Mittwoch, 25. September 2013

SOYKIRIM SERTİFİKALI MALTA SÜRGÜNLERİ

22. September 2013
 
 ZEYNEP TOZDUMAN

Malta belgeleri sadece bir halkın değil, halkların trajedisinin öyküsüdür. Kan ve gözyaşının hiç eksik olmadığı coğrafyada, tek tipçi anlayışların emperyal çıkarlarla buluşup, insan haklarının kurban edilmesinin elim öyküsüdür.

 Aslında, Malta Belgeleri'ni araştırmak, bir anlamda cumhuriyetin köklerinde var olan gerçeklikleri ortaya çıkarmaktır. Malta Belgeleri’nde adı geçen kişilerin izlerine baktığımızda, günümüze kadar uzanan yönetim zincirinde hep yer aldığını görürüz. Tehcir adı altında uygulanan katliamlarda, bazı bölgelerde görevli personelden vicdan sahibi olanların, tehciri ( soykırımı ) onaylamamaları yaşamlarına mal olmuştur. Bu erdemli insanlar Ermeni soykırım tarihinde her zaman beyaz sayfada anılmıştır. Örnek verecek olursak,  Mardin / Derik kaymakamı, Diyarbakır Lice kaymakamı Nesim Bey, Beşiri'de kaymakam yardımcısı Ali Sabit Es-Süveydi,  tehciri onaylamamasının bedelini yaşamları pahasına ödemiştir. Şanslı olan bazı görevliler ise sadece görevlerinden alınmışlardır. Konya valisi Celal, Kütahya Mutasarrıfı Faik Ali Bey azledilenler arasındadır.

 Ege'de  Rum kökenli  yurttaşların Midilli'ye geçmelerine yardımcı olup yaşamlarını kurtaran Foça Kaymakamı Ahmet Ferit'in Rum'lara yardımdan dolayı azledildiği sicilinde kayıtlıdır. Mardin Mutasarrıfı , Mustafa Hilmi, Akşehir'de Muhacırın ve İskan Müdürlüğü'nde Sevkiyat Komisyon Üyesi Ali Fehmi Bey'in sicillerinde öldürülme nedeninin ve öldürülenlerin bulunmadığı kayıtlıdır.

 Bu bölgelerde çalışıp soykırıma bulaşanlar/arananlar, milli mücadeleye ilk katılanlar arasında yer almıştır. Üzerlerindeki kanı, başka bir kanla yıkamanın telaşıyla milli mücadeleye katılmışlardır.
 Bitlis valisi Mazhar Müfit (Kansu ) ve Van Valisi Haydar Hilmi (Vaner ), Halis Turgut, Deli Halit paşa, General Pertev Demirhan, Sarı Edip Efe, Ardahan Mebusu Hilmi v.b gibiler soykırımdan ötürü ödüllendirilenlerden sadece bazılarıdır. İlginçtir ki bu kişilerle ilgili kayıtlar bir tarihten sonra yoktur.
1934’de çıkan Soyadı Yasası, bu gibilerin gizlenebilmesi için  büyük bir kolaylık sağlamıştır. Eczacı Mehmet'in de (Bu günün  Eczacıbaşı  Holdingi) bir iş adamına dönüşmesi gayrımüslimlerin servetlerine el konularak zenginleşmesinin sadece bir örneğidir. Soykırımdan suçlananların ödüllendirilmelerinin örneklerini vatana hizmet tertibinden maaş alanları gösteren bütçenin Ç cetvelinde de görebiliyoruz.       
 
 1955 yılı cetvelinde bütçede yer alan isimlerden bazıları şunlardır, General Bahriye Nazırı Ahmet Cemal, Talat, Eski Diyarbekir Valisi Reşit, Ziya Gökalp, Gaziantep milletvekili  Ali Cenani, İstanbul Milletvekili Numan Ustalar, Muş milletvekili İlyas Sami, Bitlis Valisi Mazhar Müfit Kansu, Van Valisi ve Milletvekili Haydar Vaner, Fevzi Pirinçcioğlu, Süleyman Sırrı İçöz, Rauf Orbay, Hacı Bedir soykırım zanlıları ve Malta sürgünlerindendir.

Tarihçi Murat Bardakçı'ya göre; Soykırımın baş mimarlarından olan Talat Paşa’nin karısı en yüksek maaş alanlardan ve vatana hizmet aylığı ile ödüllendirilendir.

Merkezi Umumi Üyeleri’nin eşleri ve Teşkilat-ı Mahsusa'nın önemli mensuplarının hanımları da vatana hizmet aylığı bağlanarak sadece kendileri değil aile boyu yani eşler ve çocuklar da ödüllendirilmiştir. En yüksek maaşı da Enver Paşanın kızı Mahpeyker Hanım alıyordu.

 Malta Sürgünleri’nin ödülleri ise katliamın çokluğuna, azlığına ve hangi kariyerde olduğuna bağlı olarak çeşitlendirilmiştir.  Kimine başvekillilik, kimine mebusluk, kimine genel kurmay başkanlığı, kimine valilik, kimine de başka yöneticilik v.s paylarına düşmüştür. Bu tablodan anlaşılacağı üzere en çok katliam yapan en çok ödül almıştır.

 Malta sürgünlerinden Fethi Okyar ve Rauf Orbay gibi Başbakanlar,  Fevzi Pirinçcioğlu, Şükrü Kaya, Abdülhalik Renda, M.Şeref Aykut, Ali Seyit, Ali Cenani, Ali Çetinkaya gibi Bakanlar, valiler, generaller, eğitimciler çıkmıştır. Soykırıma bulaşmış eli kanlı çetelerin ortak yönleri, çok ilginçtir ki, ya okul arkadaşı, ya akraba, ya hemşehrilik bağı ile birbiriyle ilişkilenmişlerdir. Diyarbakır'da Aksu’larla, Göksular akrabadır. Hacı Bedir Ağa'nın torunu bu günkü meclistedir.

Enver Paşa'nın kuzeni Hasan Tahsin Uzer'in oğlu Celalettin Uzer; 1960 darbesi sonrası 28. Hükümet’te İmar ve İskân Bakanı olmuştur. Enver Paşanın eniştesi Kazım Bey ( Orbay ) 1944-46 yıllarında Genel Kurmay Başkanı,  ( 1942-1944 Ekonomik ve Kültürel soykırım uygulandığında Genel Kurmay Başkanı, 1960 darbe sonrası meclis başkanıdır) Teşkilat-ı Mahsusa komutanı Fuat Bulca'nın yardımcısı General Fahri Özdilek,  27 Mayıs darbecilerinden olup ve senatörlüğe getirilen biridir.
Cumhuriyetin kuruluşunda, Malta sürgünlerinin  harcı bulunduğu gibi bunların uzantıları  günümüze değin uzanmaktadır.

Talat Paşa, Sadrazamlıktan,  Enver Paşa  ise Savaş Bakanlığı'ndan 13 Ekim'de istifa edince yerine geçen  İzzet Paşa Başbakan ve Savaş Bakanı oldu ve mütareke (30 Ekim 1918 Mondoros Mütarekesi) müzarekeleri için bir komisyon görevlendirdi. 1919 Şubat'ında Savaş Bakanlığına danışan İngiliz Dışişleri Bakanlığından alınan talimatlar uyarınca, İstanbul'daki  İngiliz komiseri aşağıdaki kategorilere giren ihlallerden suçlu Türklerin teslimini talep etti.

1-Mütareke koşullarına uymamak.
2- Bu koşulların yerine getirilmesini engellemek.
3-İngiliz komutanlarına ve subaylarına saygısızca davranmak.
4-Esirlere kötü muamelede bulunmak.
5-Türkiye'de ve Transkafkasya'daki Ermenilere ve diğer uyruklara zulüm yapmak.
6-Yağmaya katılmak, mülkiyete zarar vermek v.b gibi.
7-Savaş, kanun ve kurallarını başka herhangi bir şekilde ihlal etmek.

 Bunun üzerine Fransız yetkilileri İngiliz Yüksek Komiserliğine  şöyle der: Bu suçluların yargılanıp cezalandırılmasının müttefik askeri kuvvetlerinin gözetim ve denetimi altında olmak kaydıyla Türk yetkililerine ait bir mesele olduğunu savundular. Bunun üzerine İngilizler, sadece suçluların tutuklanması talebiyle sınırlı tuttu. Onların kendisine teslim konusunda hiç baskı yapmadı.     

 Türk hükümeti ise müttefiklerin işgali altındaki bölgelerin dışındaki yerlerde suç işlemiş görevlileri tutuklayıp İstanbul'da gözaltında tutuyordu. Türk cezaevi yetkilileri, TC. baskıları sonucu Başvezirin bilgisi dışında 41 tutukluyu serbest bıraktılar. Mayıs 1919’da tutuklular müttefik nezareti altında alındılar ve bir kısmı İngiliz askeri gözetimine teslim edildi. 12'si aynı yılın Eylül ayında oradan Malta'ya nakledildi. Mondoros'a yollandı, 55'i ise doğrudan Malta'ya gönderildi.

 Haziran 1919'da İstanbul'da hala genel siyasi suçlardan, Ermenilere zalimce muameleden ve toplu katliamlardan tutuklu olarak hapiste bulunan yüzden fazla Türk vardı. Ocak 1920'de İngiltere Dışişleri Bakanı İstanbul’daki İngiliz yüksek komiserinden tutuklanması gereken başka Türklere ait ek bir liste hazırlanmasını talep etti. Bu listede 173 isim vardı ve itham edildikleri suçlara göre ayrılmışlardı.
Suçlar;
1-    İngiliz esirlere zalimce muamele- 18 isim
2-    Yerli Hıristiyanlara zalimce muamele- 147 isim
3-    Mütarekeyi ihlal’den -  8 isim

 1920’nin sonuna kadar Malta'da hapsedilmiş 150 Türk savaş esiri bulunmaktaydı. İngiliz hükümeti, İngilizler tarafından Malta'da tutulan Türk mahpuslarla Türklerin elindeki İngiliz mahpusların takas edilmesi konusunda Kemalist rejimle çoktan  pazarlığı  başlatmıştır.4 Ağustos 1921’de Türklerin elinde olduğu, liste 29 İngiliz mahpuslara aittir. Majestelerinin serbest bırakmaya hazırlandığı 64 Türk mahpusunun listesi ile Türk milliyetçilerini temsil eden Bekir Sami arasında savaş esirlerinin takas edilmesine dair bir antlaşma imzalanmıştır.13.04.1921'de Malta'daki başkomutana İngiltere savaş bakanlığı tarafından 40 Türk'ün derhal İtalya'ya yollanması işini halletme emri verdirildi.14.06.1921'de tüm milliyetçi gazeteler İngiliz mahpusların tümünün serbest bırakılacağını ilişkin duyuruyu yayınlayınca, Bolşevikler, Sovyet – Kemalist antlaşmaya aykırı olduğunu savunarak Ankara'yı şiddetle protesto ettiler.

 Savaş esirlerinin değişimiyle ilgili antlaşma İstanbul'daki Sadrazamla değil, temsilcileri Bekir Sami Bey aracılığında Ankara hükümeti ile sonuca bağlanmıştı. 30 Ağustos 1921'de şartlı tahliye kurallarına uymayan 16 Türk tutuklu Malta'dan kaçtı. Kaçan 16 kişi çıktığında, elde takas ve yargılama için  sadece 59 kişi kalmıştı.

 1921 yılının Eylül sonunda İngilizler, tüm İngiliz esirlerinin tüm Türk esirleriyle takasını kabul etti. 31 Ekim 1921 günü Malta'dan gelen onaltı Türk savaş suçlusunu taşıyan gemi ile 32 Türk savaş suçlusunu taşıyan gemiler aynı anda İnebolu'ya vardılar. Tutuklular böylece transfer edildi.

  Türkiye savaş suçluları dosyasında  1- Ali İhsan Paşa ( Sabis ), suçlandığı bölge Musul, Van, İran'dır.12.3.1921'de Bağdat'dan Albay Wilson, Urmiye'deki Asuri Ordusu Başkomutanı Aga Petros'un  Ali İhsan Paşa'nın Urmiye'de ve diğer yerlerdeki Asurilere yaptığı mezalime dair uzun bir rapor göndermiştir. Bu raporda savaş sırasında Asurilere ve Ruslara yapılan çok sayıda gaddarlığı ayrıntılarıyla vermektedir. 31.07.1918'de Urmiye'de, 600 kişiyle ( Nasturiler ) birlikte, köy ile Seyn Kale arasında 10.000 Urmiyeli’nin toplu katliamı, hastanelerde yaralı Hıristiyanların öldürülmesi, Seyn Kale'de esir alınan İngiliz subay Yüzbaşı Nickel'in öldürülmesi v.b. gibi olaylar.

Ali İhsan Paşa, aynı zamanda İngiliz ve Hıristiyan karşıtı olup Van'daki toplu katliamı düzenleyen kişidir. Enver'in amcası Halil Bey ile birlikte Ali İhsan, 51 ve 52. bölükte tüm Ermenileri, doktorları, eczacıları, subayları ve diğerlerini katlettiler. Ali İhsan Paşa, ''işgal edilmiş tüm toprakların‘‘ diktatörü'dür. Katil Hacı İbrahim'i Albaylığa terfi ettiren de Ali İhsan paşadır. 1918 Nisan'da Dilman Savaşı’nın ardından orduya hitaben bir emir çıkararak Ermeni kadınlarının, yaşlı erkeklerin ve çocukların bile sağ bırakılmaması emrini verendir. Vl. Ordunun komutanı olarak Musul'a yerleştiğinde, Musul bölge kumandanı Divas Bey  (Nevzade Bey) ile birlikte, 14 yaşından 70 yaşına kadar bütün erkek Ermeni sürgünlerini topladı ve onlardan bir amele taburu oluşturmuştur.18 ve 19 Haziran'da Hoy'dan kaçarak Urmiye'ye ulaşan Hıristiyan mülteciler 1200 kişiydi. Hoy'dan çıktıklarında 3300 kişilerdi. 2100'ü ortadan yok olmuştu, seçilen 287 genç adam kanun kaçağı İsmail Ağa ( Sımko ) tarafından öldürüldü,  kalan Kuzeybatı İran, Ali İhsan paşa'nın kuvvetleri işgal ettiği zaman Türkler ve İranlılarca katledilmiştir. Katledilenler dağlı Süryani’ler'di. Savaşın ikinci yılında Türkiye'den kaçmış olan  patrik Mor Şamun'nun adamıydılar.

1915, Ermeni- Süryani- Pontus Rumlar için  insanlık felaketinin başlangıcı olmasa da etnik temizliğin nihayetidir. İnsanlık suçlarında zaman aşımı yoktur. İnsanlık suçu işleyenler yargılanana dek bu ülkeye ne barış gelir ne de demokrasi. 98 yıldır bu ülkeyi yöneten, geçmişini sorgulamayan bir yönetim, insanlık suçlarında devamlılık esastır demektedir. Soykırım suçlarının cezasızlıkla ödüllendirilmesi, yeni soykırım suçlarına çıkarılan kanlı bir davetiyedir. 1915’den günümüze değin özellikle Ortadoğu ve Mezopotamya coğrafyasındaki ( Mısır- Suriye- Tunus v.b. gibi ) paylaşım savaşlarında, emperyalizmin çıkarları, ne yazık ki halkların acılarının önüne geçmiştir. Talihsiz Ermeni halkı ise 1915’de bir yandan Alman emperyalizmin teşviki ve kışkırtmasıyla soykırıma uğrarken, diğer yandan emperyalistlerin çıkarları gereği, soykırım faillerinin ödüllendirilmesi gibi çifte acılar yaşamıştır

Yaklaşık  2 milyon  insanın kaderini değiştiren, bu  ülkedeki savaş suçluları ( Malta Sürgünleri)  emperyallerin Türkiye üzerindeki çıkarları uğruna  bırakınız adil yargılanmayı, bilakis ödüllendirilerek daha sonraki katliamlara öncülük etmişlerdir.
                                                  

 Kaynakça :
Vahakn N. Dadrian, Ermeni Soykırımında Kurumsal Roller, Toplu Makaleler, Kitap 1, Çeviren: Atilla Tuygan, Belge Yayınları, 2004, Vartkes Yeghiayan, Malta Belgeleri, İngiltere Dışişleri Bakanlığı Türk Savaş Suçluları Dosyası, (Türkçeye Çeviren: Jülide Değirmenciler), Belge Yayınları,Ağustos 2007,


Montag, 16. September 2013

Syrisch-orthodoxe Bischöfe: "Tiefe Sorge" um Christenverfolgung

Foto (priv.): Timotheos Matta Alkhouri
 
Heiliger Synod der syrisch-orthodoxen Kirche tagte unter dem Vorsitz des Patriarchen im Kloster Atchaneh im Libanon
 
16.09.2013
 
"Tiefe Sorge und Schmerz" hat der Heilige Synod der syrisch-orthodoxen Kirche angesichts der gegen die Christen im Nahen Osten gerichteten Verfolgung bekundet. Im Abschlusskommunique der Jahrestagung des Synods - der unter dem Vorsitz von Patriarch Mar Ignatius Zakka I. Iwas im Kloster Atchaneh bei Bikfaya im Libanon tagte - wird an die Morde, Zerstörungen und Vertreibungen erinnert, von denen vor allem Christen betroffen sind, wie die Stiftung "Pro Oriente" am Montag berichtete.

Wörtlich heißt es in dem Kommunique: "Ihre Kirchen und Klöster werden niedergebrannt, ihre Institutionen zerstört, ihre Familien zerstreut und aus dem Land ihrer Vorväter vertrieben". Die Bischöfe riefen die syrisch-orthodoxen Gläubigen auf, trotz aller Not im Gebet auszuharren und "den Glauben, die Geschichte, die Tradition und die aramäische Sprache - die Sprache Jesu - zu bewahren". Die Mitglieder des Heiligen Synods appellierten an die Staatengemeinschaft und insbesondere an die Großmächte, den Nahen Osten vor dem Unheil zu bewahren, das sich auch "in andere Teile der Welt ausbreiten könnte".

Mit besonderem Nachdruck forderten die Bischöfe "alle Menschen guten Willens und die Freunde des Friedens" auf, sich weiterhin für die Freilassung der beiden entführten Aleppiner Metropoliten Mar Gregorios Youhanna Ibrahim und Boulos Yazigi einzusetzen. Nach wie vor habe keine Gruppierung die Verantwortung für die Entführung der beiden Metropoliten am 22. April übernommen.

Damaskus bleibt Sitz des Patriarchats

Der Heilige Synod entschied einstimmig, dass Damaskus weiterhin der Sitz des Patriarchats und damit die "geistliche Hauptstadt" der mittlerweile weltweit verbreiteten syrisch-orthodoxen Kirche sein solle. Eine Verlegung des Patriarchatssitzes komme "unter keinen Umständen" in Frage. In den letzten Monaten hatte es Stimmen gegeben, die für eine Verlegung des Patriarchatssitzes in den Libanon plädiert hatten; es gab aber auch Bestrebungen türkischer Politiker, um eine Rückkehr des Patriarchatssitzes in das Kloster Der-ul-Zafaran bei Mardin zu erreichen.

An den syrisch-orthodoxen Klerus, die Mönche und Nonnen appellierten die Mitglieder des Heiligen Synods, das "spirituelle und liturgische Leben durch Gebet, Fasten, Betrachtung, Bibelstudium" zu vertiefen. Nur so könne die Botschaft des Glaubens durch Predigt und Lehre auf bestmögliche Weise an die Menschen von heute herangebracht werden.

Appell zu gewaltfreier Lösung der Krise

Schon zu Beginn seiner Tagung hatte der Heilige Synod betont, dass der Nahe Osten die Heimat der syrisch-orthodoxen Christen ist. Diese Christen seien stolz, "zu jenem Weltteil zu gehören, in dem Jesus Christus geboren wurde und gelebt hat". Heute teilten sie mit ihren andersgläubigen Brüdern und Schwestern "das gleiche Leben und das gleiche Schicksal". Es sei schmerzlich, zu sehen, "was in unserem geliebten Syrien geschieht, das unseren Namen trägt und unsere Kultur und unser Erbe umfasst". Alle Gruppierungen seien dafür verantwortlich, dass die Gewalt, die Sprache der Waffen und des Mordens, aufhört. Alle müssten den Dialog des Friedens fördern, der die Basis für alle Reformen und für die Lösung der derzeitigen Krise darstelle.

kathweb.at