Freitag, 30. November 2012

KAYBEDİLMİŞ BİR BAHİSMİDİR? HAYAT


 ZEYNEP TOZDUMAN
 
(20.11.2012) - Çok gündemli bir ülkede günlerdir açlık grevleriyle kanayan yüreklerimiz, Ölüm oruçları 68.güne evirildiğinde, grevlerin bitmesinin sevincini bile yaşayamadık. Yaşayamadık, çünkü bu kez de Ermeni ve Süryani halkının acılarıyla yeniden yüreklerimize kan damladı. Medya bir yandan Süryani halkının tarihi bir mirası olan Mardin/Midyat’taki Mor Gabriel manastırının topraklarının hazineye geçtiğini, diğer yandan da Geçtiğimiz günlerde ibadete açılan Diyarbakır Surp Girakos kilisesinin açlık grevlerinin bitişiyle, ‘’barış çanları çalması ‘’, flash haberlerle gündeme bomba gibi düştü. Mezopotamya’nın Üç kadim halkı, bir zamanlar yan yana yaşayan üç halk, Ermeni, Süryani, Kürt. Şimdi, Aynı topraklarda, aynı kaderi Kürtler yaşıyorlar ve her ne hikmetse aynı replikle vuruluyorlar. Bu halkların yanı sıra Alevilerde bu katliamlardan ve yok sayılmalardan payını, acımasızca alıyorlar. Yüzyıllardır, Türk-İslam sentezi yâda tek tipçi anlayışlar yüzünden ya yok ediliyorlar ya aşağılanıyorlar.
Sosyal medyada çıkan , ’’  Diyarbakır'da kilise çanları PKK için çaldı.’’ Haberiyle, yüreğimizin gündemi, yine sevinci yasak kıldı bize. Asala devrimci örgütü şahsında Ermeni halkını, topyekûn aşağılamak, Restorasyonu tamamlanan, Diyarbakır Surp Girakos kilisesine ekonomik destek sunmasıyla da, Kürt halkı terörist olarak gösterilmek istenmiştir bu haberde. Yani bir taşla iki kuş misali. Kısacası, Bir haberle, iki halk vurulmak denir işte buna. Karanlık/kan emici güçler, satılık kalemşorlar aracılığı yine iş başında. Cezaevlerinde 67 gündür, ölüm orucuna girenlerin dün gece yaşama tekrar dönüşüyle, çalan Çanlara, bu güne kadar destek olan kişi, kurum, kuruluş ve dini kurumlara insan hakları savunucusu olarak sonsuz teşekkür ederim. Kim ki, insan yaşamını kutsuyor, barış adına çanlar çalıp, ses çıkarıyorsa, büyük insanlık önünde saygıyla eğilmek gerektiğine inanıyorum. Barış adına, özgürlük adına çalacaksa Çanlar,  Diyarbakır surp girakos kilisesinin çanları sonsuza dek çalsın hiç susmasın bir daha diyorum. Ülkedeki tüm camilerde bu durumdan örnek alsın.
Çanların barış adına çalmasını fırsat bilen, faşist ( ittihat-terakki )Medya, nefret ve ayrımcılık suçu işlemeye devam ediyor. Bu suçu işleyenlere sözümüz var ''Edi bese, Sofeg hogil,Gipave aylevs, Yeter artık.'' Diyoruz. Küresel emperyalizmin parçala, böl, yönet politikalarına inat, Ezilen ve katliama uğrayan halkların bir araya gelmesini engelleyemezsiniz gayrı beyler.
Haberde diyor ki, Neymiş efendim, kendiliğinden kapanan kilisenin (1915’den bu yana anayurtlarında, sistematik bir şekilde yok edilen Kiliseleri, şapelleri, Tarihi eserleri tarumar edilmiş bir halktır Ermeniler) )  Müslümanların ödedikleri vergilerle, Amed Büyükşehir belediyesi restore ettirmiş. Sözde ödedikleri vergilerin, hesabını soruyorlar Sayın Baydemir’e.
O zaman bende  soruyorum dini bütün Müslümanlara!..
1915'den bu yana Ermenilerden gasp ettikleri şu anda oturdukları evleri, yedikleri ekmeği nasıl rahat yiyorlar. Sizler,1915’in Özrünü dileyeceğinize hala doymak bilmeyen cüzdanınızın hesabını yapıyorsunuz. Sizin vicdanınız; Cüzdanınızdan neden? Hep daha küçük oldu.
Ölümü, nefreti kini, değil insana yanmayı kutsal kabul ettiğimiz gün; bu topraklar sevgiyle, Barışla, Özgürlükle, güzelleşecek.
Gelelim uzun zamandır kalbimin durmaksızın kanayan yaralarına/Süryanilere…2008’den bu yana devam eden MOR GABRİEL manastırı toprak davasında eh nihayet Yargıtay son noktayı koydu. Gerekçeli kararda ‘’Manastırın 276 dönüm araziyi işgal ettiğini belirterek Hazine’ye tescil edildi. ’’Bu karara hiç şaşırmadık nedense, böyle sonuçlanacağını biliyorduk. Şu anda Süryani halkına AHİM’e gitmekten başkada bir yol kalmadı.
Kamuoyunda 2009 yılında başlattığımız www.morgabrieledokunma.com imza kampanyası bu gün bile hala güncelliğini koruyor. Koruyor, çünkü mazlum Süryani halkı için değişen bir şey yok Doğu cephesinde. Mor Gabriel manastırında yaşayanların ve Süryani halkının yürekleri 2008 yılından, bu güne değin hep güvercin ürkekliğinde. Kimin? Ne hakkı var bu halka eza etmeye. Ah ışığın çocukları,6000 yıllık bir Mezopotamya’nın ilk çiçekleri. Turabdin’nin Yaralı kuşları… Ne diyeyim şimdi ben size. Umut, hangi dağda yeşerir. Nasıl iyi olur iki bin beş yüz yıllık yaralarınız bilmiyorum, bilemiyorum. Bilen, duyan varsa hemen söylesin, kanat takıp, gidip almak isterim.
Baharı, umudu ayaklarınızın altına serebilmek… Kendi öz yurdunuzda gözyaşlarınızla suladığınız toprakları size geri verebilmek ne çok isterdim. Işığın çocuklarıyla yan yana yürümek insanlığın gereği, olmazsa olmazıdır. Hiç bir toprak daha kutsal değildir sizin gözyaşlarınızdan. Biz, Güneşin ve ateşin çocuklarından öğrendik direnmeyi. Bedenlerini, ölüme yatıranlar kadar cesur ve kararlı olduğumuz gün kazanacağız davayı. Bu yüzden teslim olmak, yok be artık güzel insanlar. Nemiz kalır geriye sonra. Ya hep birlikte direneceğiz, ya hep birlikte yok olacağız bu ülkede, başka ötesi yok bunun. Ülkem kadar Güzel, ülkem kadar lanetli bir coğrafyanın, en güzel sabır çiçekleri bilin ki, henüz kaybedilmedi dava. Biz direnişe yeni başlıyoruz. Vicdanlarımıza, vicdanlar katarak çoğalacağız. Silahımız inançla kuşanıp, öfkelerimizi bileyerek yürüyeceğiz. Çünkü Kavgamız var hayatla. Hayat; kaybedilmiş bir bahis değildir. Ve son sözümüzü söylemedik henüz. Er yâda geç Güvercinler kazanacak bu ülkede. Hele biz Akbabalara direnmekte kararlı olalım.
 

Keine Kommentare:

Kommentar veröffentlichen