Online Journal über die Syrisch-Orthodoxe Kirche, Syrische Studien und Aramäer / www.suryoyo-online.org
Freitag, 30. November 2012
KAYBEDİLMİŞ BİR BAHİSMİDİR? HAYAT
ZEYNEP TOZDUMAN
(20.11.2012) - Çok gündemli bir ülkede günlerdir açlık grevleriyle kanayan yüreklerimiz, Ölüm oruçları 68.güne evirildiğinde, grevlerin bitmesinin sevincini bile yaşayamadık. Yaşayamadık, çünkü bu kez de Ermeni ve Süryani halkının acılarıyla yeniden yüreklerimize kan damladı. Medya bir yandan Süryani halkının tarihi bir mirası olan Mardin/Midyat’taki Mor Gabriel manastırının topraklarının hazineye geçtiğini, diğer yandan da Geçtiğimiz günlerde ibadete açılan Diyarbakır Surp Girakos kilisesinin açlık grevlerinin bitişiyle, ‘’barış çanları çalması ‘’, flash haberlerle gündeme bomba gibi düştü. Mezopotamya’nın Üç kadim halkı, bir zamanlar yan yana yaşayan üç halk, Ermeni, Süryani, Kürt. Şimdi, Aynı topraklarda, aynı kaderi Kürtler yaşıyorlar ve her ne hikmetse aynı replikle vuruluyorlar. Bu halkların yanı sıra Alevilerde bu katliamlardan ve yok sayılmalardan payını, acımasızca alıyorlar. Yüzyıllardır, Türk-İslam sentezi yâda tek tipçi anlayışlar yüzünden ya yok ediliyorlar ya aşağılanıyorlar.
Sosyal medyada çıkan , ’’ Diyarbakır'da kilise çanları PKK için çaldı.’’ Haberiyle, yüreğimizin gündemi, yine sevinci yasak kıldı bize. Asala devrimci örgütü şahsında Ermeni halkını, topyekûn aşağılamak, Restorasyonu tamamlanan, Diyarbakır Surp Girakos kilisesine ekonomik destek sunmasıyla da, Kürt halkı terörist olarak gösterilmek istenmiştir bu haberde. Yani bir taşla iki kuş misali. Kısacası, Bir haberle, iki halk vurulmak denir işte buna. Karanlık/kan emici güçler, satılık kalemşorlar aracılığı yine iş başında. Cezaevlerinde 67 gündür, ölüm orucuna girenlerin dün gece yaşama tekrar dönüşüyle, çalan Çanlara, bu güne kadar destek olan kişi, kurum, kuruluş ve dini kurumlara insan hakları savunucusu olarak sonsuz teşekkür ederim. Kim ki, insan yaşamını kutsuyor, barış adına çanlar çalıp, ses çıkarıyorsa, büyük insanlık önünde saygıyla eğilmek gerektiğine inanıyorum. Barış adına, özgürlük adına çalacaksa Çanlar, Diyarbakır surp girakos kilisesinin çanları sonsuza dek çalsın hiç susmasın bir daha diyorum. Ülkedeki tüm camilerde bu durumdan örnek alsın.
Çanların barış adına çalmasını fırsat bilen, faşist ( ittihat-terakki )Medya, nefret ve ayrımcılık suçu işlemeye devam ediyor. Bu suçu işleyenlere sözümüz var ''Edi bese, Sofeg hogil,Gipave aylevs, Yeter artık.'' Diyoruz. Küresel emperyalizmin parçala, böl, yönet politikalarına inat, Ezilen ve katliama uğrayan halkların bir araya gelmesini engelleyemezsiniz gayrı beyler.
Haberde diyor ki, Neymiş efendim, kendiliğinden kapanan kilisenin (1915’den bu yana anayurtlarında, sistematik bir şekilde yok edilen Kiliseleri, şapelleri, Tarihi eserleri tarumar edilmiş bir halktır Ermeniler) ) Müslümanların ödedikleri vergilerle, Amed Büyükşehir belediyesi restore ettirmiş. Sözde ödedikleri vergilerin, hesabını soruyorlar Sayın Baydemir’e.
O zaman bende soruyorum dini bütün Müslümanlara!..
1915'den bu yana Ermenilerden gasp ettikleri şu anda oturdukları evleri, yedikleri ekmeği nasıl rahat yiyorlar. Sizler,1915’in Özrünü dileyeceğinize hala doymak bilmeyen cüzdanınızın hesabını yapıyorsunuz. Sizin vicdanınız; Cüzdanınızdan neden? Hep daha küçük oldu.
Ölümü, nefreti kini, değil insana yanmayı kutsal kabul ettiğimiz gün; bu topraklar sevgiyle, Barışla, Özgürlükle, güzelleşecek.
Gelelim uzun zamandır kalbimin durmaksızın kanayan yaralarına/Süryanilere…2008’den bu yana devam eden MOR GABRİEL manastırı toprak davasında eh nihayet Yargıtay son noktayı koydu. Gerekçeli kararda ‘’Manastırın 276 dönüm araziyi işgal ettiğini belirterek Hazine’ye tescil edildi. ’’Bu karara hiç şaşırmadık nedense, böyle sonuçlanacağını biliyorduk. Şu anda Süryani halkına AHİM’e gitmekten başkada bir yol kalmadı.
Kamuoyunda 2009 yılında başlattığımız www.morgabrieledokunma.com imza kampanyası bu gün bile hala güncelliğini koruyor. Koruyor, çünkü mazlum Süryani halkı için değişen bir şey yok Doğu cephesinde. Mor Gabriel manastırında yaşayanların ve Süryani halkının yürekleri 2008 yılından, bu güne değin hep güvercin ürkekliğinde. Kimin? Ne hakkı var bu halka eza etmeye. Ah ışığın çocukları,6000 yıllık bir Mezopotamya’nın ilk çiçekleri. Turabdin’nin Yaralı kuşları… Ne diyeyim şimdi ben size. Umut, hangi dağda yeşerir. Nasıl iyi olur iki bin beş yüz yıllık yaralarınız bilmiyorum, bilemiyorum. Bilen, duyan varsa hemen söylesin, kanat takıp, gidip almak isterim.
Baharı, umudu ayaklarınızın altına serebilmek… Kendi öz yurdunuzda gözyaşlarınızla suladığınız toprakları size geri verebilmek ne çok isterdim. Işığın çocuklarıyla yan yana yürümek insanlığın gereği, olmazsa olmazıdır. Hiç bir toprak daha kutsal değildir sizin gözyaşlarınızdan. Biz, Güneşin ve ateşin çocuklarından öğrendik direnmeyi. Bedenlerini, ölüme yatıranlar kadar cesur ve kararlı olduğumuz gün kazanacağız davayı. Bu yüzden teslim olmak, yok be artık güzel insanlar. Nemiz kalır geriye sonra. Ya hep birlikte direneceğiz, ya hep birlikte yok olacağız bu ülkede, başka ötesi yok bunun. Ülkem kadar Güzel, ülkem kadar lanetli bir coğrafyanın, en güzel sabır çiçekleri bilin ki, henüz kaybedilmedi dava. Biz direnişe yeni başlıyoruz. Vicdanlarımıza, vicdanlar katarak çoğalacağız. Silahımız inançla kuşanıp, öfkelerimizi bileyerek yürüyeceğiz. Çünkü Kavgamız var hayatla. Hayat; kaybedilmiş bir bahis değildir. Ve son sözümüzü söylemedik henüz. Er yâda geç Güvercinler kazanacak bu ülkede. Hele biz Akbabalara direnmekte kararlı olalım.
Sonntag, 25. November 2012
Süryaniler Mor Gabriel için AİHM yolunda
Yargıtay, Mor Gabriel Manastırı’nın
‘işgalci’ olduğuna ve arazisinin Hazine adına tescil edilmesine
hükmetti. Süryaniler, Anayasa Mahkemesi’ne gidiyor. Avukat Rudi Sümer,
“Yine sonuç çıkmazsa, AİHM’e gideceğiz” dedi.
24 Kasım 2012 Cumartesi 01:04
UYGAR GÜLTEKİN
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, Mor Gabriel Manastırı’nın ‘işgalci’ olduğuna ve manastırın üzerinde bulunduğu arazinin Hazine adına tescil edilmesine hükmetti. Karara tepki gösteren Süryaniler, Anayasa Mahkemesi’ne gitmeye hazırlanıyor. Vakıf Başkanı Kuryakos Ergin, “Binlerce yıldır bu topraklardayız, hâlâ yabancıyız” dedi.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, Mardin’e bağlı Midyat ilçesinde bulunan 1615 yıllık Mor Gabriel Manastırı’nın 276 dönümlük arazisinin Hazine adına tescil edilmesine karar verdi. Dosya yeniden yerel mahkemeye gittikten sonra, bir kez daha Yargıtay’ın önüne gelecek.
Mor Gabriel Manastırı Vakfı Başkanı Kuryakos Ergun, karara tepkili. Ergun, “Türkiye’de beş yıl yaşayabilen biri vatandaşmış gibi haklardan yararlanabiliyor. Biz ise binlerce yıldır burada yaşıyoruz ama hâlâ yabancı gibi görülüyoruz” dedi.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 1974 tarihli bir kararında ‘yabancı gayrimüslimler’ ifadesinin kullandığını hatırlatan Ergun, “Aradan yıllar geçti, o kadar yasa değişti, düzenleme yapıldı, ancak bunların hiçbirini dikkate almadılar. O kararda bizler için ‘Türkiye’de yabancı gayrimüslimler’ ifadesi kullanılmıştı. Kanunlarda ne kadar iyileştirme yapılırsa yapılsın, bu zihniyet düzelmiyor” dedi.
Mor Gabriel Manastırı’nın avukatı Rudi Sümer, kararla ilgili sorularımızı yanıtladı. Kararın kendileri için bir hayal kırıklığı olduğunu belirten Sümer, şunları söyledi: “Vakıfların mülkiyet sorunlarını gidermek için yeni düzenlemeler yapıldı. Elimizde resmi evraklara dayanan ciddi deliller var. Bunların hiçbiri yetince dikkate alınmadı. Bizim başta mülkiyet hakkımız olmak üzere pek çok hakkımız ihlal edilmiş
agos.com.t
Freitag, 23. November 2012
SYRIA - Syrian Orthodox Archbishop Roham’s appeal to the belligerents: "Save the cities of Kamishly and Hassaké"
(PA) (Agenzia Fides 22/11/2012)
***
Syrian-Orthodox Archbishop Describes Fears of Syria
His Excelleny Eustathius Matta Roham Explains Plight of Victims of Ongoing Violence
ROME, NOV. 15, 2012 (Zenit.org).- The Syrian-Orthodox Archbishop of Jazirah and the Euprates, His Excellency Eustathius Matta Roham, said that there is a lot of fear among families near the border of Turkey and Syria.
“People are so afraid of a real war that could break out at any time between Turkey and Syria,” he said in an article published earlier this week by the Fides News Agency.
“People are very worried about their children, for women and for their properties. Many of them are always ready to emigrate to Europe and other neighboring countries, which are considered safer. We live in uncertainty: it is very difficult to say what could happen tomorrow," he explained.
The Syrian prelate described the situation of two cities in his diocese: Ras Al-Ayn and Derbasieh. Fighting commenced in Ras Al-Ayn last Thursday, November 8, and it is now occupied by the forces of the Syrian opposition.
“Now it is very risky to go to the city,” he explained. “The current fighting will lead to its destruction. I fear that the fate of our Christian community and churches, as well as that of other communities, will be similar to that of other towns like Homs and Deir Ezzor."
Derbasieh has suffered the same fate, the archbishop added. On November 9th most people fled for fear of being in the crossfire. "The people of Derbasieh was invited to leave their homes, as the opposition forces, which are beyond the border in turkish territory, were ready to occupy the city,” he explained.
“There was also an agreement between the opposition and the local Kurdish community, who represent the majority in Derbasieh: government officials agreed to leave the city without fighting and this agreement saved the lives of many civilians."
***
SYRIEN: ERZBISCHOF RAHAM APPELLIERT AN KRIEGSPARTEIEN: VERSCHONT DIE STÄDTE KAMISHLY UND HASSAKÉ
400.000 Menschen leben in AngstROM, 22. November 2012 (ZENIT.org). - Tausende unschuldige Zivilisten und Flüchtlingsfamilien, darunter viele Frauen, ältere Menschen und Kinder haben in den Städten Kamishly und Hassaké (Ostsyrien) Zuflucht gesucht, die deshalb „unbedingt vom Konflikt verschont bleiben müssen, damit eine humanitäre Katastrophe vermieden wird“. Diesen Appell veröffentlichte der syrisch-orthodoxe Erzbischof Eustathius Matta Roham von Jazirah und Euphrat im östlichen Teil des Landes, wie der Fidesdienst berichtet.
In einem
Bericht bezeichnet Erzbischof Matta Roham die Situation als „konfus“.
Die Menschen seien „verängstigt“, insbesondere auch in Kamishly und
Hassaké. „In beiden Städten wohnen über 400.000 Menschen“, so der
Kirchenvertreter weiter, „davon sind jeweils etwa 20 Prozent Christen.
Außerdem halten sich in Kamishly und Hassaké tausende
Flüchtlingsfamilien auf, die ihre zerstörten Wohnungen in anderen Teilen
des Landes verlassen mussten. Wenn eines Tages, Gott möge es
verhindern, der Krieg auch diese beiden Städte erreicht, dann wird es
ein verheerende Katastrophe für tausende Familien und unschuldige
Zivilsten geben.“
Deshalb appelliert der Erzbischof an
internationale Organisationen und alle Konfliktparteien mit der Bitte,
dass „diese Region verschont bleiben möge und damit sicherer
Zufluchtsort für alle sein kann und das Leben tausender Familien
gerettet wird“. In seiner Botschaft erklärt der Erzbischof mit Blick auf
die Zerstörung vieler Städte und Infrastrukturen mit Bedauern, dass
„viele Jahre notwendig sein werden, damit sowohl die Seelen als auch die
Gebäude unseres Landes wieder hergestellt werden. Ich bete dafür, dass
die Gerechtigkeit und der Frieden über dieses Chaos siegen werden.“
„Der Krieg in Syrien“, heißt es weiter, „führt zu Spaltung unter den
Gemeinschaften an vielen Orten und zur Verwüstung der Städte. Auf der
anderen Seite entsteht aber auch Solidarität unter vielen Menschen, die
den bewaffneten Kampf ablehnen und versuchen, Not leidenden Familien zu
helfen.“
Bischof Matta Roham betont abschließend, er bete dafür,
dass „der Herr alle Konfliktparteien zu einer friedlichen Lösung führen
möge.“
Mittwoch, 21. November 2012
Avrupa Birliği, Deyrulumur Kararından Endişeli
20 Kasım 2012 Salı 14:48
Avrupa Birliği, Yargıtay’ın Deyrulumur (Mor Gabriel) kararına tepki gösterdi. Yargıtay’ın Deyrulumur Manastırı arazisinin Hazine’ye devri kararının düzeltilmesi talebini reddetmesinden ‘ciddi olarak endişe ettiklerini’ açıklayan.
Avrupa Birliği, Yargıtay’ın Deyrulumur (Mor Gabriel) kararına tepki gösterdi. Yargıtay’ın Deyrulumur Manastırı arazisinin Hazine’ye devri kararının düzeltilmesi talebini reddetmesinden ‘ciddi olarak endişe ettiklerini’ açıklayan AB Komisyonu, adli sürecin devlet kurumları tarafından başlatılmış olmasından da ayrıca ‘kaygılı’ duyduklarını vurguladı.
AB Komisyonu’nun Genişleme ve Avrupa Komşuluk Politikası’ndan Sorumlu Komiseri Stefan Füle’nin sözcüsü Peter Stano, Cihan Haber Ajansı'na yaptığı açıklamada Türkiye’nin AB ile üyelik müzakereleri yürüten aday ülke olduğunu, bütün vatandaşlarının temel haklarını teminat altına almak mecburiyetinde olduğunu vurguladı. Stano, AB’nin başta Deyrulumur Manastırı olmak üzere, Süryani cemaatinin mülk hakları ile ilgili bütün davaları yakından takip etmeye devam edeceğini de belirtti.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, mahalli mahkemenin direnmesine rağmen Midyat Süryani Deyrulumur Manastırı arazisinin Hazine'ye devrine ilişkin kararının düzeltilmesi talebini geçtiğimiz hafta reddetmişti. Kararda yürürlükteki mevzuatta, cemaat vakıflarının zilyetlikle mal edinebileceklerine ilişkin açık ve kapalı bir hüküm olmadığı, bunun vakıf fikri ile de bağdaşmayacağı savunulmuştu.
Mardin'in Midyat ilçesinde 2008 yılında kadastro çalışmaları sırasında, bölgedeki köy muhtarları Deyrulumur Manastırı'nın köylülere ait 276 dönümü işgal ettiğini savunarak Hazine'ye müracaat etmişti. Hazine, 276 dönüm arazinin Hazine'ye tescil edilmesi için Midyat Kadastro Mahkemesi'nde tapu tescili davası açmıştı. CİHAN
AB Komisyonu’nun Genişleme ve Avrupa Komşuluk Politikası’ndan Sorumlu Komiseri Stefan Füle’nin sözcüsü Peter Stano, Cihan Haber Ajansı'na yaptığı açıklamada Türkiye’nin AB ile üyelik müzakereleri yürüten aday ülke olduğunu, bütün vatandaşlarının temel haklarını teminat altına almak mecburiyetinde olduğunu vurguladı. Stano, AB’nin başta Deyrulumur Manastırı olmak üzere, Süryani cemaatinin mülk hakları ile ilgili bütün davaları yakından takip etmeye devam edeceğini de belirtti.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, mahalli mahkemenin direnmesine rağmen Midyat Süryani Deyrulumur Manastırı arazisinin Hazine'ye devrine ilişkin kararının düzeltilmesi talebini geçtiğimiz hafta reddetmişti. Kararda yürürlükteki mevzuatta, cemaat vakıflarının zilyetlikle mal edinebileceklerine ilişkin açık ve kapalı bir hüküm olmadığı, bunun vakıf fikri ile de bağdaşmayacağı savunulmuştu.
Mardin'in Midyat ilçesinde 2008 yılında kadastro çalışmaları sırasında, bölgedeki köy muhtarları Deyrulumur Manastırı'nın köylülere ait 276 dönümü işgal ettiğini savunarak Hazine'ye müracaat etmişti. Hazine, 276 dönüm arazinin Hazine'ye tescil edilmesi için Midyat Kadastro Mahkemesi'nde tapu tescili davası açmıştı. CİHAN
haberimport.com
Samstag, 17. November 2012
Süryani Metropoliti Özmen: Mardin'deki Hoşgörü Bütün Dünyaya Örnek Olmalı
Gazeteciler
ve Yazarlar Vakfı tarafından bu yıl 4. kez düzenlenen 'Birlikte Yaşama
Ödülleri' kapsamında 'sosyal ve kültürel kaynaşma' alanında ödüle laik
görülen Süryani Cemaati Mardin Metropoliti Saliba Özmen, Mardin’deki
birlik, ber.
Gazeteciler ve Yazarlar
Vakfı tarafından bu yıl 4. kez düzenlenen 'Birlikte Yaşama Ödülleri'
kapsamında 'sosyal ve kültürel kaynaşma' alanında ödüle laik görülen
Süryani Cemaati Mardin Metropoliti Saliba Özmen, Mardin’deki birlik,
beraberlik ve hoşgörünün bütün dünyaya örnek olması temennisinde
bulundu.
Bin 500 yıllık tarihi geçmişi bulunan Deyrulzafaran Manastırı'nda Mardin’deki birlikte yaşama kültürü hakkında önemli açıklamada bulunan Metropolit Saliba Özmen, kendisine gösterilen ilgiden dolayı Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’na teşekkür etti.
Süryani cemaati adına vakıf tarafından ödüle laik görüldüğünü belirten Özmen, ”Anadolu’nun derin tarihine baktığımızda birlik ve beraberlik çok kültürlülük çok dillik ve zenginliği kodlarında barındırmaktadır. Bu zenginliği bu gerçeği yaşamak ve yaşatmak için hepimize büyük görevler düşmektedir.” dedi.
GAZETECİ VE YAZARLAR VAKFI ÖNEMLİ HİZMETLERE İMZA ATTI
Herkesin kendi çapında çoğulculuğa, çok kültürlülüğe ve çok dilliğe sahip çıkmak için çaba göstermek zorunda olduğunu kaydeden Özmen, "Bu anlamda Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı gerçekten birkaç yıldır bu konuda çok önemli bir etkinliğe imza attığını ifade ettti.
Özmen, şöyle devam etti: "Bu doğrultuda emeği geçenleri ödüllendirmek ve onura etmek çok önemli bir adımdır. Bütün dallarda insanlar ödüllendirilmelidir. Herkes kendi makamında kendi pozisyonda eğer buna benzer etkinliklerde içinde bulunursa ve teşvik edilirse o zenginliği o kültürü yaymak için tabii ki kendisi için önemli bir adım olur. Bu anlamda ben gerçekten Gazeteci ve Yazarlar Vakfı başkanını ve bütün çalışanlarına teşekkür ediyorum. Takdirlerimi iletiyorum. Bu çalışmalar devam etmelidir.”
"DÜNYA MARDİN’İ ÖRNEK ALMALIDIR"
Mardin’deki kültür, kaynaşma ve dayanışmanın, her zaman Mardin'in kodlarında mevcut olduğunu dile getiren Özmen, şunları kaydetti: "Süryanilerin, Arapların, Ermenilerin, Yahudilerin, Türklerin bir arada yaşadığı farklı dillerin, dinlerin, kültürlerin beraber yaşadığı Mardin’deki bu ortam, hem bölgemize hem de dünyaya örnek olmaktadır. Bunları sadece sözde değil fiiliyatta da gerçekleştirmek zorundayız. Bizler bir aileyiz. Hem vatandaş olarak hem de Türkiye cumhuriyeti vatandaşları olarak bir aileyiz. Ailenin içinde tatsızlıklar olur hoşgörüsüzlükler olur. Ama sonuçta bir ailenin bireyleriyiz. Aynı organizmanın farklı organları olarak birbirine yakın dayanışma içinde sevgi içinde barış içinde bu kültürü yaşatarak ve yaşayarak nesillere aktarmak zorundayız."
Mardin'de insanların birbiri ile barış içinde yaşamasının, birbirini özümsemesinin ve çok kültürlülüğü bir yerde harmanlamasının, dünyaya örnek olmasını isteyen Özmen, Allah'ın da bu çeşitliliği sevdiğini ve bunu zorunlu kıldığını dile getirdi.
Mardin'de gelenek haline gelen bu durumun hala devam ettiğini kaydeden Özmen, "Birbirimizi kabul etmemiz, özümsememiz, kucaklaşmamız sevgi adına Allah’ın yolunda önemli bir adımdır. Onun için sadece Mardin’de değil bütün Türkiye’de bütün dünyada bu şekilde olması gerekir. Kültürel anlamda siyasal anlamda dinsel anlamda bazı eksikliğimiz var. Bunları barış içinde sevgi içinde karşılıklı saygı içinde bunları çözmeliyiz. Bizde din adamları olarak gece gündüzlü dualarımızla anıyoruz. Bizim temennimiz o ki Allah bizim insanlarımızı, cumhuriyeti bütün kültürleri, dinleri ve bütün insanlığı barış içinde yaşatsın. Allah’ı sevmek bizim için en doğru yoldur.” açıklamasını yaptı.
ORTAK PAYDAMIZ ALLAH SEVGİSİDİR
Ortadoğu’da yaşanan şiddetin sona ermesi için Deyrulzafaran Manastırı'ndan bütün dünyaya barış çağrısında bulunan Metropolit Saliba Özmen, "Duam ve temennim o ki bir an önce savaşların sona ermesidir. Hoşgörüsüzlüklerin tatsızlıkların sona ermesidir. Herkes şunu bilmelidir ki savaş hiç kimseye yarar sağlamaz. Tabi ki anlaşacağımız ortak paydalarımız var. Ortak paydamız Allah sevgisidir. Bu sevginin etrafında hepimiz birleşmeliyiz. Ve birleşebiliriz. Dünya hepimize yetecek kadar güzeldir. Allah’ın yaratmış olduğu kutsal varlık insandır. Biz kutsal varlıklar olarak birbirimizi sevgi içinde barış içinde birbirimizi kucaklarsak ancak bu şekilde savaşlar sona erecektir. Mardin birçok şeyi aşmıştır. İnsanların birbiri ile yaşadığı özümsemesi bu çeşitlilik bu çok kültürlülük bir yerde harmanlaşması gerçekten Allah bu çeşitliliği seviyor. Bunu zorunlu kılıyor. Bunu nereden alıyor. Bunu Allah sevgisinden alıyor. Bu gelenek haline geldi. Mardin’de bu gelenek sürüyor. Tabi eksik de olsa bu gelenek sürüyor. Birbirimizi kabul etmemiz özümsememiz kucaklaşmamız sevgi adına Allah’ın yolunda önemli bir adımdır. Onun için sadece Mardin’de değil bütün illerimizde bütün dünyada bu şekilde olması gerekir.” diye konuştu.
CİHAN
Bin 500 yıllık tarihi geçmişi bulunan Deyrulzafaran Manastırı'nda Mardin’deki birlikte yaşama kültürü hakkında önemli açıklamada bulunan Metropolit Saliba Özmen, kendisine gösterilen ilgiden dolayı Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’na teşekkür etti.
Süryani cemaati adına vakıf tarafından ödüle laik görüldüğünü belirten Özmen, ”Anadolu’nun derin tarihine baktığımızda birlik ve beraberlik çok kültürlülük çok dillik ve zenginliği kodlarında barındırmaktadır. Bu zenginliği bu gerçeği yaşamak ve yaşatmak için hepimize büyük görevler düşmektedir.” dedi.
GAZETECİ VE YAZARLAR VAKFI ÖNEMLİ HİZMETLERE İMZA ATTI
Herkesin kendi çapında çoğulculuğa, çok kültürlülüğe ve çok dilliğe sahip çıkmak için çaba göstermek zorunda olduğunu kaydeden Özmen, "Bu anlamda Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı gerçekten birkaç yıldır bu konuda çok önemli bir etkinliğe imza attığını ifade ettti.
Özmen, şöyle devam etti: "Bu doğrultuda emeği geçenleri ödüllendirmek ve onura etmek çok önemli bir adımdır. Bütün dallarda insanlar ödüllendirilmelidir. Herkes kendi makamında kendi pozisyonda eğer buna benzer etkinliklerde içinde bulunursa ve teşvik edilirse o zenginliği o kültürü yaymak için tabii ki kendisi için önemli bir adım olur. Bu anlamda ben gerçekten Gazeteci ve Yazarlar Vakfı başkanını ve bütün çalışanlarına teşekkür ediyorum. Takdirlerimi iletiyorum. Bu çalışmalar devam etmelidir.”
"DÜNYA MARDİN’İ ÖRNEK ALMALIDIR"
Mardin’deki kültür, kaynaşma ve dayanışmanın, her zaman Mardin'in kodlarında mevcut olduğunu dile getiren Özmen, şunları kaydetti: "Süryanilerin, Arapların, Ermenilerin, Yahudilerin, Türklerin bir arada yaşadığı farklı dillerin, dinlerin, kültürlerin beraber yaşadığı Mardin’deki bu ortam, hem bölgemize hem de dünyaya örnek olmaktadır. Bunları sadece sözde değil fiiliyatta da gerçekleştirmek zorundayız. Bizler bir aileyiz. Hem vatandaş olarak hem de Türkiye cumhuriyeti vatandaşları olarak bir aileyiz. Ailenin içinde tatsızlıklar olur hoşgörüsüzlükler olur. Ama sonuçta bir ailenin bireyleriyiz. Aynı organizmanın farklı organları olarak birbirine yakın dayanışma içinde sevgi içinde barış içinde bu kültürü yaşatarak ve yaşayarak nesillere aktarmak zorundayız."
Mardin'de insanların birbiri ile barış içinde yaşamasının, birbirini özümsemesinin ve çok kültürlülüğü bir yerde harmanlamasının, dünyaya örnek olmasını isteyen Özmen, Allah'ın da bu çeşitliliği sevdiğini ve bunu zorunlu kıldığını dile getirdi.
Mardin'de gelenek haline gelen bu durumun hala devam ettiğini kaydeden Özmen, "Birbirimizi kabul etmemiz, özümsememiz, kucaklaşmamız sevgi adına Allah’ın yolunda önemli bir adımdır. Onun için sadece Mardin’de değil bütün Türkiye’de bütün dünyada bu şekilde olması gerekir. Kültürel anlamda siyasal anlamda dinsel anlamda bazı eksikliğimiz var. Bunları barış içinde sevgi içinde karşılıklı saygı içinde bunları çözmeliyiz. Bizde din adamları olarak gece gündüzlü dualarımızla anıyoruz. Bizim temennimiz o ki Allah bizim insanlarımızı, cumhuriyeti bütün kültürleri, dinleri ve bütün insanlığı barış içinde yaşatsın. Allah’ı sevmek bizim için en doğru yoldur.” açıklamasını yaptı.
ORTAK PAYDAMIZ ALLAH SEVGİSİDİR
Ortadoğu’da yaşanan şiddetin sona ermesi için Deyrulzafaran Manastırı'ndan bütün dünyaya barış çağrısında bulunan Metropolit Saliba Özmen, "Duam ve temennim o ki bir an önce savaşların sona ermesidir. Hoşgörüsüzlüklerin tatsızlıkların sona ermesidir. Herkes şunu bilmelidir ki savaş hiç kimseye yarar sağlamaz. Tabi ki anlaşacağımız ortak paydalarımız var. Ortak paydamız Allah sevgisidir. Bu sevginin etrafında hepimiz birleşmeliyiz. Ve birleşebiliriz. Dünya hepimize yetecek kadar güzeldir. Allah’ın yaratmış olduğu kutsal varlık insandır. Biz kutsal varlıklar olarak birbirimizi sevgi içinde barış içinde birbirimizi kucaklarsak ancak bu şekilde savaşlar sona erecektir. Mardin birçok şeyi aşmıştır. İnsanların birbiri ile yaşadığı özümsemesi bu çeşitlilik bu çok kültürlülük bir yerde harmanlaşması gerçekten Allah bu çeşitliliği seviyor. Bunu zorunlu kılıyor. Bunu nereden alıyor. Bunu Allah sevgisinden alıyor. Bu gelenek haline geldi. Mardin’de bu gelenek sürüyor. Tabi eksik de olsa bu gelenek sürüyor. Birbirimizi kabul etmemiz özümsememiz kucaklaşmamız sevgi adına Allah’ın yolunda önemli bir adımdır. Onun için sadece Mardin’de değil bütün illerimizde bütün dünyada bu şekilde olması gerekir.” diye konuştu.
CİHAN
midyathabur.com
Freitag, 16. November 2012
Mor Gabriel Manastırı'nda son söz söylendi
15 Kasım 2012
Yargıtay
Hukuk Genel Kurulu, Süryani Manastırı Mor Gabriel'in arazisinin
Hazine'ye devrine ilişkin kararının düzeltilmesi istemini reddetti.
Mardin'in Midyat ilçesinde 2008 yılında kadastro çalışmaları sırasında, bölgedeki köy muhtarları Mor Gabriel Manastırı'nın köylülere ait 276 dönümü işgal ettiğini savunarak Hazine'ye başvurdu. Hazine, yapılan başvuru üzerine 276 dönüm arazinin Hazine'ye tescil edilmesi için Midyat Kadastro Mahkemesi'nde tapu tescili davası açtı.
Davayı görüşen Midyat Kadastro Mahkemesi, Vakıflar Genel Müdürlüğü'nden istenen kayıtlar, yapılan keşif ve dinlenen yerel bilirkişi ve tanık beyanlarına dayanarak, Hazine'nin açtığı tapu tescil davasını reddetti.
Mahkeme'nin ret kararının gerekçesinde, dava konusu 12 taşınmazı yasa gereği iktisap ettiği, dava konusu taşınmazların vergilerini Vakfın 1937'den bu yana ödediği, dava konusu taşınmazlara tarım arazisi vasfı sıfatıyla kadimden beri vakfın mülkiyetinde olduğu tespitleri yapıldı. Gerekçede ayrıca, taşınmazların ormandan, kıraçtan Hazine'den kazanılma yerler olmadığı da belirtildi.
Daire, yerel mahkemenin kararını oy birliğiyle bozdu. Yerel Mahkeme, Yargıtay'ın bozma kararına uymayarak, ilk kararında direndi. Davacı Hazine'nin direnme kararını da temyiz etmesi üzerine dosya Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'na geldi.
Kurul, yerel mahkemenin direnme kararını oy birliğiyle bozdu. Hukuk Genel Kurulu'nun kararında, Mor Gabriel Kilisesi'nin kadimden beri kullandığını ileri sürdüğü arazilerin bir bölümünün, 1950-1953 yıllarında çevredeki kişiler tarafından kiliseye hibe edildiğini söylediği ancak bu konuda herhangi belge vermediği belirtildi. Kararda, çekişmeli parsellerin 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun ''tapuda kayıtlı olmayan taşınmaz malların tespiti''ne ilişkin 14. Maddesine göre davalı vakıf adına tescil edilme olanağı bulunmadığı vurgulanarak, ''Hazine'nin davasının kabulüne karar verilmesi gerekirken, aksi yönde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırıdır'' denildi.
aa.com.tr
Donnerstag, 15. November 2012
Syrisch-orthodoxer Metropolit Mar Gregorios von Aleppo gegen jede Militärintervention von außen
Metropolit warnt: Syrien bald "totes Land"
13.11.2012
Die Situation in Aleppo sei dramatisch. Der Metropolit sprach von einer "toten Stadt". Nach fünf Uhr nachmittags seien alle Straßen leer, das öffentliche Leben erloschen, Schulen und Universitäten von Flüchtlingen besetzt, Geschäfte, Kirchen und Moscheen geschlossen. Bis zu einem Drittel der Christen habe die Stadt verlassen; eine Prozentzahl, die auch für andere Regionen in Syrien gelte, sagte Mar Gregorios. Eine traurige Ausnahme stelle die Stadt Homs dar, in der es keinen einzigen Christen mehr gebe.
Von einer expliziten Christenverfolgung wollte der Bischof trotzdem nicht sprechen, wiewohl durchaus Christen gezielt entführt würden, um Lösegeld zu erpressen. Es seien auch schon unzählige Christen getötet worden, "aber nicht wegen ihrer Religionszugehörigkeit". Er wolle auch nicht von einem Bürgerkrieg in Syrien sprechen, so der Metropolit. Nicht das Volk befinde sich im Kriegszustand sondern einzelne Gruppierungen. Freilich sei die Gefahr eines Bürgerkrieges hoch.
Wie der Bischof weiter sagte, seien seit März 2011 zwischen 15.000 und 17.000 Syrer bei den Kämpfen ums Leben gekommen, zwischen 200.000 und 400.000 Personen seien verletzt worden. Zwei Millionen Menschen seien Flüchtlinge im eigenen Land, 400.000 hätten im Ausland Schutz gesucht.
Militärintervention wäre "Katastrophe"
Einer Militärintervention von außen erteilte der Bischof eine deutliche Absage: "Das wäre eine Katastrophe." Auch halte er nichts von der Idee, das Land nach Religionen bzw. Volksgruppen aufzuteilen. Die einzelnen Teile wären nicht überlebensfähig. Es brauche stattdessen dringend einen Waffenstillstand, humanitäre Hilfe für die Bevölkerung und Verhandlungen.
Leider sei die Kampfmoral sowohl auf Seiten der Regierung als auch bei der Opposition noch sehr hoch, beide Seiten wollten den militärischen Sieg. Den werde es aber nicht geben, zeigte sich der Bischof überzeugt. "Beide Seiten werden verlieren und sich selbst zerstören."
Österreich soll Vermittlerrolle einnehmen
Sorgen bereiten dem Bischof die Zunahme des Extremismus in den Reihen der Opposition. Das betreffe allerdings nur die vielen ausländischen Kämpfer in Syrien, nicht die einheimischen. Er sei auch davon überzeugt, dass die innersyrische Opposition die ausländischen Kämpfer nicht aktiv ins Land geholt habe. Die Christen in Syrien seien keine geschlossene Gruppe, so der Bischof weiter. Es gebe aktive Anhänger des Assad-Regimes wie auch der Opposition. Die große Mehrheit freilich stehe zwischen den Fronten ohne Partei zu ergreifen.
Von Österreich erwartete sich Mar Gregorios eine aktive Rolle bei der friedlichen Beilegung des Konflikts. Österreich dürfe nicht für eine Seite Partei ergreifen, sondern sollte die Position eines Vermittlers einnahmen. Auch von der katholischen Kirche im Land erwarte er sich mehr Engagement in dieser Richtung, sagte der Bischof.
Hilfe brauche die Kirche in Syrien, um die unzähligen Flüchtlinge versorgen zu können. Angesichts des nahenden Winters bahne sich eine humanitäre Katastrophe an. Viele Flüchtlinge hätten weder Unterkünfte, noch ausreichend Nahrung oder medizinische Versorgung. Die Hilfe der Kirche gelte ohne Unterschied sowohl Christen wie auch Muslimen, betonte Mar Gregorios.
Lopatka sagt Hilfe zu
Am Montag war der syrisch-orthodoxe Metropolit von Aleppo, Mar Gregorios Youhanna Ibrahim, in Wien mit Staatssekretär Reinhold Lopatka zusammengetroffen. "Wir dürfen nicht zulassen, dass sich das Szenario des Irak mit der Flucht der Minderheiten einschließlich der Christen in Syrien wiederholt", so Lopatka im Anschluss an das Gespräch. Es gelte, die ethnische und religiöse Vielfalt Syriens zu erhalten und die Rechte aller gesellschaftlichen Gruppen in einer neuen Verfassung sicherzustellen", unterstrich der Staatssekretär.
Aufgrund der sich täglich verschlimmernden Not der syrischen Bevölkerung und der Zunahme der Flüchtlingszahlen plane die Bundesregierung eine weitere Aufstockung der humanitären Hilfe für Syrien, kündigte Lopatka an.
Fälle von Beulenpest in Homs
Unterdessen sind in der umkämpften syrischen Stadt Homs nach Angaben lokaler Kirchenkreise Fälle von Beulenpest aufgetreten. Die Krankheit sei insbesondere in den weitgehend verlassenen Innenstadtvierteln Khalydye, Hamidiye e Bustan Diwan festgestellt worden, meldet der vatikanische Missionspressedienst "Fides" am Dienstag. Dort hielten sich infolge der Kämpfe zwischen Rebellen und Regierungseinheiten nur noch 80 Personen weit verstreut in mehreren Gebäuden auf.
Zu Infektionen sei es aufgrund dramatischer hygienischer Bedingungen gekommen, schreibt Fides. Auf den Straßen und in den Ruinen lägen weiterhin Leichen sowie Tierkadaver, die bislang nicht hätten geborgen werden können.
Zum ersten Mal seit Monaten hätten Hilfsteams von Rotem Kreuz und Rotem Halbmond nach langen Verhandlungen die Innenstadtbezirke von Homs besuchen können, schreibt "Fides". Sie hätten Medizin, Erste-Hilfe-Kits sowie Lebensmittel mitgebracht und erste medizinische Versorgungen geleistet.
kathpress.at
Syrien: Weitere Unruhen und die Syrisch-Orthodoxen
14.11.2012
HASSAKE, 14. November 2012 (ZENIT.org). - „Die Familien der verschiedenen Gemeinschaften machen sich große Sorge um die eigene Zukunft. Die Menschen haben Angst vor einem Krieg, der jederzeit zwischen der Türkei und Syrien ausbrechen könnte. Wir wissen nicht, was dann in Städten wie Kamishly uns Hassaké in meiner Erzdiözese Jazira und Euphrat geschehen würde“, so der syrisch-orthodoxe Erzbischof, Eustathius Matta Roham, zur schwierigen Situation an der türkisch-syrischen Grenze gegenüber Fides.
Die Lage habe sich sich in der vergangenen Woche nach weiteren heftigen Unruhen und durch den großen Flüchtlingszustrom weiter zugespitzt. „Ein türkisch-syrischer Konflikt könnte zu einem Krieg in der ganzen Region führen. Die Menschen machen sich Sorgen um ihre Kinder, um ihre Frauen und um ihren Besitz. Viele sind bereit zur Auswanderung nach Europa oder in Nachbarländer, die sicherer sind. Wir leben in der Ungewissheit: Man weiß nicht, was morgen geschehen wird“, so der Erzbischof.
Der Erzbischof beschrieb die Lage in zwei Städten seiner Diözese, Ras Al-Ayn und Derbashieh. Rasl Al-Ayn sei seit vergangenem Donnerstag, dem 8. November, Schauplatz heftiger Gefechte und sei inzwischen von oppositionellen Gruppen besetzt worden: „Die Menschen sind geflohen und haben ihr ganzes Eigentum zurückgelassen. Nun ist es sehr gefährlich in der Stadt. Die laufenden Gefechte werden die Stadt verwüsten. Ich fürchte, dass das Schicksal unserer christlichen Gemeinschaft und unserer Kirchen sowie auch das der anderen Gemeinden ähnlich sein wird wie in Homs und Deir Ezzor.“
Ein syrisch-orthodoxer Priester, P. Touma Qas Ibrahim, der als Gemeindepfarrer für die St. Thomas-Kirche in Ras Al-Ayn verantwortlich ist, sei trotz der Unruhen in die Stadt zurückgekehrt, um dort Gebetbücher und insbesondere antike Handschriften zur Liturgie zu retten, was ihm auch gelungen sei. „Wir sind Gott dankbar dafür, dass Pfarrer Touma in die Pfarrei zurückgehen und unversehrt wieder zurück kommen konnte“, so der Erzbischof.
In Derbasieh sei die Situation ähnlich. Am 9. November seien die meisten Menschen aus Angst vor den Gefechten aus der Stadt geflohen. Pfarrer Michael Yacoub von der St. Osyo-Pfarrei konnte mit mehreren christlichen Flüchtlingsfamilien nach Hassaké fliehen, wo sich das erzbischöfliche Haus befindet.
Der Erzbischof berichtet: „Die Menschen aus Derbasieh wurden aufgefordert, ihre Wohnungen zu verlassen, da oppositionelle Gruppen, die sich auf der türkischen Seite der Grenze befanden, die Stadt einnehmen wollten. Es gab eine Einigung zwischen der Opposition und der einheimischen kurdischen Gemeinde, die in Derbasieh in der Mehrheit ist: Die Regierungsbeamten haben die Stadt kampflos verlassen, was das Leben vieler Menschen rettete.“
Gleichzeitig hat sich der syrisch-orthodoxe Metropolit Mar Gregorios von Aleppo bei einem Pressegespräch in Wien gegen jede Militärintervention von außen ausgesprochen.
Die Situation in Aleppo sei allerdings dramatisch. Nach fünf Uhr nachmittags seien alle Straßen leer, das öffentliche Leben erloschen, Schulen und Universitäten von Flüchtlingen besetzt, Geschäfte, Kirchen und Moscheen geschlossen. Bis zu einem Drittel der Christen habe die Stadt verlassen; eine Prozentzahl, die auch für andere Regionen in Syrien gelte. In der Stadt Homs gebe es keinen einzigen Christen mehr. Aus kirchlichen Kreisen wird berichtet, dass in dieser Stadt zwischenzeitlich die Beulenpest ausgebrochen ist.
Zu Infektionen sei es aufgrund dramatischer hygienischer Bedingungen gekommen, wie Fides berichtet. Auf den Straßen und in den Ruinen lägen weiterhin Leichen sowie Tierkadaver, die bislang nicht hätten geborgen werden können.
Zum ersten Mal seit Monaten hätten Hilfsteams von Rotem Kreuz und Rotem Halbmond mit Medizin, Erste-Hilfe-Kits sowie Lebensmitteln nach langen Verhandlungen die Innenstadtbezirke von Homs besuchen können.
Das Kirchenoberhaupt sprach sich als Lösungsmöglichkeit dagegen aus, das Land nach Religionen bzw. Volksgruppen aufzuteilen. Die einzelnen Teile wären nicht überlebensfähig. Nötig seien stattdessen dringend ein Waffenstillstand, humanitäre Hilfe für die Bevölkerung und Verhandlungen. Werde das Ziel eines militärischen Sieges von beiden Seiten nicht aufgegeben, würden beide Seiten verlieren und sich gegenseitig zerstören, befürchtet er.
Besorgt zeigte sich der Bischof auch über die Zunahme des Extremismus der vielen ausländischen Kämpfer in Syrien. Dies betreffe nicht die Einheimischen, betonte er. Er sei auch davon überzeugt, dass die innersyrische Opposition die ausländischen Kämpfer nicht aktiv ins Land geholt habe.
zenit.org
Syrien: Weitere Unruhen und immer mehr Flüchtlinge an der syrisch-türkischen Grenze
HASSAKE, 14. November 2012 (ZENIT.org). - „Die Familien der verschiedenen Gemeinschaften machen sich große Sorge um die eigene Zukunft. Die Menschen haben Angst vor einem Krieg, der jederzeit zwischen der Türkei und Syrien ausbrechen könnte. Wir wissen nicht, was dann in Städten wie Kamishly uns Hassaké in meiner Erzdiözese Jazira und Euphrat geschehen würde“, so der syrisch-orthodoxe Erzbischof, Eustathius Matta Roham, zur schwierigen Situation an der türkisch-syrischen Grenze gegenüber Fides.
Die Lage habe sich sich in der vergangenen Woche nach weiteren heftigen Unruhen und durch den großen Flüchtlingszustrom weiter zugespitzt. „Ein türkisch-syrischer Konflikt könnte zu einem Krieg in der ganzen Region führen. Die Menschen machen sich Sorgen um ihre Kinder, um ihre Frauen und um ihren Besitz. Viele sind bereit zur Auswanderung nach Europa oder in Nachbarländer, die sicherer sind. Wir leben in der Ungewissheit: Man weiß nicht, was morgen geschehen wird“, so der Erzbischof.
Der Erzbischof beschrieb die Lage in zwei Städten seiner Diözese, Ras Al-Ayn und Derbashieh. Rasl Al-Ayn sei seit vergangenem Donnerstag, dem 8. November, Schauplatz heftiger Gefechte und sei inzwischen von oppositionellen Gruppen besetzt worden: „Die Menschen sind geflohen und haben ihr ganzes Eigentum zurückgelassen. Nun ist es sehr gefährlich in der Stadt. Die laufenden Gefechte werden die Stadt verwüsten. Ich fürchte, dass das Schicksal unserer christlichen Gemeinschaft und unserer Kirchen sowie auch das der anderen Gemeinden ähnlich sein wird wie in Homs und Deir Ezzor.“
Ein syrisch-orthodoxer Priester, P. Touma Qas Ibrahim, der als Gemeindepfarrer für die St. Thomas-Kirche in Ras Al-Ayn verantwortlich ist, sei trotz der Unruhen in die Stadt zurückgekehrt, um dort Gebetbücher und insbesondere antike Handschriften zur Liturgie zu retten, was ihm auch gelungen sei. „Wir sind Gott dankbar dafür, dass Pfarrer Touma in die Pfarrei zurückgehen und unversehrt wieder zurück kommen konnte“, so der Erzbischof.
In Derbasieh sei die Situation ähnlich. Am 9. November seien die meisten Menschen aus Angst vor den Gefechten aus der Stadt geflohen. Pfarrer Michael Yacoub von der St. Osyo-Pfarrei konnte mit mehreren christlichen Flüchtlingsfamilien nach Hassaké fliehen, wo sich das erzbischöfliche Haus befindet.
Der Erzbischof berichtet: „Die Menschen aus Derbasieh wurden aufgefordert, ihre Wohnungen zu verlassen, da oppositionelle Gruppen, die sich auf der türkischen Seite der Grenze befanden, die Stadt einnehmen wollten. Es gab eine Einigung zwischen der Opposition und der einheimischen kurdischen Gemeinde, die in Derbasieh in der Mehrheit ist: Die Regierungsbeamten haben die Stadt kampflos verlassen, was das Leben vieler Menschen rettete.“
Gleichzeitig hat sich der syrisch-orthodoxe Metropolit Mar Gregorios von Aleppo bei einem Pressegespräch in Wien gegen jede Militärintervention von außen ausgesprochen.
Die Situation in Aleppo sei allerdings dramatisch. Nach fünf Uhr nachmittags seien alle Straßen leer, das öffentliche Leben erloschen, Schulen und Universitäten von Flüchtlingen besetzt, Geschäfte, Kirchen und Moscheen geschlossen. Bis zu einem Drittel der Christen habe die Stadt verlassen; eine Prozentzahl, die auch für andere Regionen in Syrien gelte. In der Stadt Homs gebe es keinen einzigen Christen mehr. Aus kirchlichen Kreisen wird berichtet, dass in dieser Stadt zwischenzeitlich die Beulenpest ausgebrochen ist.
Zu Infektionen sei es aufgrund dramatischer hygienischer Bedingungen gekommen, wie Fides berichtet. Auf den Straßen und in den Ruinen lägen weiterhin Leichen sowie Tierkadaver, die bislang nicht hätten geborgen werden können.
Zum ersten Mal seit Monaten hätten Hilfsteams von Rotem Kreuz und Rotem Halbmond mit Medizin, Erste-Hilfe-Kits sowie Lebensmitteln nach langen Verhandlungen die Innenstadtbezirke von Homs besuchen können.
Das Kirchenoberhaupt sprach sich als Lösungsmöglichkeit dagegen aus, das Land nach Religionen bzw. Volksgruppen aufzuteilen. Die einzelnen Teile wären nicht überlebensfähig. Nötig seien stattdessen dringend ein Waffenstillstand, humanitäre Hilfe für die Bevölkerung und Verhandlungen. Werde das Ziel eines militärischen Sieges von beiden Seiten nicht aufgegeben, würden beide Seiten verlieren und sich gegenseitig zerstören, befürchtet er.
Besorgt zeigte sich der Bischof auch über die Zunahme des Extremismus der vielen ausländischen Kämpfer in Syrien. Dies betreffe nicht die Einheimischen, betonte er. Er sei auch davon überzeugt, dass die innersyrische Opposition die ausländischen Kämpfer nicht aktiv ins Land geholt habe.
zenit.org
Abonnieren
Posts (Atom)