27 07 2012
SADIK ASLAN
Foto: Attila Durak |
Midyat-Arnas (Bağlarbaşı) köyü, köyümüz Hêştrek'ten (Ortaca) 8 kilometre
mesafededir. 1915 Temmuz başında Arnas'a komşu olan Selhê (Barıştepe)
köyündeki Süryaniler, asker ve Kürt köylüler tarafından evlerinde
katledilir. Arnas'ta Kürtlerle beraber yaşayan 70 Süryani aile Selhê'nin
akıbetini öğrenip Midyat yönünden gelen silah seslerini işittiklerinde
taşıyabildikleri ne varsa alıp köyden kaçmaya çalışır. Kaçamayıp köyde
kalan Süryaniler Kürt köylülerce katledilir.
Arnas'ın Kürt ağası Neco delikanlıyken Süryaniler tarafından bakılıp
yetiştirilmiş ve aralarında yaşamış. Seyfo (kılıç yılı-kılıçtan
geçirilme yılı, anlamında Süryanilerin 1915 için kullandığı ifade)
olduğunda; Neco kendisini büyüten aileye ilkönce saldırmış, evin kadını
"evladım, bizi tanımadın mı?" diye sorunca yanıtı şu olmuş: "dün dündür,
bugün bugündür!" Kocaları, babaları, kardeşleri Fero mağarasında
kesilen kadınlar her amaçla köle olarak çalıştırılmış, bazıları da
öldürülmüş.
Bizim köy Hêstrek'te yaşayan 20 Süryani aile tam o günlerde Kürt
komşuları tarafından katledilir. Sağ kalmayı başaran 12 genç kaçabilmiş
sadece. Orada 1. yüzyıldan kalan Mor Aday Kilisesi şimdi camidir, o
caminin sonraları gördüğüm camilere niye benzemediğini çok geç
bilebildim.
Komşu Süryani köyü olan Zaz'ın (İzbırak) hikayesini de bilmiyordum.
Hani, anamın eteklerine yapışıp her gittiğimde, tüm sevecenlikleriyle
Süryani kadınların, başımı okşayarak ceplerime kuru üzüm, badem ve
şekerli leblebi doldurdukları köy… 200 Süryani aile yaşamış orada.
Köyümüz ile çevredeki bazı köylerin Kürt aşiretleri köyü kuşattığında,
herkes köydeki çevre duvarı çok yüksek Mor Dimat Kilisesi'ne sığınmış,
açlık ve susuzluktan kırılıncaya kadar 20 gün direnmişler.
Dışarıdaki Kürtlerin sözüne güvenip dışarı çıkan 366 kişi, güzel birkaç
genç kadın hariç köy dışına çıkarılıp öldürülmüş, vahşetin boyutundan
dolayı, Midyat'tan gelen bir subay müdahale etmek zorunda kalıp
kurtarmış kilisede kalanları. Köyü terk edip açlık, hastalık ve başka
saldırılar sonucu ölmüş çoğu. Katliamlar bitince küçük bir grup yeniden
gelmiş köye sonradan. Ceplerine kuru üzüm ve badem koyan kadınlar bu
"kılıç artıkları"ndanmış…
Diğer komşu Süryani köyü Hax (Anıtlı)… Köyün Meryem Ana adlı
kilisesinde, siyahlar içinde ışıldayan yüzüyle, bana o ana kadar yediğim
en lezzetli portakalı veren rahibe Sedok'un yaşadığı köy. (O da göçmüş
sonradan Avrupa'ya, halen yaşıyor mu bilmiyorum.) Haxlılar, çevreyi
saran asker ve Kürt aşiretlerine karşı direnmiş, 45 gün boyunca,
Sedok'un bana portakalı uzattığı o kilisede. Hax gibi direnebilen yerler
ancak 3-4 tane, tüm çevre köyler birer vahşet tablosu. Arabayê
(Alayurt), Botê (Bardakçı), Çêlik (Çelik), Dêr Salib (Çatalçam),
Habisnas (Mercimekli), Kaferbe (Güngören), Yukarı Kafro (Arıca),
Kerboran (Dargeçit), Şehirkan, Erdil (Yamanlar), Keferzê (Altıntaş) ve
daha birçok köydeki Süryaniler, kendi Kürt köylüleri tarafından
katledilmiş.
Midyat'ta birkaç sene okul sıralarını paylaştığım Süryani arkadaşlarım
Tuma, Musa, Salari, Gabriel, İshak ve diğerleri, kışın ayaz günlerinde,
ısınabilmek için, o soğuk okul sıralarında onlarla birbirimize
sokulurken Midyat'ta Süryanilerin bir zamanlar sokaklarda yakılarak ve
boğazları kesilerek öldürüldüklerini de bilmiyordum. Onlar da anlatmadı
hiç. Neşeli zamanlarında bile, Mona Lisa gibi bir gözlerinin hep
hüzünlü, buruk olmasının nedenini de çok geç anlayabildim. Dedelerinden,
ninelerinden, baba ve annelerinden miras kalan acılarını onlar da
içlerine gömmüşler hep, ondanmış. Geriye, "kılıç artıkları"na mahsus o
ürkeklik, tedirginlik, geçmek bilmeyen yapışkan bir kaygılılık ve
uysallık kalmış…
Midyat, Kürt aşiretler tarafından kuşatılıp saldırılar başladığında,
tarih 1915'in 19 Temmuz'udur. Teslim olmaları için hükümet, Kürt ve
Mihelmi aşiretlerince sunulan teklif Süryani liderler Hana Safer ve İsa
Zatê tarafından reddedilir. Saldırılar 29 Temmuz'a kadar devam eder. Mor
Sabrel ve Adoka ailesinin büyük evindeki direnişler on gün sonra
kırılabildi. Süryani liderlerden Hana Safer yakalanarak Abdullaharak
hediyesi olan kendi kılıcıyla kafası kesildi. Sırığa geçirilmiş kesik
başı Midyat sokaklarında dolaştırıldı. Ateşe verilen bir mahallenin
yangınından kaçabilenler oracıkta öldürüldü. Damlardan delikler açılarak
içeride çıkarılan yangınlarla herkes içeride boğuldu. Ayrı iki
mahalleye sığınan kadın ve çocuklar da ölüm mangalarınca öldürüldü.
Açılan tünellerden kaçmak isteyenlerin çoğu katledildi. Yüksek binaların
damlarından, gençler kafa üstü yere atıldı. Yere yatırılan yüzlerce
erkek çocuğun başları atların nallarıyla ezildi. Midyat'tan geriye
dumanlar altında bir enkaz kaldı.
Bir süre sonra katliamlar durulduğunda Turabdin'de (Merkezi Midyat olup
batıda Mardin, güneyde Nusaybin, kuzeyde Hasankeyf ve doğuda Cizre'ye
kadar uzanan bölge) yedi bin Süryani katledilmişti. Halex (Narlı),
Bagisyan (Alagöz), Dêrgub (Karagöl), Mor Bobo (Günyurdu), Zinavrah gibi
çok az yerde de Süryanilerin bazı Kürtlerce korunması, günahlarımızın ne
kadarını temizler bilinmez.
Çocukken, çevrede bazen "kahramanlık hikayeleri" kıvamında anlatılan
"Fermana Fıleha Zamanı"nın hangi zamana tekabül ettiğini çıkaramazdım.
Zamansal algı gücüm en fazla birkaç yılı kaldırırdı. Gerisi karanlık
zamanlar. O karanlık zamanlara ait, nedenini yine bilemediğim karanlık
cümleler dökülürdü körpe dimağıma: "Yedi gavur öldüren cennete
gidiyor"du, "öldürenin avucu gökkuşağı rengini alıyor ve cennete
gidiyor"du. Sonra, gelini bir akrabamızca kaçırılıp üç tane eşin üzerine
kuma yapıldığı için Haxlı Hannal'ın dedeme ağlaya ağlaya yaptığı derin
ve kahredici şikayet şöyleydi: "Biz sizin yetiminizdik, bize bu niye
yapıldı?"
Ve sonra, tozlu sokaklarda oradan oraya koşturup kimseye rahat
vermediğimiz için, annelerimizin, babalarımızın, büyük kadınların, büyük
adamların biz çocuklara azarları başlardı: "Arnawit!", "Êzîdî!",
"Ermeni!", "Serfılleh!" Bu sondaki daha bir tumturaklı söylenirdi. Ağız
dolusu, hınçla…
Gerçeğin farkına varmaya başladığınızda, Zaz'daki o Süryani kadınlara,
Hax'taki o melek rahibeye, Midyat'ta o Süryani arkadaşlarınıza ait
masumiyet, sevecenlik kokan anılarınız yerle bir olur. Bu duygu bir
kement gibi yakalar, sarıp sıkıştırır sizleri. Koca bir yumru gelip
oturur boğazınıza. Savunma amaçlı, son hamlesini bile yapamayacak
düzeyde kıstırılmış bir Süryaninin bakışını yakalarsınız. O gözlerdeki
manaya ulaşırsınız. Bir zamanlar çarmıhta İsa'nın ağzından dökülen,
(eski Süryaniceyle) "Affet onları tanrım!" bakışı…
Katliamları genelde hükümet güçlerinin ve onların örgütlediği çetelerin
yaptığını söyleriz veya öyle biliriz. Halkın, yani "baldırıçıplak"ların
rolü çoğunlukla es geçilir. Ne yazık ki özellikle Turabdin'de tarihsel
gerçekler bize farklı şeyler anlatıyor. Elbette bu durum bazı yerlerde
Ermeni katliamları için de geçerli. Turabdin Süryanilerine yönelik
yapılan katliamlar, merkezi hükümetin her şeyden bilgisinin olmadığı,
ağırlıklı olarak yerel düzeyde organize edilmiş saldırılardı. Saldırılar
daha çok halkın girişimiyle gerçekleşti. Nedeni dini ve ekonomikti.
Yöre Süryanilerinin çoğu çiftçiydi, ekim alanları geniş, büyük köylerde
yaşarlardı.
Sonuçta, yoğun bir dini propagandayla da kışkırtılan Müslüman Kürt
komşuların yüzyıllarca birlikte yaşadıkları Süryanilerin söz konusu
topraklarına, evlerine, değerli eşyalarına ve kadınlarına göz dikerek
sergiledikleri vahşet, hazmedilecek gibi gözükmüyor. Katliamlara karşı
duran çok azdı. O rüzgara genel olarak "evet" denilmiş, sessiz kalınmış,
paylaşılmış, zalim zulmünü işletirken sessiz kalanlar da kirlenmiş.
Seyid Rıza'ya, Erzincan'ı 1918 yılında 'kurtardığı' için Kazım Karabekir
tarafından, "Dersim Generali" unvanı verilmiştir. Tutsaklar arasında,
Seyid Rıza'nın da dostu olan Ermeni komutan Bogas Paşa vardır. "Kirvem,
yüzüne söylemek istediğim bir sözüm var: Yanlış yaptın, bize yapılanlar
yarın siz Kürtlerin de başına gelecektir. Sözümü unutma, siz de sıranızı
bekleyeceksiniz" der Seyid Rıza'ya.
1915 kırım günlerinde, Erzincan'da kafileler halinde sürülüp yolda
katledilecek olan Ermeni kadınlar "bu topraklar size yar olmayacak!
Buralar size kalmayacak, bu topraklarda rahat yüzü görmeyeceksiniz!"
demişler, yağma ve katliam yapan Müslümanlara.
Aynı vakitlerde, Hakkari'de katliamdan sonra topraklarından sürgün
edilen Nasturi (Doğu Süryanileri) bir kadın, topraklarına son kez
bakarak "ne bi xatirê we birano" der ağlayarak…
Belki de kehanetleri gerçekleştiğinden ya da bedduaları tuttuğundandır
ki "onlar"dan sonra da ölümler eksik olmadı bu topraklardan.
Üzerimizdeki laneti kovmak ve günahlarımızdan arınabilmek için
yapabileceklerimizi yapmadık daha, o yüzden halen bir manastır kanar
Turabdin'de…
Kaynakça:
- David Gaunt'un "Katliamlar, direniş ve koruyucular"
- Ahmet Kahraman'ın "Kürt İsyanları"
- Ayşegül Altınay-Fethiye Çetin'in "Torunlar" adlı kitapları
ile bazı sözlü kaynaklardan yararlanılmıştır.
Burdur E Tipi Cezaevi
politikart1.blogspot.de
Keine Kommentare:
Kommentar veröffentlichen