Samstag, 28. Juli 2012

Seyfo'nun laneti

27 07 2012


 SADIK ASLAN
Foto: Attila Durak

Midyat-Arnas (Bağlarbaşı) köyü, köyümüz Hêştrek'ten (Ortaca) 8 kilometre mesafededir. 1915 Temmuz başında Arnas'a komşu olan Selhê (Barıştepe) köyündeki Süryaniler, asker ve Kürt köylüler tarafından evlerinde katledilir. Arnas'ta Kürtlerle beraber yaşayan 70 Süryani aile Selhê'nin akıbetini öğrenip Midyat yönünden gelen silah seslerini işittiklerinde taşıyabildikleri ne varsa alıp köyden kaçmaya çalışır. Kaçamayıp köyde kalan Süryaniler Kürt köylülerce katledilir. 
Arnas'ın Kürt ağası Neco delikanlıyken Süryaniler tarafından bakılıp yetiştirilmiş ve aralarında yaşamış. Seyfo (kılıç yılı-kılıçtan geçirilme yılı, anlamında Süryanilerin 1915 için kullandığı ifade) olduğunda; Neco kendisini büyüten aileye ilkönce saldırmış, evin kadını "evladım, bizi tanımadın mı?" diye sorunca yanıtı şu olmuş: "dün dündür, bugün bugündür!" Kocaları, babaları, kardeşleri Fero mağarasında kesilen kadınlar her amaçla köle olarak çalıştırılmış, bazıları da öldürülmüş. 
Bizim köy Hêstrek'te yaşayan 20 Süryani aile tam o günlerde Kürt komşuları tarafından katledilir. Sağ kalmayı başaran 12 genç kaçabilmiş sadece. Orada 1. yüzyıldan kalan Mor Aday Kilisesi şimdi camidir, o caminin sonraları gördüğüm camilere niye benzemediğini çok geç bilebildim. 

Komşu Süryani köyü olan Zaz'ın (İzbırak) hikayesini de bilmiyordum. Hani, anamın eteklerine yapışıp her gittiğimde, tüm sevecenlikleriyle Süryani kadınların, başımı okşayarak ceplerime kuru üzüm, badem ve şekerli leblebi doldurdukları köy… 200 Süryani aile yaşamış orada. Köyümüz ile çevredeki bazı köylerin Kürt aşiretleri köyü kuşattığında, herkes köydeki çevre duvarı çok yüksek Mor Dimat Kilisesi'ne sığınmış, açlık ve susuzluktan kırılıncaya kadar 20 gün direnmişler.
Dışarıdaki Kürtlerin sözüne güvenip dışarı çıkan 366 kişi, güzel birkaç genç kadın hariç köy dışına çıkarılıp öldürülmüş, vahşetin boyutundan dolayı, Midyat'tan gelen bir subay müdahale etmek zorunda kalıp kurtarmış kilisede kalanları. Köyü terk edip açlık, hastalık ve başka saldırılar sonucu ölmüş çoğu. Katliamlar bitince küçük bir grup yeniden gelmiş köye sonradan. Ceplerine kuru üzüm ve badem koyan kadınlar bu "kılıç artıkları"ndanmış…
Diğer komşu Süryani köyü Hax (Anıtlı)… Köyün Meryem Ana adlı kilisesinde, siyahlar içinde ışıldayan yüzüyle, bana o ana kadar yediğim en lezzetli portakalı veren rahibe Sedok'un yaşadığı köy. (O da göçmüş sonradan Avrupa'ya, halen yaşıyor mu bilmiyorum.) Haxlılar, çevreyi saran asker ve Kürt aşiretlerine karşı direnmiş, 45 gün boyunca, Sedok'un bana portakalı uzattığı o kilisede. Hax gibi direnebilen yerler ancak 3-4 tane, tüm çevre köyler birer vahşet tablosu. Arabayê (Alayurt), Botê (Bardakçı), Çêlik (Çelik), Dêr Salib (Çatalçam), Habisnas (Mercimekli), Kaferbe (Güngören), Yukarı Kafro (Arıca), Kerboran (Dargeçit), Şehirkan, Erdil (Yamanlar), Keferzê (Altıntaş) ve daha birçok köydeki Süryaniler, kendi Kürt köylüleri tarafından katledilmiş. 
Midyat'ta birkaç sene okul sıralarını paylaştığım Süryani arkadaşlarım Tuma, Musa, Salari, Gabriel, İshak ve diğerleri, kışın ayaz günlerinde, ısınabilmek için, o soğuk okul sıralarında onlarla birbirimize sokulurken Midyat'ta Süryanilerin bir zamanlar sokaklarda yakılarak ve boğazları kesilerek öldürüldüklerini de bilmiyordum. Onlar da anlatmadı hiç. Neşeli zamanlarında bile, Mona Lisa gibi bir gözlerinin hep hüzünlü, buruk olmasının nedenini de çok geç anlayabildim. Dedelerinden, ninelerinden, baba ve annelerinden miras kalan acılarını onlar da içlerine gömmüşler hep, ondanmış. Geriye, "kılıç artıkları"na mahsus o ürkeklik, tedirginlik, geçmek bilmeyen yapışkan bir kaygılılık ve uysallık kalmış…
Midyat, Kürt aşiretler tarafından kuşatılıp saldırılar başladığında, tarih 1915'in 19 Temmuz'udur. Teslim olmaları için hükümet, Kürt ve Mihelmi aşiretlerince sunulan teklif Süryani liderler Hana Safer ve İsa Zatê tarafından reddedilir. Saldırılar 29 Temmuz'a kadar devam eder. Mor Sabrel ve Adoka ailesinin büyük evindeki direnişler on gün sonra kırılabildi. Süryani liderlerden Hana Safer yakalanarak Abdullaharak hediyesi olan kendi kılıcıyla kafası kesildi. Sırığa geçirilmiş kesik başı Midyat sokaklarında dolaştırıldı. Ateşe verilen bir mahallenin yangınından kaçabilenler oracıkta öldürüldü. Damlardan delikler açılarak içeride çıkarılan yangınlarla herkes içeride boğuldu. Ayrı iki mahalleye sığınan kadın ve çocuklar da ölüm mangalarınca öldürüldü. Açılan tünellerden kaçmak isteyenlerin çoğu katledildi. Yüksek binaların damlarından, gençler kafa üstü yere atıldı. Yere yatırılan yüzlerce erkek çocuğun başları atların nallarıyla ezildi. Midyat'tan geriye dumanlar altında bir enkaz kaldı. 
Bir süre sonra katliamlar durulduğunda Turabdin'de (Merkezi Midyat olup batıda Mardin, güneyde Nusaybin, kuzeyde Hasankeyf ve doğuda Cizre'ye kadar uzanan bölge) yedi bin Süryani katledilmişti. Halex (Narlı), Bagisyan (Alagöz), Dêrgub (Karagöl), Mor Bobo (Günyurdu), Zinavrah gibi çok az yerde de Süryanilerin bazı Kürtlerce korunması, günahlarımızın ne kadarını temizler bilinmez. 
Çocukken, çevrede bazen "kahramanlık hikayeleri" kıvamında anlatılan "Fermana Fıleha Zamanı"nın hangi zamana tekabül ettiğini çıkaramazdım. Zamansal algı gücüm en fazla birkaç yılı kaldırırdı. Gerisi karanlık zamanlar. O karanlık zamanlara ait, nedenini yine bilemediğim karanlık cümleler dökülürdü körpe dimağıma: "Yedi gavur öldüren cennete gidiyor"du, "öldürenin avucu gökkuşağı rengini alıyor ve cennete gidiyor"du. Sonra, gelini bir akrabamızca kaçırılıp üç tane eşin üzerine kuma yapıldığı için Haxlı Hannal'ın dedeme ağlaya ağlaya yaptığı derin ve kahredici şikayet şöyleydi: "Biz sizin yetiminizdik, bize bu niye yapıldı?" 
Ve sonra, tozlu sokaklarda oradan oraya koşturup kimseye rahat vermediğimiz için, annelerimizin, babalarımızın, büyük kadınların, büyük adamların biz çocuklara azarları başlardı: "Arnawit!", "Êzîdî!", "Ermeni!", "Serfılleh!" Bu sondaki daha bir tumturaklı söylenirdi. Ağız dolusu, hınçla…
Gerçeğin farkına varmaya başladığınızda, Zaz'daki o Süryani kadınlara, Hax'taki o melek rahibeye, Midyat'ta o Süryani arkadaşlarınıza ait masumiyet, sevecenlik kokan anılarınız yerle bir olur. Bu duygu bir kement gibi yakalar, sarıp sıkıştırır sizleri. Koca bir yumru gelip oturur boğazınıza. Savunma amaçlı, son hamlesini bile yapamayacak düzeyde kıstırılmış bir Süryaninin bakışını yakalarsınız. O gözlerdeki manaya ulaşırsınız. Bir zamanlar çarmıhta İsa'nın ağzından dökülen, (eski Süryaniceyle) "Affet onları tanrım!" bakışı…
Katliamları genelde hükümet güçlerinin ve onların örgütlediği çetelerin yaptığını söyleriz veya öyle biliriz. Halkın, yani "baldırıçıplak"ların rolü çoğunlukla es geçilir. Ne yazık ki özellikle Turabdin'de tarihsel gerçekler bize farklı şeyler anlatıyor. Elbette bu durum bazı yerlerde Ermeni katliamları için de geçerli. Turabdin Süryanilerine yönelik yapılan katliamlar, merkezi hükümetin her şeyden bilgisinin olmadığı, ağırlıklı olarak yerel düzeyde organize edilmiş saldırılardı. Saldırılar daha çok halkın girişimiyle gerçekleşti. Nedeni dini ve ekonomikti. Yöre Süryanilerinin çoğu çiftçiydi, ekim alanları geniş, büyük köylerde yaşarlardı. 
Sonuçta, yoğun bir dini propagandayla da kışkırtılan Müslüman Kürt komşuların yüzyıllarca birlikte yaşadıkları Süryanilerin söz konusu topraklarına, evlerine, değerli eşyalarına ve kadınlarına göz dikerek sergiledikleri vahşet, hazmedilecek gibi gözükmüyor. Katliamlara karşı duran çok azdı. O rüzgara genel olarak "evet" denilmiş, sessiz kalınmış, paylaşılmış, zalim zulmünü işletirken sessiz kalanlar da kirlenmiş. 
Seyid Rıza'ya, Erzincan'ı 1918 yılında 'kurtardığı' için Kazım Karabekir tarafından, "Dersim Generali" unvanı verilmiştir. Tutsaklar arasında, Seyid Rıza'nın da dostu olan Ermeni komutan Bogas Paşa vardır. "Kirvem, yüzüne söylemek istediğim bir sözüm var: Yanlış yaptın, bize yapılanlar yarın siz Kürtlerin de başına gelecektir. Sözümü unutma, siz de sıranızı bekleyeceksiniz" der Seyid Rıza'ya. 
1915 kırım günlerinde, Erzincan'da kafileler halinde sürülüp yolda katledilecek olan Ermeni kadınlar "bu topraklar size yar olmayacak! Buralar size kalmayacak, bu topraklarda rahat yüzü görmeyeceksiniz!" demişler, yağma ve katliam yapan Müslümanlara. 
Aynı vakitlerde, Hakkari'de katliamdan sonra topraklarından sürgün edilen Nasturi (Doğu Süryanileri) bir kadın, topraklarına son kez bakarak "ne bi xatirê we birano" der ağlayarak…
Belki de kehanetleri gerçekleştiğinden ya da bedduaları tuttuğundandır ki "onlar"dan sonra da ölümler eksik olmadı bu topraklardan. 
Üzerimizdeki laneti kovmak ve günahlarımızdan arınabilmek için yapabileceklerimizi yapmadık daha, o yüzden halen bir manastır kanar Turabdin'de…
Kaynakça:
- David Gaunt'un "Katliamlar, direniş ve koruyucular"
- Ahmet Kahraman'ın "Kürt İsyanları"
- Ayşegül Altınay-Fethiye Çetin'in "Torunlar" adlı kitapları 
ile bazı sözlü kaynaklardan yararlanılmıştır. 
Burdur E Tipi Cezaevi
 
politikart1.blogspot.de

Keine Kommentare:

Kommentar veröffentlichen