyalog vs.) sokak ayağını örgütleyerek, Ana dilde eğitim hakkını isteyen pankartlarla bizler alanlarda talepte bulunduğumuz da, Sayın İstanbul-İzmir-Ankara metropoliti Yusuf Çetin ve Vakıf başkan vekili sevgili Kenan Gürdal ile tanışmıyorduk.  Ortaklaşma ve dayanışma adına tıpkı Mor Gabriel manastırı, Deyrul Zafaran manastırıyla bu güne kadar olan iyi niyet ve dostluk ilişkimiz gibi bir yenisini daha eklediğimiz için platformumuz ve şahsım adına çok sevinçliyim.  
 
 Bu ülkede demokratik bir paketten söz etmek istiyorsak öncelikle herkese fırsat eşitliği sağlanmalı ve özerk-demokratik-çağdaş eğitim,  ibadet özgürlüğü v.b gibi eşit hakların yanı sıra Türk olmayan halklara derhal Ana dilde eğitim hakkı verilmelidir.  Bir zamanlar çok dilli, çok dinli, çok kimlikli, çok kültürlü olan Anadolu yeniden o kimliğine kavuşmalıdır. Köy- kasaba-şehir yerleşim adları çok dilli olarak yeniden hayata geçirilmelidir. 
 
Ey yönetenler! Bunca yıldır keyfi olarak engellediğiniz Azınlık okullarını,  bırakınız da azınlıklar idare etsin bundan tezi. Şu anda mevcut eğitim sistemi başlı başına bir utançtır, örneğin hala bu ülkede Ermeni yetiştirecek henüz bir kurum olmadığı gibi Üniversitelerin eğitim bölümlerinde hala Ermenice dersi yok.  
 
Alevi’lerin  dramları ise apayrı. Alevi çocukları AHİM’de kazanılmış haklara rağmen halen keyfi olarak din dersinden muaf tutulmamaktadır. Irkçılığın simgesi olan ‘’andımızın’’ okullardan kaldırılması sevindirici bir gelişmedir bir de zorunlu din derslerini de kaldırsanız sorun çözülecek.  Azınlıklar bu ülkede özgür ve eşit yurttaş olmadığı sürece bunun adı demokratikleşme paketi değil olsa olsa yalancı bahar paketidir. Yaralarından keder damıtan/ ezilen ve soykırıma uğrayan halklardan resmi bir özür dilenmediği sürece bu ülkeye ne barış gelir, ne de demokrasi. 

Dienstag, 1. Oktober 2013

Metropolit Ürek: Demokratikleşme Paketi'ni sabırsızlıkla bekliyorduk

Metropolit Ürek: Demokratikleşme Paketi'ni sabırsızlıkla bekliyorduk
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın açıkladığı Demokratikleşme Paketi'nde, yaklaşık bin 600 yıllık Mor Gabriel (Deyrul Umur) Manastırı'nın arazilerin iade edilmesi, Süryaniler tarafından memnuniyetle karşılandı.

    Adıyaman Süryani Cemaati Metropoliti Griğoriyos Melki Ürek, paketi sabırsızlıkla beklediklerini anlatarak, "Onun için biz bugün saat 11.00'den itibaren televizyon başında kaldık. Paketin içeriğini dikkatle izledik. Sayın başbakanımızın açıklamış oldukları bu demokratikleşme paketinin bütün vatandaşlar için çok önemli bir açıklama olduğunu ve bir karar olduğunu dinledik. Bunun için sayın başbakanımızı alkışladık." dedi.

    Mor Gabriel Manastırı arazisi konusunun Midyat'ta bir kaç muhtar tarafından konu edildiğinin altını çizen Ürek şöyle konuştu: "Özellikle demokratikleşme paketi içerisinde, sanki Midyat yöresinde bir manastır toprağında işgal varmış gibi suni bir şikâyet uyandıran bazı muhtarlarımızı yadırgadık. Yani bunu biz beklemezdik. Hükümetimizin sağduyuyla buna eğilmesi bugün sayın başbakanımızın ağzıyla Mor Gabriel toprakları ya da bahçe bağlarının tekrar manastıra iade edilmesi açıklaması bizi son derece etkilemiş ve sevindirmiştir."
haberaktuel.com/ 30.09.2013

***

Süryaniler demokratikleşme paketinden mutlu


BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan'ın Mor Gabriel (Deyrulumur) Manastırı arazilerinin manastır vakfına iade edileceğini açıklaması Süryaniler arasında büyük sevinçle karşılandı. 

Süryaniler'in Türabidin Metropoliti Semual Aktaş, "Tek kelime ile çok iyi oldu. Kimse kimsenin hakkını yemez. Sayın başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan tam isabetli bir kararı açıkladı" dedi. Süryanilerin Mardin-Diyarbakır Metropoliti Saliba Özmen de, karardan büyük memnunluk duyduğunu belirterek, "Bu kararı bekliyordum. Açıklanan demokratikleşme paketinden bizimle ilgili çıkan kararı büyük bir memnuniyetle karşılıyoruz" dedi. Bugün Beyrut'a gideceğini belirten Özmen, Suriye'deki olaylar nedeniyle patrikliklerinin Lübnan'a taşındığını belirterek, "Bu müjdeyi Patriğimize ve cemaatimize bildireceğim" dedi.

Manastır arazilerinin iadesiyle ilgili Mor Gabriel Manastırı Vakfı Başkanı Kuryakos Ergün, yazılı bir açıklama yaptı. Başbakan Erdoğan'ın açıklamasından ötürü Süryani halkında büyük sevinç yaşandığını belirten Ergün, şöyle dedi:

"Ortada 2008 yılından bu yana devam eden bir hukuk süreci ve açılan birçok dava dosyası söz konusu olmuştu. Bu davaların bir kısmı uluslararası yargıya konu edilmiş, diğer bir kısmı ise iç hukukta devam etmekteydi. Süre içerisinde sürekli olarak Mor Gabriel Manastırı davalarının insan hakları boyutuyla bir şekilde çözüm bulması gerektiği, gerek vakfımız tarafından ve gerekse de çok sayıda platformlar ve STK tarafından dile getirilmişti. Gelinen bu noktada taleplerimize kulak verilmiş olduğu ve sorunun artık çözüleceği bizzat Başbakan tarafından dile getirilmiş olunması nedeniyle artık sorunun çözüm bulma noktasına geldiğimiz ortaya koymuştur.

AİLE İÇİNDE ÇÖZMELİYİZ DİYORDUK
Bizler sürecin en başından beri bir aile olduğumuzu ve aile içindeki sorunların aile içerisinde çözülmesi gerektiğini söylemiştik. Nihayetinde de bu noktaya gelinmiştir. Bu nedenle her şeyden önce sayın başbakanımıza teşekkür ve şükranlarımızı sunuyoruz. Bu sorunun çözümünde katkısı olan kesime teşekkür ederken, açıklanan demokratikleşme paketinin yakın zamanda hayata geçirilmesini diliyoruz."

***
Deyrul Umur Manastırı Vakıf Başkanı: Tapuyu alınca sevincimiz kat kat olacak
Deyrul Umur Manastırı Vakıf Başkanı: Tapuyu alınca sevincimiz kat kat olacak
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Mor Gabriel (Deyrul Umur) Manastırı'na ait arazinin iadesi hakkındaki açıklamaları ardından Mor Gabriel Manastırı Vakfı Başkanı Kuryakus Ergün, tapuyu ellerine aldıktan sonra sevinçlerinin katlanacağını belirtti.

Demokratikleşme paketi açıklandıktan sonra basın mensuplarına açıklamada bulunan Mor Gabriel Manastırı Vakıf Başkanı Kuryakus Ergün, "Arazilerin bize iade edileceğini duyunca çok sevindik. Gerçekten bu konuda emeği geçen herkese başta sayın Başbakanımıza, bizim Süryani kuruluşlara, medya mensuplarına, medya mensupları, bu konuda 5 senedir bizimle bu konuyu çok dikkatlice, çok objektif bir şekilde işliyorlar. Bundan dolayı katkısı olan herkese şükranlarımızı sunuyoruz. Tabi ki bu başlangıçtır. Biz bunun sonucunu bekliyoruz. Biz bu tapuları elimize aldığımızda sevincimiz kat kat olacak." şeklinde konuştu.

Açıklamalarını, Mor Gabriel Vakfı Avukatı Rudi Sümer ile birlikte gerçekleştiren Ergün, "Bizler sürecin başından beri bir aile olduğumuzu ve aile içindeki sorunların aile içerisinde çözülmesi gerektiğini söylemiştik ve nihayet bu noktaya gelinmiştir. Açıklanan demokratikleşme paketinin yakın zamanda hayata geçirilmesini bekliyoruz." ifadelerini kullandı.
haberaktuel.com  / 30.09.2013

Demokratikleşme Paketi

30 Eylül 2013 16:08

Başbakan Erdoğan'ın açıkladığı pakette yer alan Mor Gabriel Manastırı arazisinin iade edilmesine ilişkin karar, Süryanilerce memnuniyetle karşılandı Süryani Kadim Kiliseleri Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Türker: "Manastır arazisinin gerçek sahiplerine iade edilmesinden çok mutluyuz"

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın açıkladığı Demokratikleşme Paketi'nde yer alan Midyat'taki Mor Gabriel Manastırı arazisinin iade edilmesi kararı, Süryanilerce memnuniyetle karşılandı.
Süryani Kadim Kiliseleri Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Yusuf Türker, AA muhabirine yaptığı açıklamada, pakette yer alan kararlardan sevinçli olduklarını dile getirdi. "Mor Gabriel Manastırı hepimizindir" diyen Türker, "Manastır arazisinin gerçek sahiplerine iade edilmesinden çok mutluyuz. Hepimize hayırlı uğurlu olmasını diliyoruz. İnşallah bundan sonra da sıkıntıların yaşanmamasını umuyoruz" diye konuştu.
Deyrulzafaran Manastırı ve Kiliseler Vakfı Yönetim Kurulu Üyesi Behçet Bayruk de "Sayın Başbakanımızdan bizi gerçekten mutlu eden bir haberi aldık. Mor Gabirel konusu bizim için de dünya Süryanileri için de çok önemliydi" dedi.
Mardinli kuyumcu Süryani asıllı Metin Ezilmez de başta Mor Gabriel arazisinin iade edilmesi kararı olmak üzere pakette yer alan diğer konularla ilgili Başbakan Erdoğan'a minnettar olduğunu belirterek, şu ifadeyi kullandı:
 "Özel okullarda farklı dil ve lehçelerde eğitimin önünün açılması, köy isimlerinin değiştirilmesinin önündeki yasal engellerin kalkması ve dini inancın gereğinin yerine getirilmesinin engellenmesinin ceza kapsamına alınması kararı da beklediğimiz kararlardı. Özellikle köy isimlerinin değiştirilmesi sevindirici bir karar. Geleceğimiz için, dil ve din özgürlüğü için yeni yasalardan bahsedilmesi de çok anlamlı. Yıllardır ihmal edilmiş bu konuların gündeme gelmesi bizleri sevindirdi. 50-60 yıl önceki köylerimizin Süryanice isimlerini tekrar kullanabileceğiz."
Süryani Dernekleri Federasyonu Başkan Yardımcısı Evgil Türker de Başbakanın açıkladığı demokratikleşme paketinin içeriğinden memnun olduğunu bildirdi.
Mor Gabriel Manastırı
Mor Gabriel (Deyrulumur) Manastırı, dünyanın ayakta duran en eski Süryani Ortodoks manastırı olarak biliniyor. Manastır, Mardin'in Midyat ilçesine bağlı Güngören köyü sınırları içerisinde Süryanilerin anayurdu olarak kabul edilen Turabdin platosunda bulunuyor.
MS 397 yılında Mor Şmuel ve Mor Şemun tarafından kurulan manastır, 5. ve 6. yüzyıldan kalan Bizans dönemi mozaikleri, kubbeleri, çan kuleleri, hareketli terasları, kapıları ve Midyat kesme taşlarından yapılan kapı ve motif süslemeleriyle ünlü. - Mardin 


***

Alman Parlamentosu Da Mor Gabriel İçin Çağrıda Bulunmuştu



İhsan DÖRTKARDEŞ/ İSTANBUL, - BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan’ın ‘Demokratikleşme Paketi’nde dile getirdiği Mardin’in Midyat İlçesi’nde bulunan 'İkinci Kudüs' olarak nitelendirilen Mor Gabriel Manastırı, geçen yıl Alman Parlamentosu’nun da gündemine gelirken, Türkiye'ye Süryaniler'in haklarının güvence altına alınması ve Mardin'in Midyat ilçesindeki dünyanın en eski manastırlarından Mor Gabriel'in korunması çağrısında bulunulmuştu....


Haberfx 


Başbakan Erdoğan, merakla beklenen ‘Demokratikleşme Paketi’ni açıklarken,‘Deyr-ul Umur’ olarak bilinen "Mor Gabriel Manastırı’na ilişkin arazinin, manastır vakfına iade edilerek bir haksızlığın giderileceğini söyledi. Başbakan Erdoğan, “ Süryani vatandaşlarımıza önemli bir haklarını teslim ediyoruz. Süreç devam ediyor, incelemeler devam ediyor. Hiç kimseyi mağdur etmeden, hak sahiplerine haklarını teslim edeceğiz" dedi. "İKİNCİ KUDÜS” Türkiye’ye ve Güneydoğu’ya gelen heyetlerin sık uğradığı Mor Gabriel Manastırı M.S 397 yılında Mor Şmuel ve Mor Şemun tarafından kuruldu. Manastır, 5 ve 6’ncı yüzyıldan kalan Bizans dönemi mozaikleri, kubbeleri, çan kuleleri, hareketli terasları, kapıları ve Midyat kesme taşlarından yapılan kapı ve motif süslemeleriyle tanınıyor. Hıristiyanlık tarihinin en eski manastırlarından Mor Gabriel, uzun süre Hazine ve etraftaki köylerle mahkemelik durumda bulunuyordu . Köyler, Manastır arazisi üzerinde hak iddia ederken, Hazine de manastır çevresindeki 336 bin metrekarelik arazinin ormanlık alan ve devlet arazisi olduğunu savunuyor. ALMAN PARLAMENTOSU DA ÇAĞRI YAPMIŞTI Kilise tarafından İkinci Kudüs olarak ilan edilen Mor Gabriel Manastırı ile ilgili Federal Alman Meclisi, geçen yılın Haziran ayında yaptığı toplantıda Türkiye'ye çağrıda bulunarak, dinsel özgürlüklere saygı göstermesini ve 1600 yıllık Mor Gabriel Manastırı'nı korumasını istedi. Halen görevini sürdüren Hıristiyan Birlik Partileri (CDU/CSU) ve liberal Hür Demokrat Parti (FDP) milletvekilleri tarafından hazırlanan ve muhalefetteki Yeşiller'in destek verdiği karar tasarısıyla, Almanya hükümetinden, diğer AB hükümetleriyle istişare içinde hareket ederek, Türkiye'nin Mor Gabriel Manastırını korumasını, Süryanilerin haklarını güvenceye almasını temin etmesi istendi. Alman yayın kuruluşu Deutsche Welle, tasarıda, Türkiye'de gayrimüslim azınlıkların özgürlüklerinin uzun süre sınırlı kaldığını, son yıllarda “bazı küçük ilerlemeler” sağlanmasına karşın, Türkiye'nin bu alandaki uygulamalarının “AB standartlarını karşılamadığının” vurgulandığını bildirmişti. Türk hükümetinin sorunlara pragmatik çözüm bulma sözü verdiği, yasama alanında bazı düzenlemeler yapıldığını ifade edilen tasarıda, “Federal Meclis'in, Türkiye'nin zengin kültürel mirası ve dinsel çeşitliliğini korumak için dinsel özgürlüklere tam saygı yönünde kapsamlı çabalar içine gireceği konusunda taşıdığımız umutlar, ne yazık ki bugüne kadar karşılanamadı” denildi. Federal Alman Meclisi, kabul ettiği son karar tasarısıyla, Mor Gabriel'in korunması konusunda daha güçlü bir inisiyatif üstlendiğini bildirmişti. Mor Gabriel arazisinin korunmasının, dinsel özgürlüklerin bir parçası olduğuna işaret eden Meclis'in karar tasarısında, Türk makamlarından gayrimüslim azınlıklarının özgürlüklerinin güvence altına alınması için destek istenmişti. 276 DÖNÜMLÜK ARAZİYE İLİŞKİN 2008 YILINDAKİ DAVA Mardin’in Midyat İlçesi’ne bağlı Güngören Köyü sınırları içerisinde bulunan manastır idaresinin, komşu köylerin sınırları içerisindeki 100 hektarlık ormanlık alanı işgal ettiği öne sürülmüş ve 2008 yılında dava açılmıştı. Yerel mahkeme, söz konusu arazilerin kilisenin malı olduğuna karar vermişti. Yerel mahkemenin direnme kararı üzerine dosyanın gittiği Yargıtay Genel Kurulu da yerel mahkemenin direnme kararını bozmuştu. Bu kararla birlikte manastırın Hazine’ye devri için süreç başlamıştı. Köylülerin açtığı işgal davasında manastır adına Yargıtay’a temyiz başvurusunda bulunulurken, manastırın bulunduğu 276 dönümlük arazinin Hazine’ye devrinin tescilinin iptal edilmesi istenmişti. Yargıtay 20’nci Hukuk Dairesi’nde incelemeye alınan davada temyiz başvurusunu kabul etmemesi halinde manastırın arazisi Hazine’ye kalacağı ifade edilmişti.

(İD)


 İhsan DÖRTKARDEŞ
30 Eylül 2013 Pazartesi 15:56 - [1120056] - DHA

Süryaniler: 'Demokratikleşme Paketi Yeterli Değil'

 
Yıldız Yazıcıoğlu