Online Journal über die Syrisch-Orthodoxe Kirche, Syrische Studien und Aramäer / www.suryoyo-online.org
Dienstag, 18. Oktober 2011
Batı-dışı çok kültürlülük örneği: Mardin
‘Önce Türkler, Türkleştirilmeye çalışıldı'
7-9 Ekim tarihlerinde Mardin Artuklu Üniversitesi’nce düzenlenen ve 10 ülkeden 100’e yakın tebliğcinin yer aldığı Keşf-i Kadim Uluslararası Midyat Sempozyumu gerçekleşti.
15 Ekim 2011 Cumartesi - 11:52
Ayşenur Bulut / TIMETURK
Batı-dışı çok kültürlülük örneği: Mardin
7-9 Ekim tarihlerinde Mardin Artuklu Üniversitesi’nce düzenlenen ve 10 ülkeden 100’e yakın tebliğcinin yer aldığı Keşf-i Kadim Uluslararası Midyat Sempozyumu’na iştirak etmek üzere Mardin’deydim. Türkçe, Kürtçe, Arapça, İngilizce, Süryanice ve Farsça dillerinde sunulan tebliğleri dinlemek ve başta dil ve azınlıklar meselesi gibi pek çok konuyu tartışmak imkânını Mardin’deki bu toplantı kadar başka bir şey veremezdi sanırım. Çok kültürlülüğün ve demokratik hakların çokça konuşulduğu günümüz dünyasında Mardin’in durduğu yer bir hayli farklılık arz ediyor çünkü. Resmi ideolojinin tahakkümünün ve kendisi gibi olmayanın tasfiye edildiği bir modernleşme sürecinin acı yarasıdır Mardin. Bu topraklara çok büyük haksızlık etmiş resmi söyleme ve bir de küreselleşmeye karşı duran bir şehirdir Mardin. Halen hayatta olan farklıklar, kaybolmaya yüz tutan farklılıkların elinden tutmaya çalışıyor bu şehirde. Küreselleşmeyle birlikte her şeyin tek tip bir modele dönüştüğü ve sıradanlaştığı zamanlarda yerel olanı korumak zorunluluğumuz ve yerelin yerel kalma talebini savunmamız her geçen gün artıyor.
Sempozyumda Süryanilerin ve Mhalmî Araplarının mevcut durumlarını tarihsel süreçle birlikte ele alan sunumlar yoğun ilgi gördü. Mhalmîlerin kökünün nereden geldiği ve İslamlaşmaları ile ilgili tartışmaların yaşandığı oturumda Prof. Dr. Ahmet Ağırakça ve BDP Milletvekili Altan Tan da bu karışık meseleyle ilgili görüşlerini zikrettiler. Hâlâ daha netlik kazanmayan bu türden bilgilerin Başbakanlık arşivlerinden elde edilecek bilgilerle şeffaflık kazanması hem bölgesel açıdan hem de tarih ilmi açısından önemlidir. Yurtdışına göç eden bölge insanının söz konusu durumun Türkiye’nin gerek yakın komşularıyla gerek Avrupa ülkeleriyle ilişkilerine yansıyan bir yönü var çünkü mevcut azınlık kesim gittikleri yerde örgütlenmekte ve hak arayışında bulundukları için uluslararası hukuk mücadelesi vermektedirler. Bir şekilde bastırılmış, sindirilmiş ve göçe zorlanmış farklı dil ve dinden insanlar için yeni anayasa çalışmalarında değişiklikler yapılmalıdır.
Ortaöğretim 10. sınıf tarih kitaplarında Süryanilere yönelik olumsuz ifadelerin neden olduğu hava sempozyumda da hissediliyordu. Ders kitabında yer alan bilgilerin asılsız olduğuna yönelik itirazların yanı sıra Süryanilerin neden ülke dışına çıktıkları ve geri dönüp dönmeyecekleri ile ilgili bir dizi sorun da konuşuldu. Tebliğlerde Süryani topluluğunun gündelik yaşamından siyasal pozisyonlarına kadar farklı yönler anlatıldı. Kendi içinde kapalı bir grup olan Süryaniler göç ettikleri yerin dinine mensup olmuşlar ama kültür ve dillerini hep korumuşlardır. Tanzimat reformları ile birlikte bölgede başlayan değişim ve değişimin neden olduğu çatışma bugün Yezidilerin yok olmasına ya da çok az kalmasına sebep olmuştur. Cumhuriyet modernleşmesinin neden olduğu azınlıkların tasfiyesi yüzünden bölge halkı son yüzyıldır ciddi travmalar yaşıyor. Göç eden yahut göçe zorlanan Süryanilerin devletin dağıttığı tarih kitaplarında “Batı’da refah buldular o yüzden gittiler” gibi bir ifadenin yer alması hedef gösterdiği için kabahatlidir. Kaldı ki maddi refah için göç etmekte de herhangi bir ahlaki sakınca yok.
Çok kültürlülük, bugün çok sık tartışılan konuların başında geliyor. Göçmenlerin uzun bir zaman diliminin sonunda değiştirdikleri toplumsal yapının geleceğe dönük etkileri ve çözüm arayışları konuşuluyor. Mardin zikredildiğinde de benzer çok kültürlülük söylemlerinin dile gelmesine aşikarız. Ancak çok kültürlülük ve Mardin kelimeleri bir cümlede geçerken atlanan bir husus var. Çok kültürlülük modern bir söylem ve Avrupa’da doğmuş ve yine oraya ait sorunların teşhisi ve tedavisi için pratikleşmiştir. Bu kavramın konuşulduğu Avrupa ülkelerinde göçmenlerin ve mültecilerin durumları entegrasyon bağlamında ele alınıyor. Birkaç kuşak sonrasında ise asimilasyon öngörülüyor veyahut zaten kaçınılmaz bir son oluyor. Farklı dillerin konuşulduğu, anadilde eğitimin serbest olduğu ülkelerdeki insanların kendi kültürlerini korumaları belki daha kolay ancak yine de bir alt-üst kimlik tartışmaları yaşanıyor. Farklı kültürlerin bir arada olduğu ama birlikte olamadığı iç içe olmadığı bir Avrupa imajı var. Tuma Çelik İsveç’deki serbest diller için aynı aileden gelen diller olduğu için farklılıklarında bir sorun olmadığını söyledi. Ama Mardin tüm bu tartışmalardan oldukça ayrı bir yerde duruyor. Batı’nın henüz yeni konuştuğu ve bir sisteme oturtmaya çalıştığı meseleleri yüzyıllardır bu coğrafya insanı hiçbir yazılı kurala bağlı olmaksızın kendiliğinden hallediveriyordu. Herkesin kendi kültürünü yaşadığı şehirde iç içe yaşama mümkündü, kimse farklılığını duvar örerek yaşamıyordu aksine fiziksel yakınlığın çok ötesinde bir paylaşım esastı. Bir yaşam biçimi, bir medeniyet algısı açısından bu böyleydi. Bu, her şey gül gülistanlık hiçbir sıkıntı yoktu anlamında değil elbette. Bölgede aynı kültür, mezhep arasında çatışmalar yaşanıyordu elbette. Bunlar asayiş problemlerinden öteye giden sorunlar olmuyordu. Şimdi biz Batı formülü çok kültürlülük-entegrasyon gibi çarelerle Mardin sorununu konuşurken yanılıyoruz, konuya yabancılaşıyoruz. Eskiye, kadim olana varmak bu saatten sonra ne derece mümkün ayrı bir tartışma ancak birlikte yaşamayı öğrenmek büyük bir gereklilik artık.
Gereklilik çünkü sempozyum, Türkiye’nin Kürt sorununa arayışlar sempozyumu olmamasına rağmen içinde bulunduğumuz sosyal ve siyasal gerginlikten dolayı yine de gündeme geldi ve farklı olana tahammül anlamında Türkiye’nin Kürt meselesine değindi bazı katılımcılar. Bu ülkede Türkiye Cumhuriyeti ilanı ile birlikte başlayan kopmalar ve ölümler konuşuldu. Tehcir, soykırım, katliam, sürgün, soygun, faili meçhul gibi çok kültürlülükle alakası olmayan, bilakis birlikte yaşamanın her türlü imkanını baltalayan uygulamalara lanetler yağdı diyebilirim. Sempozyumun bir anda değişen havası için bu bir Kürt sorunu oturumu değil diyerek salonu terk edenler oldu. Oysa Kürt meselesi ile ilgili olarak dile getirilen her konu cesaret verici ve yol açıcıdır diğer gruplar için. Meydana çıkıp herkesin artık sorunlarını, taleplerini dile getirme ve çözüm arayışında ortak paydada buluşma zamanıdır. Kürtler, Süryaniler, Mhalmi Arapları, Ermeniler ve diğerlerinin bu anlamda istekleri aynı. Mor Gabriel Manastırı olayı gibi kendi içinde özelleşen konular olsa da sıkıntılar genel.
Prof. Dr. Ejder Okumuş’un değindiği cumhuriyet modernleşmesinin Türkleri de rahat bırakmadığı tespiti ilgi çekiciydi. ‘Önce Türkler, Türkleştirilmeye çalışıldı ancak bunda başarılı olunamadı’ görüşü haklı bir görüştü. Bugün hala Türk olmayı bir ulus olarak anlayıp kendine mal etmeyen ve farklılıkları yaşamayı savunan, Türklüğü dayatmayan pek çok “Türk” mevcut. Aslında ağırlıklı olarak Hanefi-Sünni-Türk kesimin modernleşmenin taşıyıcısı ve yaygınlaştırmacısı olarak görüldüğü bir gerçek. Bu süreçte değerlerinden kopuk bir nesil yetiştirilmeye çalışıldı Benzer tehlikenin her türden farklı topluluklar için geçerli olduğunu söylemek mümkün.
Sempozyumun en güzel tarafı farklı dilden farklı kültürden insanlarla yemek masasında sohbet etmek idi. Tanışmalar ve kaynaşmalar İlahi hikmete uygun olarak gerçekleşiyordu. Bu tanışmayı anlamayan ve bölgeye ait en basit bir bilgiden yoksun olan tebliğciler yok değildi.”Hepimiz insanız ne gerek sen kimsin, kimlerdensin sorusuna” Bu anlayış insanları farklı kavimler şeklinde yarattığını söyleyen Allah’ın sünnetullahını yakalayamamış bir düşüncenin kırıntısıdır. Birbirimizle tanıştığımızda isim sormak gibidir nerelisin demek, bu bir yerli olmak herhangi bir ayrımcılığın kapısını aralamadığı sürece elbette. Batı’dan kalkmış gelmiş biri olarak ben yaşadığım yerde soramadığım soruları buradaki insanlara sorabiliyordum. Çünkü Batı’da artık nereli olduğun önemli olmamaya başlamış, herkes İstanbullu herkes koca bir şehirli.
Edebiyat, mimari, sanat, siyaset, sosyal yaşam, dil, din, tarih, turizm, ticaret, gelenek, literatür, modernleşme, ıslahatlar, reformlar, kıyımlar, folklar gibi yaşamın içinde insana değen her konuda sunum yapıldı bu çok dilli sempozyumda. Coğrafyanın imkanları konuşuldu. Kimi kendi reel politik penceresinden baktı bu imkanlara kimi romantik bir temele taşıdı. Hem Müslüman katılımcılar hem de Süryanilerden duyulan ortak bir çözüm düşünülesi idi: çözüm bu topraklara tekrar dinin birleştirici gücünü taşımaktı. Haklılar. Barış’ı konuşmak ideal bir formattan çıkmalı artık.
Sorunlar devam ediyor. Tarih kitaplarına giren nefret eğilimli bir üslup, Mor Gabriel Manastırı arazi meselesi, Yezidiler neredeyse silinip gitmesi, terör, asayiş problemleri, psikolojik blokajlar, resmi ideolojinin hala kendini hissettiren bölgedeki varlığı vs. Tarihimize baktığımızda birlikte yaşamanın örnekleri sayılamayacak kadar çok üstelik idari işlerde bile azınlıkların görevlendirilmesi söz konusu iken cumhuriyet dönemi ile birlikte okul müdürü bile olmalarına izin verilmeyen anayasada kendileri için herhangi bir tanımın yer almadığı insanlar var bu şehirlerde. Onların haklı söylemlerini bugün en başta muhafazakar-Müslüman-sağ cenahın sahiplenmesi gerek. Çünkü içinden geçtiğimiz süreçte en büyük imtihanı onlar veriyorlar. Buna rağmen bağımsızlardan aday olup seçilerek meclise giren ilk Süryani milletvekili Erol Dora örneği de umutlanmamız adına somut bir örnek olarak önümüzde duruyor.
Aslında konuşup durduğumuz ve kafa patlattığımız hatta ucu ölümlere giden sorunlarımızın çözümü o kadar kolay ki… Yeter ki devletin tek tipleştirici zihniyetini reddedelim ve temel hakların herkes için savunucusu olalım. Kadim olanı yakalayabilir miyiz bilmiyorum ama artık darbe dönemlerine dönmemiz mümkün değil. Çünkü Mardin’de adı her ne kadar “yaşayan diller” şeklinde soft bir isimle olsa da bir fakülte kurulmuştur ve uluslararası bir sempozyum düzenlenmiştir, orada altı farklı dilde sunum imkanı sağlanmıştır. Hükümetler politikaları yüzünden eleştirilmiş ve her şey açık açık konuşulmuştur. Çünkü ben İstanbul’dan gitmişim ve Mezopotamya’ya nazır bir bardak çay içmişim güven içinde ve benim gibi olmayanları dinlemişimdir. Bütün peygamberlerin uğruna savaştığı şey için, zulmü yıkıp adaleti tesis etmek için atılmış her adım bu anlamda kıymetlidir. ,
Teşekkkürler Artuklu…
timeturk.com/tr
Abonnieren
Kommentare zum Post (Atom)
Keine Kommentare:
Kommentar veröffentlichen