7.10.2012
ZEYNEP TOZDUMAN
Sınırları çizenler
bilsinler ki yüreklere asla sınır (Suriye-Türkiye) çizilemez.. ’Sizin
sınırlarınıza da… Derken, birden yüreğimi derin bir sızı kapladı. Ararat
(Ararat-Ermenistan) düştü yüreğime. Seslenecek akrabaları olmayanlar
(olanların ne halde olduğunu söylemeye bile gerek yok) sizin
düşmanlığınıza da…’ diye avaz avaz bağırmak geliyor gecenin yırtan
karanlığında.
Bir de susarak özleyenler var uzak diyarlarda; görmeyeceğini bile bile. Özleyenler..
Gurbetlik,
hasretliklere hüküm giyen bir mahpusluktur. Hem toprağına özlem, hem
sevdiklerine. Belki de bir daha hiç ama hiç göremeyeceği bir düştür;
yaralı çocukluk ülkesi… Bu yüzden özlem koydum bu kadim toprakların
adını.
Bir zamanlar Beth Nahrin (iki nehir arası ) dedikleri
hüzün yüklü topraklarda, sek sek oynayarak, hayatın basamaklarını
değilse de, ömürlerinin basamaklarını azalttığı yerlerde, şimdi bir
yabancı olmak... Köklerinden acımasızca koparılmak… Düşmek bir tohum
gibi çatlayan toprağa.
Ah! Öksüz ve yetim kalmış bir ülkenin
çocukları, şimdi hangi kayıp adreslerde arayayım ben sizi. Hangi
koyaklara bakayım. Nerelerdesiniz, yüreğimin safran çiçekleri… Siz
yüreğime düşeli beri, secde eder bütün türküler; yüreğimin ikliminde
yanık yanık… Belki de bu yüzdendir, zulme ve haksızlığa uğrayan
halkların ezgilerinin hüzünlü oluşları.
Gözlerinin buğusunda sağanak
olup, yağmak ansızın bir yüreğe… Kanla / gözyaşıyla suladıkları
toprakları. Hazana döndürdüler o kadim toprakları yüzyıllardır hazana.
Ölenler / yitip gidenler vuruşarak ölmediler.
Adil olmayan bir kavgada,
Bazen bir kılıç oldu cellatları,
Bazen uzun namlulu bir tüfek,
Bazen darağaçlarında yağlı bir urgan,
Bazen de ateşte semaha döndüler ırzlarına.
Tüm
bunlar ferman adı altında yapıldı. Can bildiği, somununu paylaştığı,
sevdalandığı komşusu tarafından. Yerin dibine batası fermanları
yüzünden, ülkemde çiçekler açmaz oldu nicedir. Kimdi bu yüreğimizden
koparılan çiçekler? Kimdi. Onları hepiniz tanırsınız. Binlerce yıldır
yan yana yaşadığımız, bazen bir Ermeni, bazen bir Süryani, bazen bir
Rum, bazen bir Alevi, bazen bir Ezidi’ idiler… Son otuz yıldır da akşam
kahvaltısı olan Kürt’ler. Ama illa ki Süryaniler… Sessiz çığlıklarım
acıyla haykırıyor şimdi, Amed’de, Mardin’de, Van’da, Dersim’de,
Hakkâri’de, Uludere’de.
Turabdin’e (süryani mitolojisine göre
Mardin’den İdil-Cizre’ye kadar olan bölgenin adı ) her gittiğimde sesim
kayboluyor, İz tuzla (Bagog )Dağlarında… Ağaçlar, güneş, kuşlar küsmüş,
en kötüsü de ’sadık yarimiz’toprak küsmüş yaşanılası tüm sevdalara
yüzyıllardır… Çiçeğe durmak istiyorum Turabdin’nin gelinleriyle renk,
renk kuşanıp. Baharı, yeniden yaşatmak için bu toprağın çocuklarına,
yüzyıllardır giydikleri dikenli tacı çıkarıp. Bir halkı taç yapıyorum
şimdi başıma… Vicdan yarası bu. Başka türlü arınmıyor. Darağacında
sallanıyor büyük insanlık bu ülkede. Yine de yana yana yürüyoruz
dikenlerin üstünde hep birlikte. Ne güzeldir sevdalanmak, sevmek bir
halkı. Aşk ile sevmek ötekini. Acılara gülümseyerek, çoğaltan bir güçle,
sesimize ses katarak arşınlamak istiyorum ülkenin dört bir yanını
doludizgin.
Bu mazlum ve masum halkların tek suçu, bu ülkede öteki
olmak/ötekileştirilmekse… Beni de gömün o kutsal diye diye,
katlettiğiniz lanetli topraklarınıza… Ama biliniz ki, hiç bir toprak
daha kutsal değildir insandan. Haydi! Vakti gelmiştir. İçerde ve
dışarıda savaşa karşı, insana yürüyelim bu gün. Barış adına atalım
adımlarımızı. Bu gün, günlerden ’barış’ olsun. Gelin hep birlikte ’barış
yağmurlarıyla’ ıslanalım. Barış koksun bir kez bu kadim topraklar…
Bu
coğrafyanın kadim halklarını birbirine düşman eden / yok eden faşizm,
bir gün kendi kanında boğulacak. Hiç bir sistem, hiç bir ideoloji,
hiçbir din daha önemli değildir İnsandan çünkü. Ne ülkemde haksızlığa ve
zulme uğrayan, ne de dünyanın hiç bilmediğim bir yerindeki,
ezilen/katliama/soykırıma uğrayan halklara olan sevdamızı
engelleyemeyecek. Çünkü, biz yaşamayı ve halkları koşulsuz sevdik.
Keine Kommentare:
Kommentar veröffentlichen