Samstag, 14. Juni 2014

NİNOVA DÜŞERKEN GÖZLERİMİZİN ÖNÜNDEN


14.6.2014 

Yine Orta doğu yine Kan, yine gözyaşı... 9 Haziran 2014'den bu güne dek Ortadoğu’yu Kan gölüne çeviren, Radikal İslami terör örgütleri Suriye'de, Musul'da, Humus'ta, Ninova'da, Bağdat'da  kan dökmeye devam ediyor.

Pazartesi'nden, Cuma’ya Kadar Dört günde kaderi değişen Irak’ın mazlum ve kadim halkları gözlerimizin önünde acımasızca bir bir katlediliyor ve mabetleri bombalanıyor…  Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) örgütü, dünyanın gözü önünde Musul’u ve iki kenti ele geçiriyor ama insanlık büyük bir sessizlik ve gaflet içersinde. Irak’ta değişen dengeler yüzünden dört gün içersinde üç devlet kuruluyor... Irak'ta neler oluyor?
Musul'un düşmesi ile birlikte Irak haritası da değişti artık.
Dile kolay ! Dört günde 500 bin insan göç yollarına düştü. İŞİD'in katliamından en çok  etkilenen etnik ve dini kesimler; Süryaniler, Ermeniler, Şiiler, Şebekler ,Ezidiler, Kürtler ve  Tükmenler'dir.  Kısacası, Arap ve sünni olmayan her kesim İŞİD'in katliamlarından payını almıştır.
Musul ve özellikle Ninova  Süryani tarihi açısından çok önemlidir. Bir zamanlar Babil ülkesi ve Asur imparatorluğunun da kalesi olan bu şehir, tarihsel süreçte de birçok katliamlara ve yangınlara neden ola ola neredeyse anayurtlarında yok olmak üzere.
Acının ve gözyaşının ülkesi olan Ninova, yaklaşık 2500 yıldır bu acılar yüzünden varlık ve yokluk arasında mücadele ediyor. Keldani / Süryanilerin yoğun yaşadığı Ninova;  antik çağdan günümüze değin Süryani tarihi ve kültürüyle yoğrulmuştur. Yakın tarihte 2003'de Saddam döneminde de Irak'ta yaşayan Süryaniler, yaşanan savaştan ötürü anayurtlarından yine göç etmek zorunda kalmışlardı. 2003 yıllarında Suriye’de 1 milyon, Irak'ta 1,5 milyon nüfusa sahip Süryani halkının bu günkü nüfusu, yaşanan savaşlar ve katliamlar yüzünden her iki ülkede de dört yüz binlere düşmüştür. Varın siz düşünün yaşatılan acılardan Süryani halkının demografik yapısının Radikal İslami terör örgütleri yüzünden ne hale geldiğini...
Musul'a yakın Bartelle, Bağdede, Karemleş ve Bartelle'de  ve Ninova ovasının çoğunluğunu  Süryaniler oluşturmaktadır. İŞİD'in Musul'dan başlayarak, Bağdat'a doğru ilerlemesiyle can derdine düşen Süryani halkı ve diğer Hıristiyan halklar öncelikle bölgede bulunan manastır, kilise ve okullara sığınmışlar, bazıları da Duhok bölgesine sığınmak üzere yalınayak, kendilerine ait hiçbir şeyden alamadan göç yollarına düşmüştür.  Süryani, Ermeni, Şii, Türkmen, Ezidi ve Kürt 'ler başta olmak üzere halkın neredeyse %90'ı bilinmeyen bir yolculuğa doğru göçe çıkmıştır.
Bölgede tarihi ve kültürel öneme sahip Mor Matay manastırının yanısıra Mor Behnam, Mor Elias ve Raban Hurmuz manastırları şimdi İŞİD militanları tarafından tedhit altındadır. Gelen haberler arasında Mor Behnam manastırı İŞİD’in eline geçtiği ve diğer manastırların ve kiliselerin tahrip edildiği yolundaki bilgilerdir. 1915 soykırımında soyu kırılan Süryani halkı, Ermeniler ve Rumlar gibi bir devlet olamadığı için orta doğu ve Mezopotamya coğrafyasında, her katliamda vurula vurula neredeyse ana vatanlarında tamamen yok olmaktadırlar. Ey büyük insanlık! Bu gün Musul ve Ninova ağlıyor evlatlarının gidişlerine görüyor musun?
Ermenilere gelince; Musul'daki Ermeni Aiz Ejmiatsin kilisesinin İŞİD militanlarının hedefi olduğu ve bombalanması üzerine Musul'da yaşayan 65 Ermeni aile başka şehirlere sığınırken, ülkenin Hırıstiyan nüfusunun yarısını oluşturan Bağdat'ta şu an itibarıyla tehlike altında. Irak'ın Bağdat, Basra, Kerkük ve Musul şehirlerinde yaklaşık 16 bin Ermeni yaşamaktadır. İŞİD için Arap ve Sünni olmayan herkesin özellikle Hıristiyanların katli vaciptir. Bu topraklarda Ermenilere bitmeyen bir düşmanlık nereden gelir diye bir gün bu  halkların köklerine inip sosyolojik bir araştırma mutlaka yapılmalıdır. Bir zamanlar ana yurtları Batı Ermenistan olmak üzere, Orta doğu’da vurula vurula bitirilemeyen kadim Ermeni halkı Irak’ta da acı yolculuğa çıkan halklar arasındaki yerini almıştır.

Şiilere gelince; Irak'ta etnik guruplar ve sünni olmayan Şiilerde bu katliamdan payına düşeni yaşıyor elbette. Irak'ın en etkili Şii Liderlerinden Ayetullah Sistani halka, ''Silahlarınızı alın ve İŞİD'e karşı ülkenizi savunun'' çağrısı yaptı. Mezopotamya ve Ortadoğu coğrafyasında en az kadim Hırıstiyan halklar kadar  katliam yaşayan Aleviler ( Irak'ta Şiiler )'de şimdi göç yollarında.
Kürtlere gelince; İŞİD'in bu saldırı ve işgallerine karşı direnebilen tek halk, Kürt'lerdir.  Irak'da Kürt Peşmergeler  ve Suriye'den YPG güçlerinin de desteği ile  Kerkük bölgesi İŞİD'in elinden alınarak Peşmergelerin eline geçmiştir. Kerkük'ü İŞİD'in elinden alan Peşmergeler, İŞİD'i bölgede durdurabilecek tek güçtür aynı zamanda. Ayrıca, YPG'nin bölgede İŞİD'e karşı olan, ondan zarar gören etnik grup ve inançlara  ( Süryani, Şii, Türkmen ve Ermeni, Ezidi )  ve de halklara karşı  ''gelin hep birlikte direnelim', çağrısı ise yaşanan kaos ve savaş ikliminde çok anlamlıydı. Kürtler bölgede hem demografik güç olarak, hem askeri bir güç olarak İŞİD'le mücadele edecek tek aktör olarak rolünü bu aşamada en iyi oynamak zorundadır. Kürt yönetim bölgesine sığınan, bir arada ve kardeşçe yaşamak isteyen bu kadim halklara ve inançlara tam bir güvence verilmediği sürece de bitimsiz acılar devam edecektir.

Ortadoğu’nun ve Mezopotamya’nın en kadim Hıristiyan halkları, Şiiler ve Ezidiler inançlarının doğup geliştiği anayurdunda, 1400 yıldır sürekli acılar yaşamışlar ve yaşamaya devam etmektedirler. Oysaki Hıristiyanlar, ellerini kılıç kuşanmak için değil dua etmek için kullanırlar. İskenderiyeli Athannasius (İ.S. 293-373) .
Bu Dört günlük süreçte bilanço, kesin rakamlar olmamakla beraber  1700 Şii asker idam edildi, 2500 Sünni asker ise  affedildi.  İŞİD'in Irak'ta esir aldığı 4 bin 500 askerin yer aldığı görüntüler dün itibarıyla  sosyal medyaya düştü.  Irak yönetiminin elinde kala kala,  bir tek ülkenin kalbi sayılabilecek Bağdat kaldı. IŞİD, bu gün itibarıyla da  Saadiye ve Celavla kentlerini ele geçirerek  Bağdat’a doğru ilerliyor. Bağdat'da her an düşmek üzere. Kürtler ise Kerkük başta olmak üzere 'tartışmalı' tüm bölgeleri ele geçirmiş durumdalar. Son durum itibarıyla en büyük toprak parçası i IŞİD'e ait.

İŞİD'in Musul'u ele geçirmesi karşısında direnmeyen Irak hükümeti ile ilgili akla şu sorular geliyor. Irak devlet başkanı Nuri El Maliki'ye bağlı askerler neden direnmeden şehri hemen boşalttılar? Irak hükümetine bağlı polis ve askerler sokakta olmadığı gibi anında İŞİD Militanları tarafından işgal edilen bölgelerde, çarçabuk yeni yönetimin (şeriat ) kuralları nasıl hayat buluyor? . 

Üç yıl evvel Türkiye'ye gelen, ABD. Dışişleri bakanı Condoleezza RC'nin 2011 yılında, BOP projesi ile Türkiye dâhil Ortadoğu'da 22 ülkenin sınırları değişecek sözünden hemen sonra Suriye'de tetiğe basılmıştır. Bu gün belki de Maliki hükümetinin İŞİD'e karşı direnmemesinin ardında yatan gerçekte budur.
Orta doğu’da sınırlar yeniden çiziliyor... Evet, sınırlar insan kanı üzerine çiziliyor. ABD patentli, Türkiye'nin, Suidi Arabistan ve Katar’ın büyük rol üstlendiği bu sınırlar, petrol yatakları ve yer altı zenginliklerine sahip olmak isteyen Emperyalistler yüzünden özellikle Hıristiyan, Ezidi  ve Şiilerin yok edilmesi üzerine çiziliyor.
BOP projesi özünde Kadim Hırıstiyanları, Alevileri, Ezidileri Orta doğu'dan arındırma projesidir''. Suriye'de ve Irak'ta yaşananlara karşı üç maymunu oynayan ikiyüzlü Avrupa, bu kadar kan dökülürken seyirci kalmakta ısrar etmektedir.  Avrupa ve ezilen halklar, insanlık sustuğu için bu gün Musul ve Ninova düşüyor. Aşağıdaki fetva BOP projesi ile ilgili düşüncemi doğrular nitelikte olduğu için sizlerle paylaşmak istiyorum.
İŞİD örgütü'nün üyelerine gönderdiği bildirilerde: Şeriat mahkemesinin çıkardığı karar çerçevesinde Heseke ve çevresinde Kürt ve Hıristiyanların bölgeden çıkarılması, mal ve mülklerine el konulması, erkeklerin kafalarının kesilmesi ve kadınlarına el konulup cariye olarak alınması, yönünde fetvalar vermektedir''
Suriye'de başarısız olan Türkiye ise  Irak'da rolünü daha iyi oynamak için  çok önceden Diyanetin Suriye adına  Camilerden topladığı yardım paraları ile İŞİD'i belkide bu yüzden beslemiştir.  İŞİD'in Musul'da Türk konsolosluğunu ele geçirip, çalışanlarını rehin alınması olayı ise Türkiye'nin  Radikal islamcı EL Kaide örgütünü,  terör örgütü olarak açıklamaması yönünde bir ültimatom  da olabilir. İŞİD içersinde 3000'e yakın Türk'ün  olduğunu ve Türkiye'nin her türlü maddi desteği verdiğini  sosyal medya aracılığı ile hepimiz biliyoruz...İŞİD içersinde yüzlerce Türk komutanları mevcut iken Musul'da Türk Konsolosluğunu ele geçirmek,  Türkiye'ye bir çeşit uyarı  da olabilir. Bir çeşit oyun içinde oyunda oynanıyor  olabilir.
70'lerde yeşil kuşak diye tabir edilen 90'larda BOP projesi adıyla devam eden  Orta doğudaki sınırların değişimi , dökülen kanlar hep emperyallerin doymak bilmez hırsları yüzündendir.  

ABD tarafından Orta doğu’daki Senaryo, çoktan yazılmış, son üç yıldır da hayata geçirilmeye çalışılıyor. Olan hep mazlum halklara oluyor. 

Yer altı Petrol zenginliğine sahip bu topraklar, binlerce yıldır insan kanıyla sulanıyor. Dökülen kanlardan barış nasıl çıkar henüz hiç birimiz bilmiyoruz, hep birlikte yaşayacak ve göreceğiz. Bilinen o ki, şu anda Suriye'de ve Irak’ta kana dayalı bir tarih yazılıyor. Yazılan belki de Ninova'nın son tarihidir kim bilir? Ve insanlık tarihi bir gün gelecek bunca kadim halkı yerinden, yurdundan eden zalim ve barbar İŞİD’i mutlaka yargılayacak ve tarihin çöplüğünde sonsuza dek yok edecektir.

ZEYNEP TOZDUMAN

MOR AHO MANASTIRI RESTORE EDİLMELİ


Batman turizmi için Restorasyon zamanı..

Şehmus KARTAL 

24 Mayıs 2014 Cumartesi

İlkçağ Süryanilerinden bu yana yaklaşık 1700 yıldan beri Süryaniler tarafından Hasankeyf ilçe merkezi Turabidin bölgesi içinde değerlendirilmektedir. M.S. 638 yılında İalamiyetin inkişafıyla birlikte bölgeye yapılan İslami fetihler sırasında Antik Kent Hasankeyf’te sona eren Bizans İmparatorluğunun Doğudaki uzantısı olan Hıristiyanlığın dini hâkimiyetleri döneminde inşa edildiği tahmin edilen Mor Aho Manastırı, Batman ili Hasankeyf ilçesine bağlı Üç Yol köyünün 2 km. kuzeyindeki Banı Mahar kırsalında inşa edilmiştir.

Bu manastırın halk arasındaki yerel ismi Mahar Kilisesi anlamına gelen Deyr Mahar’dır. Dicle nehrinden yaklaşık 100 metre yükseklikte olan ve Dicle’ye hâkim bir düzlükte inşa edilmiş bulunan Mor Aho Manastırının yapım tarihi hakkında kesin bir bilgi olmamakla beraber Turabidin bölgesi kırsalına dâhil olan ve bu kategoride kayıtlı olan yaklaşık 80 adet manastır içinde önemli bir noktada bulunmaktadır.

Bu manastır, yaşamakta olduğum kent olan Batman il sınırları içinde ve memleketim olan Hasankeyf ilçesine bağlı kırsal bir alanda olması nedeniyle zorunlu olarak zaman zaman yörede yaptığım gezi programlarım içinde yer aldığı için tarafımca metruk durumda olan bu Manastır birçok kez gezilmiş ve burada incelemelerde bulunmuşumdur. Ancak her seferde bu manastırın iç ve dışındaki duvarlarında inşa tarihini gösterir bir kitabe aramama rağmen bir türlü böyle bir kitabeyle karşılaşmadım.

Buna göre Turabidin kırsalında bulunan bütün manastırlar, M.S. 4. yüzyılda inşa edildiğini var sayarsak, muhtemelen Mor Aho Manastırı da M.S. 420-425 yılları arasında Bizanslıların bölgedeki dini hamiyetleri döneminde inşa edilmiş olduğu söylenebilir. Hasankeyf ilçe merkezinin 10 km. doğusunda bulunan ve kısmen harap durumdaki bu manastır bulunduğu bölgenin kırsalında yer alan diğer manastırlar gibi zaman içinde cemaati bölgeyi terk edince kendi haline bırakılmış, iklim ve doğa şartlarının ağır tahribatı sonucu binada çökmeler ve duvar yıkılmaları meydana gelmiştir.
İnsan eliyle yıkılıp tahrip edildiğine dair hiçbir iz bulunmamaktadır. Yaklaşık 20x30 metre ebadında 600 m2’lik bir alan üzerine dikdörtgen planlı bir tarzda inşa edilmiştir. Çevresinde tarım arazileri dışında hiçbir yapı bulunmamaktadır. Havadar bir alanda ve Dicle Nehriyle doğal irtibatlı bir konumda olması nedeniyle coğrafi bölge anlamında sahip olduğu çevre güzellikleri nedeniyle yoğun ilgi çekebilecek bir pozisyondadır.

Dicle Nehri kenarında ve manastıra ait olduğu tahmin edilen meyve ağaçlarıyla dolu bir bahçe mevcuttur. Ayrıca bu bahçenin içinde de yıkık durumda tarihi yapı kalıntıları bulunduğundan bahçenin manastıra ait olduğunu tevsik eden kuvvetli bir delildir. Halk arasında bu bahçeye Attafiye bahçeleri denilmektedir. Mor Aho Manastırı inşaatında yöresel malzeme olarak kesme taş blokları, moloz taş ve ces (sönmüş kireç) kullanılmıştır. Ayrıca manastırın bahçesinde bir su kuyusu vardır. Yaklaşık yüzyıldan beri cemaati tarafından terk edilmesi nedeniyle bakımsızlıktan dolayı harabeye dönmüştür. Dicle kıyısındaki Attafiye bahçesi de aynı şekilde terk edilmiş durumdadır. Bu manastırda Kültür ve Turizm Bakanlığınca tescil edilerek koruma altına alınmıştır.

Değerli dostlar, Batman iline bağlı en eski insan yerleşim merkezlerinden biri olan Hasankeyf ilçe merkezindeki tarihi doku paftası içinde değerlendirilen Mor Aho Manastırı, Anadolu toprakları içinde kalan Kuzey Mezopotamya’daki diğer anıt eserler gibi bakıma muhtaç bir tarihi yapı olarak uzun yıllardan beri bulunduğu kuş uçmaz, yol geçmez ve kervan uğramaz bir yerde restorasyondan geçmeyi beklemektedir. Mor Aho Manastırı ile ilgili yöresel bazda yaptığım araştırmada, özellikle Mardin’in Midyat ilçesinde ikamet eden yaşlı Hıristiyan vatandaşlarımızdan edindiğim kadarıyla Mor Aho Manastırı yaklaşık olarak 99 yıl önce manastırda görevli papaz ve keşişler tarafından can güvenliliklerinin ortadan kalkması nedeniyle terk edilmiştir. Mor Aho ismi de feryat figan etmekten kaynaklanan bir isimdir.

Geçmiş uzun yıllar öncesi bir dönemde bu bölgede yerel bazda Hıristiyanlara yapılan haksızlıklar nedeniyle ah çekip, feryat ederek manastıra sığınan ve böylece canlarını kurtarmaya çalışan Hıristiyanlara atfen bu manastıra Mor Aho denilmiştir. Mor Aho Manastırında bulunan ve tarafımca fotoğrafı çekilen Süryanice yazılmış bir tabela mevcuttur. Bu tabela üzerindeki yazıyı Midyat’ta okuması için yaşlı bir Hıristiyana gösterdim. Yaşlı Hıristiyan okuma gözlüğünü taktıktan sonra dikkatlice yazıyı okudu ve bana dönerek dedi ki; yazıda şöyle diyor, "Ben Gabriel Rabo kardeşlerimle bu Mor Aho manastırını, Kaddis Mor Aho anma gününde ziyaret ettim."

Bölgenin hayat damarlarından biri olan Dicle Nehrinin binlerce yıldan beri aktığı bu güzel sahilinin güneyindeki düzlükte yer alan Mor Aho Manastırı, yüzyıllardan beri Nehrin karşı sahilinde bulunan petrol mahzeni Raman sıradağlarına bakmaktadır. Rakım olarak bulunduğu noktanın nehirden kaç metre yüksekte olduğunu ve baraj gölünden etkilenme derecesinin ne kadar olduğunu bilmiyorum. Ancak görünürde Ilısu Baraj gölünden kısmen etkilenecek olup büyük bir kısmı baraj gölünün kıyısında kalacaktır diye tahmin ediyorum.

Batman İl merkezinden gelip yeni Hasankeyf yerleşkesinden geçecek olan ve Dicle Nehrinin göle dönüşecek bu mevkisi üzerinde yapılacak Boğaziçi köprüsüne benzer bir köprüyle ulaşımı sağlayacak olan uluslararası (Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerini Habur üzerinden Orta Doğuya bağlayacak) nitelikteki yol Mor Aho Manastırına bitişik ve yakın bir yerinden geçecektir. Sözü edilen köprü ve yol bittikten sonra kanımca Mor Aho Manastırının ziyaretçileri çoğalacaktır.

Dolayısıyla Batman’daki turizm alanlarına böylece Mor Aho Manastırı gibi kör noktalarda saklı kalmış ve her biri kendi başına muhteşem tarihi değerlerimizden bir yenisi daha katılmış olacaktır. Çünkü çözüm süreciyle birlikte ortalık sükûnete kavuşmuş durumdadır. Bu durum bölgemizde bakir kalmış turizm alanlarında bulunan zengin potansiyelin ortaya çıkartılarak canlandırılması anlamında çok önemlidir. İşsizliğin had safhada olduğu ilimizde turizm potansiyelini önemsemek ve bunu dünya gezginlerinin beğenisine sunarak ekonomiye kanalize etmek, istihdam anlamında önemli bir yer tutacaktır.

Kanımca şimdiden tezi yok, bu konuda ele geçmiş olan fırsatları çok iyi değerlendirmek ve bu anlamda Batman İlimizin turizm anlamında haklı olarak layık olduğu yere gelmesini sağlamak için bu konudaki bütün ihtiyaçları gidermek gerekiyor diye düşünüyorum. Bu nedenle şimdiden Memikan Köprüsü ve Mor Aho Manastırında bir restorasyon çalışması başlatmanın tam zamanıdır diyorum.
Hoşça kalınız.

http://www.turizmhaberleri.com/koseyazisi.asp?ID=2616

Mittwoch, 4. Juni 2014

WCC celebrates enthronement of Syriac Orthodox Patriarch Ignatius Aphrem II

June 3, 2014
 
Left, His Holiness Moran Mor Ignatius Aphrem II, right, Rev. Dr Olav Fykse Tveit.
Photo WCC

[WCC] Rev. Dr Olav Fykse Tveit, general secretary of the World Council of Churches (WCC), extended greetings from the worldwide fellowship of churches to His Holiness Moran Mor Ignatius Aphrem II during a celebration in Beirut on 1 June following his enthronement as Syriac Orthodox Patriarch of Antioch and All East, and Supreme Head of the Universal Syriac Orthodox Church.

Ignatius Aphrem II, formerly Archbishop Mor Cyril Aphrem Karim of the Eastern United States of America from 1996 to 2014, was enthroned as patriarch in Damascus on 29 May. His predecessor, Patriarch Igatius Zakka I Iwas, had died on 21 March after a long illness.

Speaking on behalf of the WCC, Tveit said, "The fellowship of our member churches is thankful to the Triune God, the God of life, that you are called to this significant ministry of leadership. You have been provided with your many gifts of wisdom, knowledge, communication, courage, friendliness and joy to fill this role."
Tveit added that this enthronement is to be taken as “a sign of hope”, especially in such “difficult and challenging times for Syria and the whole Middle East region.”

The new patriarch was born on 3 May 1965 in Qamishli, Syria. He was educated at St Ephraim’s Theological Seminary in Lebanon, Coptic Theological Seminary in Cairo, Egypt and St Patrick’s College in Maynooth, Ireland.

The WCC general secretary noted that, as a Syriac Orthodox archbishop in the United States, the newly enthroned patriarch represented his church at three WCC Assemblies and has served on the central and executive committees of the WCC, as well as in the leadership of other ecumenical bodies such as Christian Churches Together and the National Council of the Churches of Christ in the U.S.A.

Tveit concluded by offering prayers for the patriarch, for the Syriac Orthodox Church throughout the world, and particularly for the release of two Orthodox archbishops, Youhanna Ibrahim and Boulos Yazigi, who were kidnapped near Aleppo, Syria more than a year ago.

Greeting from WCC general secretary to His Holiness Ignatius Aphrem II
WCC congratulates newly elected Syrian patriarch

Source: www.anglicannews.org

Dienstag, 3. Juni 2014

BARIŞIN VE HOŞGÖRÜNÜN TEMSİLCİSİ SÜRYANİ PATRİK AFREM KERİM



 


3.6.2014

Süryani halkı için çok önemli olan, yeni patrikleri Mor İğnatius II Afrem Kerim’in kutsama (Resamet ) törenine bizzat katılarak bu tarihe tanıklık ve bir dipnot düşmek için yollara düştüm. Suriye'de yaşanan savaş nedeniyle önce Beyrut’a, oradan da Suriye Devlet başkanı Esat Sedat’ın sıkı güvenlik önlemleri ve koruması altında, dünyanın dört bir yanından gelen Süryani dostlarla Şam’a yolculuğa çıktım.

Uzun yolculuklar hep ayrılıkları getirir aklıma... Ekonomik, Siyasi, Psikolojik, Sosyolojik, askerlik, nedeniyle memleketinden ayrı yaşamak zorunda kalan insanlar… Kadim bir coğrafyanın, kadim halklarının 1915 soykırımı (Seyfo) nedeniyle, nar taneleri gibi dünyanın dört bir yanına dağılması ve anayurtlarından (Turabdin) ayrı kalması o kadar acı ki... Onlar memleketine, vatan toprağına hasret biz onlardaki insan kokusuna hasret. Kadim halkların dillerini bilmemekten ötürü Beyrut ve Suriye gezisinde büyük sevinçler yaşadığım kadar ilk kez bu kadar büyük üzünçlerde yaşadım.

Dünyadaki tüm Süryanilerin dini lideri seçilen Süryani Ortodoks Kilisesi Patriği Mor Ignatius II Afrem’in Resameti, 29 Mayıs 2014 günü patrikhane merkezi Şam’da muhteşem bir törenle yapıldı. Son 3 yıldır Suriye’de süren savaşın, tüm yakıcılığına rağmen katılım oldukça yüksekti. Dostluk, barış, sevgi, insanlık kokan bu tarihsel tören nasıl kaleme dökülür bilmiyorum. Yaşamak, hissetmek gerek! Bu toprakların yüzyıllardır görmediği bir güzelliğe tanık olmak beni oldukça duygulandırdı.

Katılımcılar arasında Suriye Müftüsü ve dört bakanı, Nusayri (Arap alevileri) lideri, Rum Ortodoks Kilisesi, Ermeni Ortodoks Kilisesi, Vatikan Kilisesi, Marunî Süryani Kilisesi, Asurî Kilisesi, Mısır Koptik Kilisesi, Hindistan Kilisesi, Etopya Kilisesi, İngiltere Englikan Kilisesi, Keldani Kilisesi, Süryani Katolik Kilisesi ruhani temsilcileri ve 61 metropolit vardı. Resamet sırasında en çok ilgimi çeken, Patrik Mor Ignatıus II Afrem’in ve kutsamaya katılan bütün metropolitlerin daha önce patriklik yapanların kullandığı başlığın, madalya ve asasının mirasını sahiplenerek, 1932'de ölen Patrik İlyas Şakir'in asasını özellikle tek tek tutarak Süryani Kilisesine bağlılık ve sadakatlerini yerine getirmek için yemin etmesidir. Ayinin sonlarına doğru ise Suriye müftüsü, Dünya Süryani lideri Patrik Afrem Kerim ve diğer Kilise (Ermeni, Rum, Keldani, Marunî Süryani, Kıpti, Asurî v.s. ) temsilcileriyle el ele tutuşarak birliği, beraberliği çağrıştırması katılımcıları zaman zaman hüzne boğmuştur.

Savaş koşullarında yaşayan Suriye'de, barışa olan özlem patrikhanede, kutsama sırasında bile öylesine egemendi ki... Anadolu denilen topraklarda yıllardır yitirdiğimiz, alışkın olmadığımız bu birlik ve beraberlik görüntüleri beni çok ama çok duygulandırdı. İnsanlar hep böyle dost olsa, hayat bayram olurdu. Suriye ve Avrupa televizyonlarından naklen verilen bu Resamet’te gördüğüm o ki, Suriye’de ve dünyada artık insanlar savaş istemiyor.

Yüzyıllardır kanla sulanan bu toprakların kadim halkları, ayinlerinde bile artık barış için dua ediyorlar. Patrik Afrem Kerim ile yaklaşık 1,5 saat süren ses kayıt cihazıyla yaptığım röportajımda, gönüllü çevirmenliğimizi sevgiyle, sabırla, hoşgörüyle yapan benden dostluğunu esirgemeyen, değerli Hollanda Metropoliti Augin Aydın’a buradan bir kez daha teşekkürlerimi bir borç bilirim.

Röportaja geçmeden evvel Patrik Afrem’in kısa öz geçmişini ansiklopedik bilgilere dayanarak sizlerle paylaşmak istiyorum. Patrik Afrem Kerim, 1915 Soykırımında (Seyfo ) Mardin/ Nusaybin’den Kamışlı’ya göç eden yüz binlerce Süryani aileden sadece biridir.

‘’3 Mayıs 1965 Suriye/ Kamışlı’da ailenin en küçük çocuğu olarak dünyaya gelmiş olup, çok küçük yaşlarda babasını kaybetmiştir. Dine olan eğilimi onu 1977 yılında Lübnan'da Mor Afrem Teoloji Okulu'nda eğitime başlamasına, 1982 yılında, O’nun Halep, Suriye Başpiskoposluğuna yükselmesine neden olmuştur. 1984-1988 seneleri arasında Halep Metropolitliği hizmetine girmesi ve bu hizmeti almasıyla 1985 yılında rahiplik yemini etti. Kıpti Teoloji Okulu'ndan yükseköğretim derecesinde mezun oldu. 1988-89 yıllarında Merhum Patrik Zakka I Iwas'ın sekreteryası görevini yürüttü. Mor Afrem Teoloji okulunda öğretmenlik yaptı. 1991'de İrlanda'da eğitim aldı ve doktorasını "Erken Hıristiyanlıkta Haç Sembolizmi" üzerine yaptı. 1996 yılında Patrik tarafından Doğu Amerika Birleşik Devletleri Metropoliti olarak takdis edildi. New Jersey'deki Mor Markos Katedrali'nde göreve başladı. Klasik Süryanice ve Turoyo ana dilinin yanı sıra iyi derecede İngilizce, Arapça ve Fransızca da bilmektedir’’.

Patrik ile yaklaşık 1,5 saat olan görüşmede kendisine yönelttiğim sorularım;
• 22 Nisan Türkiye- Suriye sınırında kaçırılan metropolitlerin ( Pavlus Yazıcı ve Hanna İbrahim) akıbetleri konusunda Patrik II Afrem’in bildiği kamuoyunun bilmediği bir şey var mı?
• Kaçırılan metropolitlerin sağ olduklarına inanıyor mu? • Süryani soykırımı (Seyfo) hakkında ne düşünüyor?
• Başta Süryani halkı olmak üzere Orta doğu halklarına barışa nasıl bir katkı koyabilir?
• Patrik ilan edildiğinde neler hissettiğini, yıllardır Amerika'da Metropolitlik yapan genç ve dinamik biri olarak Suriye'de Patriklik yapmak sizi korkutmuyor mu? Şam'da mı, Lübnan’da mı ikamet edeceği? Konusunda sorular yönelttim.

Aldığım cevaplar beni dolayısıyla memnun etti. Ortak dostlarımız Seyfo Center’in başkanı Sabri Atman ve Yönetmen Nuri Kino’dan aldığım bilgiler doğrultusunda değerli patriğin sözleri ise beni hiç şaşırtmadı. Patrik Mor Ignatius II Afrem, kaçırılan metropolitlerin öldüğü konusunda bir belge ve resim bu güne kadar kamuoyuna servis edilmediği için sağ olduklarına inanıyor. Ayrıca kaçırılan metropolitlerin Seyfo konusunda pazarlık edilebilme olasılığını da bize işaret ediyor. Kaçırma olayında Mit’in parmağı olabileceği gibi, Çeçen- El Kaide – El Nusra gibi İslami örgütlere Türkiye'nin her türlü desteği verdiğini, medya ve iletişim araçları sayesinde kamuoyunun öğrendiğini dile getirdi.

2015’de yüzüncü yılına girecek olan Seyfo için patrikhane olarak hazırlıklar yapacaklarını 24 Nisan’ın Kiliselerinde ''şehitler günü'' ilan edilmesi konusunda çalışma yapmayı düşündüklerini de sözlerine ekledi. Azınlıklar ve Soykırım ile ilgili araştırmacı bir yazar ve journalist olarak, İlk kez bir Dünya Süryani ruhani lideriyle Soykırım ( Seyfo) konusunu konuşmak beni oldukça keyiflendirdiğini itiraf etmeliyim. Unutulan ve görmemezlikten gelinen bir soykırımı ( Seyfo) kim bilir? belki de 123. Patrik sayesinde hem dünya, hem ülkemiz böylece tanımış olur.
Başta Suriye, Türkiye ve tüm Orta doğuda onurlu ve kalıcı bir barışın sağlanması için halkların birbirinden nefret ve küfürle değil, hoşgörü ve sevgi kültürünü mutlaka hayata geçirmek gerektiğini ve kiliselerinde barış ve sevgi için ayinler yapıldığını/ yapılacağını da sözlerine ekledi.
Patrikliği ilan edildiğinde öncelikle kendisini çok zayıf bulduğunu ama aynı zamanda tanrının gücünü içinde hissettiğini ve tanrının iradesini temsil edebileceğini, bunun tanrıdan gelen bir çağrı olduğunu ruhani bir çoban olarak bu halka en iyi hizmeti vermenin tarihi bir sorumluluk olacağı duygusuyla görevi kabul ettiğini ve patriklik görevini Şam'da yapacağını beyan etti.
Sohbetinden ve insan sıcağı davranışlarından anladığım kadar, Süryani halkı için Patriğin seçimi isabetli bir karar olmasının yanı sıra, Kiliseleri birleştirme ve barış yanlısı tutumuyla belki de Orta doğuda dengelerin barışa, halkların kardeşliğine ve özgürlüğe yol almasının anahtarı da olabilir.
Yaşatılan önca acıya rağmen hala barış, özgürlük ve sevgi adına adımlar atan Süryani halkı inanıyorum ki, bu topraklarda barışın yegâne adresidir. Bu topraklara bir gün barış gelecekse Süryani'lerle gelecek.

Gözü yaşlı, kanla sulanan yaralı coğrafyanın öksüz ve yetim bırakılmış Süryani halkının evlatlarının yüreklerine, bizler yüreklerimizi yatırdığımız kadar insanız. Bu kadar kadim ve hoşgörülü, sevgi dolu bir halkın, ancak bu kadar naif ve alçak gönüllü bir patriği olur.

Dünyadaki tüm Süryanilerin dini lideri olarak Süryani Ortodoks Kilisesi Mor Ignatıus II Afrem’in patriklik görevini başarıyla yürüteceğine inanıyorum.

Patrik Mor Ignatıus II Afrem’in patrikliği başta Süryani halkına ve tüm Orta doğu halklarına hayırlara vesile olması dileğiyle...

ZEYNEP TOZDUMAN