Freitag, 27. Dezember 2013

Suriye’de Kaçirilan 12 Rahibenin Bulunmasi İçin Bir İmzada Sen Ver

3 Aralık 2013 günü Şam'ın kuzeyindeki tarihi Hıristiyan köyü Malula'ya giren cihadçılar, Süryani halkına ait manastır ve kiliseyi yağmalayarak 12 masum rahibeyi kaçırdılar. Aralarında Nusra Cephesi militanlarının da bulunduğu cihatçılar, kiliseye girerek, 12 rahibeyi kaçırarak Lübnan sınırındaki Yabrud'a götürdüler.
Kaçırıldıktan tam 3 gün sonra sosyal medyaya Anadolu Ajansı adına bir klip yayınlanarak, sözde rahibelerin sağ olduğu barış gruplarının güvenlik nedeniyle kaçırıldığı haberi servis edildiğinden bu yana, 12 rahibeden bu güne değin hiçbir haber alınamamıştır. Başlarına ne geldi bilmiyoruz. Vakit çok geç olmadan on iki rahibe için biz kadınlar ve vicdanlı insanlar seslerimizi birlikte çoğaltalım.

Bu rahibelere Türkiye ve Uluslar arası kadın örgütleri, kurum, kuruluşlar, bireyler tez zamanda sahip çıkmalıdır.
Savaşın bile bir hukuku vardır. Savaşta, kadınlara ve çocuklara dokunmanın sözde suç olduğu bir dünyada yaşıyoruz ne yazık ki. Ne can, ne namus güvenliğimiz var. Ortadoğu coğrafyasında rahibeler şahsında kadınlara yönelik bu tavrı bizler esefle kınıyor, cihatçı örgüt üyelerinin derhal yakalanarak AHİM’ de yargılanması gerektiğine inanıyoruz. Bu güne kadar yaşanan iç savaşta 6 bin Suriyeli kadın tecavüze uğradı.. Binlerce yıldır kadın bedeni üzerinden geliştirilen tecavüz kültürünün, savaş coğrafyalarında daha fazla yaşanmasını istemiyoruz artık. Tecavüzlere sessiz kalmak tecavüz suçuna ortak olmaktır.
Kaçırılan rahibeler sizin bacınız, ablanız, kızınız, teyzeniz, halanız olsaydı… Kadın örgütleri ve insani kuruluşlar olarak sizler yine böyle sessiz mi kalacaktınız?
12 Rahibenin çığlığına üç maymunu oynayan dünya kadınları neredesiniz? Neredesiniz devrimci, yurtsever, özgürlükçü, barışsever kadınlar neredesiniz? Neredesiniz ey güzel insanlar!
On iki kadın rahibeye sahip çıkmak kendi insanlığımıza sahip çıkmaktır.

http://imza.la/suriye-de-kacirilan-12-rahibenin-bulunmasi-icin-bir-imzada-sen-ver

Mittwoch, 25. Dezember 2013

'BURASI BAYRAMLARI YASA BOĞANLARIN ÜLKESİDİR

24.12.2013

Bu gün, İsa Mesih'in doğuşu ve tüm Ortodoks ve Katolik âleminin Noel bayramıdır. Bu ülkenin kadim halkları olan Ermenilerin, Süryanilerin, Rumların bayramıdır. Aynı zamanda Ermeni halkının yeni yılı ve Surp Dzinunt yortusu, Süryanilerin Yaldo bayramıdır. Başta ülkemizde İslam dışında kalan bütün inançların ( Hıristiyan, Alevi, Ezidi, Dürzi v.b gibi) bayramları da, resmi bayram tatili oluncaya kadar bayram gelmiş neyime diyorum. Keşke bayramları bayram tadında yaşayabilsek... Mezopotamya ve Orta doğu coğrafyasında yaşatılan onca acı karşısında neredeyse insani bir duygu olan sevinçlerimizi bile yitirdik. Yaklaşık 1 hafta evvel 17.12.2013’de Özg&u uml;r Gündem gazetesinde yer alan bir habere göre Adıyaman metropoliti Melke Ürek Ölümle tehdit edilmiştir. Zihniyet; bu topraklarda barışa, dostluğa, özgürlüğe, eşitliğe evrilmediği sürece daha kaç Süryani ruhani tehdit edilecek Kim bilir?
Ne yazık ki, böylesi acı haberler ne ilktir, ne de son olacak bu gidişle. Ve inanıyorum ki tüm Süryani metropolitler, rahipler, papazlar ve ruhaniler bu ülkede ölüm tehditleri altında yaşam mücadelesi veriyorlar. Süryani halkı ve tüm azınlıklar anayurtlarında ve yaşadıkları orta doğu coğrafyasında maalesef ki bu acı kaderi 100 yıldır birlikte paylaşıyorlar. Bu ülkenin asli unsurları eşit yurttaşlık haklarından yararlanmadığı sürece, tüm bu halklar güvercin ürkekliğinde yaşamaya devam edecektir. Bunun için öncelikle yasalar ve kafalar değişmeli. Demokratik yasalar yapılmalı ve bu ülkenin yerli halklarını kucaklayıcı, kapsamlı bir anaya sa olmalı.
Geçtiğimiz 22 Nisan 2013'de Türkiye-Suriye sınırında kaçırılan Antakya Ortodoks Patrikhanesi Halep Metropoliti Pavlus Yazıcı ile Halep Süryani Ortodoks Metropoliti Yuhanna İbrahim 257 (8 ay )  gündür hala kayıp. Agos'da 5 Aralık'ta çıkan bir habere göre çoktan bu iki metropolit Kafkas kökenli Ebu Banat tarafından katledilmiştir. (Ebu Banat; Özellikle Suriye’de kafa kesme görüntüleriyle dünyaca tanınan biridir. Namı diğer adı Magomed Abdurrahmanov’dur. TC’nin bu konuyla ilgili doğru söylememesi yani tutukladıkları halde sınır dışı ettik demesini anlamış değilim. Süryani temsilcilerine ve kamuoyuna sınır dışı ettik diye açıklama yapan hükümet yetkilileri, gerçekte ‘’ Türkiye’de tutuklu bulunan Ebu Banat için, dosya numarası mevcut olup, bu dosyaya Hukukçular pekâlâ bakabilir) 
Bu konuyla ilgili baştan beri benimde inancım o dur ki, her iki metropolit çoktan öldürüldü.
TC'nin, metropolitlerle ilgili basın yoluyla yaptığı açıklamalarında her iki metropolitin yerlerini bildiklerini söylemelerinin üzerinden aylar geçmesine rağmen henüz ses, seda yok... Kitle iletişim araçlarında bir yığın komplo teorileri uçuşuyor. İnandığım bir tez var ki, bu metropolitler sağ olsaydı bu güne kadar çoktan ortaya çıkardı. TC. Ne amaçla bu olayı unutturmaya çalışıyor bilinmez? Çünkü Yuhanna İbrahim, Orta doğuda barışın sesiydi ve barışa, Suriye’de İslami terör örgütleri tarafından kurşun sıkıldı. Barışa kurşun sıkanlara inat unutmayacağız.
Bu gerçekdışı beyanlarla olayı unutturmaya çalışan bir ülkeye, bizlerin cevabı bellidir. Ne kaçırılan metropolitleri unutacağız ne de 3.12.2012'de Suriye/Şam'ın kuzeyindeki tarihi Hıristiyan köyü Malula'ya girerek cihadcılar tarafından kaçırılan 12 rahibeyi unutmayacağız/ unutturamayacaklar. Biliyoruz ki, Unutmak ihanettir.
Kaçırılan 12 rahibeyle ilgili 2-3 gün sonra kamuoyuna servis edilen bir klipin kaynağına bakarsanız, Anadolu ajansı olduğunu göreceksiniz. Anadolu ajansı kime hizmet eder herkesin malumu. 12 Rahibenin çığlığına üç maymunu oynayan Türkiyeli ve dünya kadınları neredesiniz? Uluslar arası kadın örgütleri neredesiniz? Çok ilginçtir rahibelerin kaçırılması olayı ile ilgili bu güne kadar, hiçbir kadın örgütü girişimde bulunmadı. Hatırlıyorum geçtiğimiz yıllarda, İran’daki idamlarda Zenobia adında genç bir hukukçu kadın idam edilmesin, şeriat yasalarına göre Arap ülkelerinde kadınlar recm edilme sin diye imza kampanyalarına destek veren,  biz Türkiyeli kadınlar, söz konusu rahibeler olunca niye bu suskunluk? Niyedir deve kuşu misali kafalarımızı kuma gömmek. Biliyor musunuz?  Suriye’de bir Arap ülkesidir. İki olayda ortak olan tek şey kamuoyuna;  kaçırılanların sağ-salim oldukları mesajının verilmesidir. Amaç,  zamana yayıp olayı soğutmak en nihayetinde unutturmak mıdır?
Durun, durun… 1915 bitmedi henüz. 4 ayrı parçada devam ediyor. Özellikle son 2 yıldır Suriye’de tam gaz soykırım devam ediyor. Dün yine Suriye’de 23.12.2013 ‘de,  Alalam Gazetesi’nin haberine göre Daraa’da bir kiliseye yapılan havan topu saldırısı sonucunda, üçü çocuk olmak üzere toplam 12 kişi öldü. Kalemim soykırım yaşayan halklara yapılan acıları/haksızlıkları yazmaktan tükendi, onlar tükenmedi yok etmekte.
Ne yazık ki, Süryani halkı bayram gününde bile yüreklerini dağlayan iki ayrı acı yaşıyor. Paylarına hep acı, hep gözyaşı düştü 1400 yıldır. Acıyacak/ kanatacak yerleri kaldı mı bilinmez.  Suriye’deki savaşın bedelini en ağır ödeyenler Hıristiyanlar ve Alevilerdir. Süryani halkı ise cemaat liderleri ve 12 rahibenin kaçırılmasıyla daha da ağır bedel ödemiştir. Vatikan’da Papa’nın bile rahibelerle ilgili çağrıda bulunması, can ve namus güvenlikleri olmadığından olsa gerek. Suriye’de Hıristiyan kadınların başına gelenlerden pek farklı değil, Türkiye’ye sığınmacı olarak gelen kadınların durumları.  Suriye’den savaştan kaçıp, mülteci olarak Türkiye’ye gelen özellikle İstanbul’da fuhuş sektöründe, 15-16 yaşındaki kız çocukların etlerinin pazarlandığı bir ülkede utançlı yaşıyoruz bizler. Hırsızlığın ve yolsuzluğun pirim yaptığı ülkemizde körpecik bedenlerin kirletilerek, elde edilen gelir ayakkabı kutularına milyon dolar olarak giriyor.
Ey büyük insanlık neredesiniz? Neredesiniz Türkiye’nin vicdanlı insanları? 12 Rahibe şahsında Süryani halkının kalbine ateş düştü görmüyor musunuz? Ve yarın Noel bayramı. Bayramlarını kutlayacaklar, kutlayabilirlerse yürekleri buruk… Bu gün sosyal medyada Sayın Abdullah Gül’ün ülkedeki kadim Hıristiyanların Noel bayramını kutlama haberleri yayınlanıyor habire. Bayramlarını kutlamak değildir asolan parlamentoda büyük bir sandalyeye sahip iktidarınız, yasal bir değişiklik yapıp kadim Hıristiyanların bayramlarında resmi tatil ilan etsin. Samimiyet ancak böyle olur.
GEL KARDEŞİM BİR KEZ OLSUN YÜREĞİNİ YATIR, YÜREĞİME ....
Anadolu denilen coğrafyada Sünni Türk olmayanlar yine ağlıyor, bir bayram gününde. Dört ayrı parçada 4 ayrı zulüm yaşayan nar tanelerine, insanlık adına el uzatalım hep birlikte. Ne 22 Nisan 2013’de kaçırılan metropolitleri Ne 3.12.2013’de Suriye/Şam’da Cihatçı örgütler tarafından kaçırılan 12 rahibeyi Ne Adıyaman metropoliti Melke Ürek’e yapılan ölüm tehditlerini unutmayalım.
Yıllardır bayram kutlamayan biri olarak, hep birlikte barış ve sevgi içersinde kutlayacağımız nice bayramlara...
ZEYNEP TOZDUMAN

Montag, 23. Dezember 2013

Das Leben der aramäischen Familie Celik

Von der Türkei nach Delmenhorst

22. Dezember 2013 

Iskender Celik ist einer von rund 2.500 Aramäern, die in Delmenhorst leben. Er ist ein syrisch-orthodoxer Christ, der seine Heimat im Osten der Türkei verlassen hat. Denn Aramäer wurden dort als religiöse Minderheit immer wieder von Muslimen verfolgt. Für das staatenlose Volk der Aramäer ist ihre Kirche, ihre Religion Heimat. In einem buten-un-binnen-Extra lernen wir Iskender Celiks Großfamilie kennen.

Aramäische Gemeinde in Delmenhorst [Quelle: Radio Bremen] Der Glaube ist Andreas Celik sehr wichtig.
Der Gott der Aramäer in Delmenhorst "wartet" im Gewerbegebiet. Dort befindet sich die Kirche der syrisch-orthodoxen Gemeinde St. Johannes. Es ist 8 Uhr in der Früh. Für Aramäer beginnt die Messe sonntags vor Sonnenaufgang. Auch in der Diaspora. 2.500 Aramäer leben in Delmenhorst. Die syrisch-orthodoxen Christen haben ihre Heimat im Osten der Türkei verlassen – jahrhundertelang wurden ihre Vorfahren von Muslimen unterdrückt und verfolgt.

Die Religion als Heimat

Ganz langsam füllt sich die Kirche, für die Gemeindemitglieder gibt es quasi eine Gleitzeit. Nach und nach trudeln alle ein. Auch Andreas Celik und sein Vater Iskender sind unter den Besuchern. Für die Familie Celik ist der Gottesdienst selbstverständlich. Wie es der Brauch vorschreibt, sitzen die Männer getrennt von den Frauen der Familie. Das gehört einfach dazu. Auch für Celik Junior:"Religion ist mir sehr wichtig. Für mich ist es das Wichtigste. Ältere gehen dreimal am Tag in die Kirche. Aber wir Jugendlichen leider nicht mehr, wir beten vorm Essen und Schlafen."
Aramäische Gemeinde in Delmenhorst [Quelle: Radio Bremen] zoom Andreas Celik ist als Handwerker oft unterwegs.

Eltern haben einen kleinen Imbiss

Andreas Celik arbeitet als Handwerker. Der 47-Jährige ist ständig im Außeneinsatz, zum Beispiel besucht er Aramäer wie den Gastwirt Johannes, aber die meisten seiner Kunden sind Deutsche.
"Wir haben so ziemlich die gleiche Kultur mit den Deutschen durch den christlichen Glauben, den wir haben. Deswegen haben wir da auch keine Hemmungen und keine Kontaktschwierigkeiten", erklärt Andreas Celik. Feierabend hat er eigentlich nie. Nur zwischendurch fährt Andreas Celik mal nach Hause. Er wohnt mit seiner Familie im Haus der Eltern. Die haben einen kleinen Imbiss, den Johannes-Grill.

Iskender Celik kam 1969 als erster aramäischer Gastarbeiter nach Delmenhorst zu Nordwolle. Bald darauf wechselte er in eine Schlachterei und machte sich schließlich selbständig. Er holte seine Familie bald nach. Zurück ließen die Celiks ihr Haus in der Heimat. Es liegt im Südosten der Türkei nahe der syrischen Grenze.
Sieben Kilometer von Midyat entfernt steht das kleine Dorf Mizizah. Anfang der 70er Jahre lebten hier einmal mehr als 200 aramäische Familien, heute sind es gerade einmal zehn.

Familie Celik leidet unter Schicksal der Vorfahren

Während des Ersten Weltkrieges wurden die Christen vom türkischen Staat verfolgt. Sie sollten zum Islam konvertieren. In den 1980er Jahren gerieten die Aramäer im Kurdenkonflikt zwischen die Fronten – und flüchteten in die ganze Welt. Bis heute ist die religiöse Minderheit nicht als solche in der Türkei anerkannt. Familie Celik leidet unter dem traurigen Schicksal ihrer Vorfahren. "Viele von uns sind umgekommen, Kinder, Frauen, einfach alle", erzählt Fahima Celik und schaut dabei traurig in die alten Fotoalben mit Bildern aus der Heimat.
Aramäische Gemeinde in Delmenhorst [Quelle: Radio Bremen] Das Dorf der Familie Celik liegt im Osten der Türkei und heißt Mizizah.
Schätzungen gehen von bis zu einer halben Million Opfer aus. Ihr Glaube gibt den Aramäern in der Diaspora Halt. Delmenhorst hat die größte Gemeinde Norddeutschlands.

Kinder lernen die aramäische Sprache wieder

Die St. Johannes Kirche ist jeden Sonntag voll und nicht nur zu Weihnachten. Hier treffen sich alle – Kinder, Jugendliche, ihre Eltern und Großeltern. Um den Gottesdienst zu verstehen und die vielen Lieder mitsingen zu können, müssen die jungen Leute erst einmal Aramäisch lernen. Im Grundschulalter starten die Kinder mit dem Aramäisch-Unterricht. Jeden Tag pauken sie anderthalb Stunden lang – am Nachmittag nach der normalen Schule. Sie kommen freiwillig, mit sanftem Druck der Eltern.
Die arabischen Schriftzeichen sind für alle erstmal eine Herausforderung. Wenn die Jungen "Jesus' Sprache" beherrschen, dürfen sie als Messdiener helfen und die Mädchen dem Chor beitreten. Sprache, Religion und Traditionen wie das spezielle Chorgewand machen ihre Identität aus.
Aramäische Gemeinde in Delmenhorst [Quelle: Radio Bremen] zoom Damit die Kinder alle Liedtexte mitsingen können, bekommen sie Sprachunterricht in ihrer Heimatsprache Aramäisch.

Sitz des Erzbischofs in Delmenhorst

Erzbischof Julius Hanna Aydin vertritt die syrisch-orthodoxe Kirche in Deutschland. Er ist ein weltoffener Mann, hat katholische Theologie und Islamwissenschaften studiert und über den Buddhismus doziert. Im Delmenhorster Bischofssitz diskutiert er mit Mitgliedern der Gemeinde. Zum Beispiel, wie ihr Verhältnis zu Türken in Deutschland ist und wie sich die Lage der Christen in der Türkei verändert hat. "Die geben uns viel mehr Freiheit als früher in meiner Zeit. Elf Monate lang haben sie mir keinen Pfenning Lohn gegeben, weil ich Christ war, obwohl ich zweimal angeklagt habe. Jetzt ist es viel besser in der Türkei für die Christen", berichtet Erzbischof Julius Hanna Aydin aus der vergangenen Zeit.
Der Bischof ist auch mit den Celiks gut bekannt. Die Familie ist schließlich so etwas wie die Altvorderen der Gemeinde. Durch das Ehepaar kam fast das gesamte Dorf Mizizah nach Delmenhorst. Sie waren die ersten Aramäer in der Stadt und haben sich mittlerweile in der Nachbarschaft bestens integriert.

Weihnachtsgans als Brauch übernommen

Aramäische Gemeinde in Delmenhorst [Quelle: Radio Bremen] Auch bei der Familie Celik gibt es ein großes Weihnachtsessen. Mit aramäischen und deutschen Spezialitäten.
Aramäer wollen ihre Nächsten lieben, ein Symbol ist dafür der Friedensgruß im Gottesdienst. Privat gehört dazu ein für alle offenes Haus. Bei Celiks sind immer ein paar der acht Kinder, 33 Enkel, Schwägerinnen und Schwager und natürlich auch Freunde zu Besuch – vor allem, wenn aramäisch gekocht wird. Ein weiteres Stückchen Heimat, das die Aramäer nach Deutschland mitnehmen konnten. Heiligabend kommt dann noch eine Gans dazu, ein Ritual, dass sie aus der deutschen Kultur übernommen haben.

radiobremen.de

Dienstag, 10. Dezember 2013

Son mazoşist icadımız: İşmuni

|
Midyat nüfus memuru kütüğe Şmuni yazmayı reddediyor: "İki sessiz harf yan yana olmaz, ya önüne ya arasına sesli koyacağız. Ya İşmuni, ya Şımuni" diyor. Baba da diyor ki, "Bu isim hem Süryanice hem de bizim azizlerimizden Mor Şmuni'den. Üstelik, Trabzon var ya." Çok bilmiş memur cevabı yapıştırıyor: "O şehir ismi!" 

Son mazoşist icadımız: İşmuni

Foto: Şmuni R.

BASKIN ORAN

Radikal, 08/12/2013 (10.12.2013).
Midyat nüfus memuru kütüğe Şmuni yazmayı reddediyor: "İki sessiz harf yan yana olmaz, ya önüne ya arasına sesli koyacağız. Ya İşmuni, ya Şımuni" diyor. Baba da diyor ki, "Bu isim hem Süryanice hem de bizim azizlerimizden Mor Şmuni'den. Üstelik, Trabzon var ya." Çok bilmiş memur cevabı yapıştırıyor: "O şehir ismi!" 

23 Ekim Çarşamba günü Midyat’ta doğdu Şmuni. Önümüzdeki Çarşamba yedi haftalık olacak. Süryani bir ailenin kız evladı. Ama konuya hemen dalmayalım, Şmunicik ürkmesin. Çocuklar Nasreddin Hoca’ya bayılır, oradan girelim. Çok bilinen bir fıkra ama, olsun, Şmuni daha duymamıştır nasıl olsa:
İşler kesat gitmiş, Nasrettin Hoca eşeğini pazara götürüp açık artırmaya koymuş. Akşam yemeğinde karısına anlatmış: “Artıran çıkmayınca ben artırdım, üstümde kaldı, tellala bastırdım parayı, getirdim ahıra bağladım.” Karısı da: “Ben de kapıdan yoğurt alıyordum, adam tabağın darasını almadan doldurunca çaktırmadan bileziğimi o kefeye koydum. Bilezik gitti ama yoğurdu tam aldım” deyince Hoca gülmüş: “İyi, iyi, sen içeriden ben dışarıdan şu evi kurtaracağız!”

Büyüklerimiz yukarıdan…

Hoca’nın ahfadı artık dışarıdan yerine “yukarıdan”, içeriden yerine “aşağıdan” iş tutuyor. Önce ülkeyi yukarıdan nasıl şey ediyoruz, ona bakalım. 2010 sonuna kadar çok iyi giden dış politikayı benzettik. Şimdi “ince ayar yapılıyor” lafı var ya, ben kabasına çoktan razıyım çünkü bütün komşular ve dostlarla boğaz boğazayız.

Şöyle özetleyeyim yeter herhalde: Aralık 2013 itibarıyla Kıbrıs ve Ermenistan’la diplomatik ilişkimiz yok. Suriye, İsrail ve Mısır’da sefirimiz yok. Irak sefirimiz Başbakan Maliki’yi son 2,5 yılda ilk defa, o da “nezaket ziyareti” için geçenlerde görebildi. NATO standardına uymayan Çin füzeleri alıyoruz diye ABD’yle sürtüşüyoruz. İran ve Rusya’yla aramız daha kötü, çünkü yedi düvelin gazetesi yazmakta, El Kaideci isyancılar Türkiye üzerinden saldırıyor (mesela: Daily Telegraph, BBC Türkçe 30 Ekim 2013). Konya’da imal edilen 931 havan mermisi yüklü TIR Suriye’ye gitmekteyken bir “uyuşturucu ihbarı” sayesinde yakalanıyor. “Silah ihbarı” yapılsa yakalanmayacaktı da ondan mı?

Birbiriyle kavgalı bu kadar devletle aynı anda bozuşmayı başarabilen bizden başka ülke var mıdır? Geçenlerde sağlam yerden duydum, doğruysa, Erdoğan 2015 için demiş ki: “Ermenistan’a yaklaşmak gündemimizde yok. Önemsiz ve fakir bir ülke.” Fesupanallah.

THY Avustralya’nın ünlü medya yöneticilerini alıp getirmiş, TBMM Başkanı Cemil Çiçek tercüman aracılığıyla konuşuyor: “NSW Parlamentosu’nun sözde soykırım kararına çok şaşırdım. Bu adım ilişkilerimizi zehirleyen bir durumdur. 100. yıl törenleri sıkıntıya girer.” Tören dediği, ANZAK’ların gelip Çanakkale’de her yıl yaptıkları anmanın 2015 ayağı. Hızını alamıyor: “Böyle olursa biz de sabah kalkar, Avustralyalılar binlerce kilometre uzaklıktan gelerek Çanakkale’de soykırım yaptılar, deriz” (Haber3, 19.11.2013).
Melbourne’de oturan can dostum Ankaralı Rafi var, Gençlerbirliği diye ölür ölür dirilir, her gün Skype’tan konuşmazsak kurtlanırız, “Avustralyalılar duyunca sinirden delirdiler hocam!” diyor.

Küçüklerimiz aşağıdan…

Şimdi gelelim, büyüklerimizin yukarıdan yaptıklarına küçüklerimizin aşağıdan katkılarına. Haberi ilk olarak Vatan’da Kemal Göktaş veriyor (26.11.2013). Midyat nüfus memuru kütüğe Şmuni yazmayı reddediyor: “İki sessiz harf yan yana olmaz, ya önüne ya arasına sesli koyacağız. Ya İşmuni, ya Şımuni” diyor. Baba da diyor ki, “Bu isim hem Süryanice, hem de bizim azizlerimizden Mor Şmuni’den. Üstelik, Trabzon var ya.” Çok bilmiş memur cevabı yapıştırıyor: “O şehir ismi!”

Ve Şmuni’yi “İşmuni” diye kaydediyor, geçiyor. Oysa, ebeveynin istediği ismi reddetme yetkisi falan yok. İsmi kaydeder, sonra içine sinmiyorsa savcılığa bildirir çünkü başka makam usulsüzlük tespit ederse doğrudan nüfus memuruna dava açılıyor.

Ne diyorum biliyor musunuz? İnşaallaaah, şu yakınlarda mesela Bulgaristan’da Ahmet’in adını Sofya nüfus memuru “Ahmedof” falan diye kaydeder de, aklımız başımıza gelir. Ama nerdeee? Eski mülkümüz Bulgaristan bu gerizekalılığı aşalı 30 yıl oldu. Özür de diledi yediği bu halt için.

Bu küçük memurların küçüklüklerinin ucu nereye gidiyor? Olay Vatan’dan sonra İMC TV’de yayınlandı, aileyle telefon bağlantısı kurularak. Gabriel Agirman’ın İsveç’teki internet sitesine ve oradan 84 ülkede seyredilen Süryani TV’si Suryoyo Sat’a atladı. Arkası da gelir. Artık, bilardodaki gibi, sayı üstüne sayı çekecek yedi düvel. Yahu, ne olur söyleyin, biz mazoşist miyiz?

Yasal durum ve Can Yücel

“Millî kültürümüze, ahlâk kurallarına, örf ve âdetlerimize uygun düşmeyen veya kamuoyunu inciten adlar konulmaz” diyen bir Nüfus Kanunu vardı, Temmuz 2003’te çıkan 6. AB Uyum Paketi bunu değiştirdi, buram buram 12 Eylül Cuntası kokan “milli kültür ve örf-âdet” saçmalığını attı. Ardından, kanun bu değişiklik de dahil tamamen ilga edilerek Nüfus Hizmetleri Kanunu adıyla yeniden yapıldı (25.04.2006, No:5490). Burada ve ilgili yönetmelikte isme ilişkin hiçbir düzenleme yok. Üstelik, 1928 tarihli Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkında Kanun’un kısıtlamaları da söz konusu olamaz, çünkü Şmuni kızımızın adında Türkçe alfabede olmayan harf yok.

Bütün bunlardan emin olabilmek için çok sayıda insanla konuştum, bunların arasından çok sevdiğim eski bir öğrencim, yurtdışında uygulama yapan bir başkonsolos arkadaşım işi özetleyiverdi: “Kamu personelinin genetik kodlamasında yasakçılık vardır. Takdir hakkı varsa, mutlaka vatandaşın aleyhine kullanır. Kanun değişmiş, yasaklar kalkmış, daha ne istiyorsun be adam. Sonra biz de uğraşalım gurbetteki Süryanilerin gönlünü kazanmak için.” Bu son cümle insanın içini kıyıyor ve her şeyi anlatıyor…

Sevgili başkonsolosum nüfus memurunu başçavuş yapan bir de Can Yücel şiiri yollamış:
“Bileklerimizi morartmış yeni Alman kelepçeleri, / Otobüsün kaloriferleri bozuldu Kaman’dan sonra / Sekiz saat oluyor karbonatlı bir çay bile içemedik,

Başımızda perensip sahibi bir başçavuş. / Niğde üzerinden Adana Cezaevine gidiyoruz... / Bi sen eksiktin ayışığı / Gümüş bir tüy dikmek için manzaraya!”
Not: Ben bundan daha gabi bir ‘tartışma’ görmedim. Prof. Yasin Aktay “Türk diye ırk yoktur” deyince ortalık karıştı. Ne diyecekti yani? Sayalım ırkları: Beyaz, Siyah, Sarı, Melez. Buna belki Kahverengi de eklenebilir ama, ne Türk ırkı ulan, pardon, oğlan?
http://www.radikal.com.tr/radikal2/son_mazosist_icadimiz_ismuni-1164887#

Freitag, 6. Dezember 2013

PAYLARINA NAR AĞACI DA, DARAĞACI DA DÜŞEN BİR HALK SÜRYANİLER


5.12.2013

Şam’da 12 Rahibenin kaçırılmasıyla ilgili kadın örgütlerine bir sesleniştir; 

Süryaniler 1915'den günümüze değin dört ayrı parçada 4 ayrı acı yaşatılan bir halktır. Son iki yıldır Suriye'de yaşanan savaşta, Ermeniler ve Alevilerin (Nusayri) yanı sıra mutlaka vurulan bir halktır. Bu süreçte kiliseleri bombalandı, basıldı, kilise görevlileri katledildi. Yine savaş sürecinde 22 Nisan 2013'de yaklaşık bundan 8 ay evvel Suriye- Türkiye sınırında İslami terör örgütleri ve Çeçen teröristler tarafından kaçırılan Süryani metropolitlerin ( Metropolit Paulos Yazıcı ve Metropolit Yohanna İbrahim) akıbetleri hala belirsizliğini korurken, çaresizlikten korku ve panik içinde yaşamaktadırlar. Tüm bunlar yetmezmiş gibi iki gün evvelde Şam'ın kuzeyindeki tarihi Hıristiyan köyü Malula'ya giren cihadçılar, manastır ve kiliseyi yağmalayarak 12 masum Rahibeyi kaçırdılar. Aralarında Nusra Cephesi militanlarının da bulunduğu cihatçılar, tarihi Rum Ortodoks Mar Takla kilisesine girerek, köylülerin evlerini de yakmıştır. 12 rahibeyi kaçırarak Lübnan sınırındaki Yabrud'a götürmeleri ise Süryani halkının canını bir kez daha yaktı. Her savaşta, her acıda kadınlar hep iki kez vurulur. Gözü dönmüş cihatçılara cennete gidecekleri vaatleri ile bir dönem Suudi Arabistan'dan genç kızlar getirilerek cinsel ihtiyaçları karşılanan gözü dönmüş teröristlerin insafına bırakılan, bu rahibelere Türkiye ve Uluslar arası kadın örgütleri tez zamanda sahip çıkmalıdır. Savaşın bile bir hukuku vardır. Savaşta, kadınlara ve çocuklara dokunmanın sözde suç olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Ortadoğu coğrafyasında rahibeler şahsında kadınlara yönelik bu tavrı esefle kınıyor, cihatçı örgüt üyelerinin derhal yakalanarak AHİM’ DE yargılanması gerektiğine inanıyorum. Bu güne kadar yaşanan iç savaşta 6 bin Suriyeli kadın tecavüze uğradı. İslami terör örgütleri tecavüzün/tecavüzcülüğün başını çekiyor. Suriye'de hükümet güçleri ve silahlı grupların kadınlara yönelik taciz ve işkence vakaları, her geçen gün artıyor ama biz, ne Türkiyeli kadınlar ne dünya kadınları olarak bir şey yapmıyor sadece seyirci kalıyoruz. Binlerce yıldır kadın bedeni üzerinden geliştirilen tecavüz kültürünün, savaş coğrafyasındaki sahnelerinden bir tanesidir. Tecavüzlere sessiz kalmak tecavüz suçuna ortak olmaktır. Tam da bu noktada kadınlar olarak sözümüz var. ''Hangi din veya ideoloji erkeği kadından üstün kılıyor, kadını baskılayıp, sadece cinsel bir obje olarak görüyor ve kölelileştiriyorsa şahsım adına bu dine karşı olmakta hiçbir sakınca görmüyorum ''. 

Kadınlara ve masum çocuklara karşı zulüm eğer benim dinimden geliyorsa ben o dinden değilim. Benim vicdanım dinimdir. Empati kurun ve bir an'lık rahibelerin yerine kendinizi koyun. Kaçırılan rahibeler sizin bacınız, ablanız, kızınız, teyzeniz, halanız olsaydı… Kadın örgütleri olarak sizler yine böyle sessiz mi kalacaktınız? 

Hey! Acıların tanığı, kan ile sulanan toprakların çocukları... 12 Rahibenin çığlığına üç maymunu oynayan dünya kadınları neredesiniz? Neredesiniz devrimci, yurtsever, özgürlükçü, barışsever kadınlar neredesiniz? Neredesiniz ey güzel insanlar!
 

1915 dört parçada hala bitmedi, sürüyor.. Bu yüzden, İnsansızlaştırılan/yalnızlaştırılan bir coğrafyadır Ortadoğu ve Mezopotamya. Soykırım yaşayan halkların acıları nedense 4 parçada hep aynı replikle geliyor yüzyıldır. Acaba diyorum, acının ve gözyaşının ülkesinde 1915'de ölmek mi daha zordu, yoksa sağ kalmak mı? Bu kadim halkların anayurtlarında artık ne can güvenlikleri, ne namus güvenliği kalmadı. Aslında hiçbir zaman olmadı, kısmen güdümlü demokrasi süreçlerinde biraz olsun nefes aldılar. Belki de ötekiler bu yüzden İslam coğrafyalarında hep güvercin tedirginliğinde yaşadılar. Çoğunluğun azınlığa uyguladığı terör ile yaşamak zorunda kalan kadim halklara gelin vicdan yasasıyla bakalım bir kez. Dünyanın dört bir yanına dağılan kadim doğu Hıristiyanları nar taneleri gibi darmadağın edildi. Avrupa’da ve diasporada ise, entegrasyon adı altında etkileri henüz görünmeyen, başka bir soykırımla karşı karşıya yaşayan kadim halklara insani elimizi hep birlikte uzatalım ve 12 rahibeye birlikte sahip çıkalım. Acılarımızı yarıştırmayalım acıda kardeş olalım. Suriye’de, savaştan önce Hıristiyanlar ve Aleviler kısmen de olsalar daha rahat ve daha özgür yaşıyorlardı. Gelelim ülkemizde yaşayan Süryani- Rum- Ermeni ve Alevilere; 


Hatırlarsanız, ülkemizde geçtiğimiz 30 Eylül 2013'de Demokratik açılım paketi ile Süryanilere ve tüm azınlıklara ve de Alevilere demokratik haklar verilmiş gibi bu paket dünya medyasına servis edilmişti. Süryanilerin kutsal kudüsü olan Mor Gabriel manastırı davasında ise aklı sıra şark kurnazlığı yapılmıştır. Mor Gabriel manastırını iade ediyoruz diyen hükümet yetkilileri kimin malını kime veriyorlar? O ayrı bir konu. Eğer bir hak verildiyse de bu yıllar önce kazanılan bir haktı. Şimdi soruyoruz: Mor Gabriel'in hala tapuları neden verilmedi? Bu, seçimlere kadar Süryanileri oyalama taktiği midir? Demokratik açılım paketi adı altında Süryanilere yalancı bahar gösteren iktidar dönem dönem gerçek yüzünü göstermeden de duramıyor. Geçtiğimiz hafta sonu ortaokul 8.sınıflar için yapılan sınavlarda Yahudi, Ermeni, Rum, Süryani ve Alevi çocuklar din kültürü mağduriyeti yaşadı. Sınavda Müslüman olmayan çocuklara İslami sorular sorularak resmen haksızlık yapıldı. Görsel basında ve sosyal medyada bu konuyla ilgili yapılan uyarılara rağmen, herhangi bir düzenleme ve açıklama bu güne değin gelmedi. Yapılan haksızlıklar bununla da kalmadı. Süryanilerin kazanılmış hakkı olan anadilde eğitim hakkı da bu paketle iade edilecekti. Ayrıca paket doğrultusunda anaokulu- ilkokul açma v.b. eğitimle ilgili başvurular da kayda alınacaktı. Pakette yer almasına rağmen Süryani halkının payına yine sözde gerekçelerle anadilinde isim koymama cezası verildi. Sizlere bu konuyla ilgili birkaç gün evvel yaşanan yeni bir örnek vermek isterim. Midyat Nüfus Müdürlüğüne çocuğunun ismini koymak için başvuran bir baba, kızına Süryanice "Şmuni" ismini koymak istemiştir. Nüfus müdürlüğü, babanın talebini Türkçede ismin başında iki sessiz harfin yan yana gelmeyeceği gerekçesiyle reddetmiştir. Nüfus Müdürlüğü, küçük kızın ismini "İşmuni" diyerek kaydetti. Süryaniler çocuklarına kendi ana dilinde isim bile veremezken bu ülkede demokrasiden ve hukuktan bahsetmek mümkün değildir. Sözde hukuk devleti olan TC, 1924 Lozan antlaşmasından, bu güne kadar Süryanilerin azınlık haklarını keyfi olarak uygulatmayarak zaten hukuksuzluk yapmıştır. Şimdi Demokrasi paketi adı altında Süryanilere verilen haklar özünde Lozan'daki haklarıdır. Yaklaşık 1400 yıldır bu topraklar kan emmeye doymuyor. İnsan kanıyla sulanıyor. Acının ve gözyaşının ülkesinde belki de barış bu yüzden tesis edilmiyor. 12 rahibenin kaçırılması olayının hemen ardından bu kez Türkiye'de, Adıyaman'da Alevi evlerinin kırmızı boyayla işaretlenmesi bir tesadüf müdür? . Ayrıca dün sabaha karşı Hatay'da yapılan operasyonda Alevi kimlikli yurttaşlar gözaltına alınmıştır. Alevilere gözdağı verilerek seçimlerde oy kullanmalarını mı engellemek için midir? Bu operasyon. Hatay'da yuvalanan İslami terör örgütlerinin seçimlere ramak kala oy kullanmaları için oturum almaları bir başka çelişkidir. Kendi yurttaşına salt muhalif olduğu için oy kullandırmayan ama Suriye'den gelen İslami gruplara oy kullandırmak için her şeyi mübağ görenlerin politikası, ucuz bir seçim politikasıdır. 

Suriye'de ve Suriye sınırına komşu bölgelerimizde, bir gün bakıyorsunuz kadim Ermeniler katliam yaşıyor, diğer gün Süryaniler, bir diğer gün de Aleviler ve Kürtler... İki yıldır savaş halinde olan Suriye’de gün geçmiyor ki, katliam haberleri gelmesin. Toprak kana doysun gayrı diyen çığlıklarımız, sessiz çığlıklar olarak yankılanıyor kelle kesenlerin ülkelerinde. İnsana kıymaya değil, insana yanmayı esas alan bir dünyada barış; ancak ve ancak ötekinin yüreğiyle bakıldığı sürece yaşanır.

ZEYNEP TOZDUMAN