Donnerstag, 29. Dezember 2011

En Eski Oyuncak Ve İlk Tapu


27 Aralık 2011 / Tv Net

Dünyanın en eski arazi tapusu

Kızıltepe ilçesinde bir höyükte yapılan kazılar sonucunda bulunan oyuncak araba ve tapu, Mardin Müzesi'nde sergilenmeye başladı.

Arkeolog Mesut Alp, müzede sergilenen oyuncak arabanın 7 bin 500 yıllık olduğunu belirterek, "Dünyanın en eski oyuncağı konumunda. Burada ayrıca küçük çocuklar için yapılan taş bebek ve düdükler var. Bunlar da 5-6 bin yıllık dönemlere ait. Burada tozu kaldırdığınızda karşınıza kadim bir tarih çıkıyor." dedi.

Bir kaç ay önce arkeologların bir höyükte yüzey taraması yaparken bulduğu tarihi oyuncak, günümüz araçlarının kopyası gibi. Taştan yapılmış oyuncağı inceleyen Mardin Müzesi arkeologları, oyuncağın 7 bin 500 yıllık olduğunu tespit etti. Oyuncak Mardin Müzesi'nde 'Oyuncak Araba Kalkolitik Dönem - M.Ö. 5500 – 3000' etiketiyle sergileniyor. Oyuncak arabadan sonra dünyanın ilk yazılı arazi tapu senedi de Mardin Müzesi'nde yerini aldı. Nusaybin ilçesine 4 kilometre uzaklıktaki Gırnavas Höyüğü'nde yapılan kazı çalışmalarında bulunan tablet, üzerinde yapılan çalışmalarla gün ışığına çıkarıldı.

Çivi yazısı ile yazılan tableti çözen Mardin Müzesi arkeologları, dünyada bir ilkle karşılaştı. Tabletin bir arazi tapusu olduğunu öğrenen arkeologlar, bu sefer tabletin tarihi üzerinde analiz çalışması yaptı. Analiz sonucuna göre 5 santimetre boyundaki tablet, dünyada bir ilk olma özelliğine sahip. Tabletin dünyanın ilk tapusu olduğunu ortaya çıkaran arkeologlar, Mısır döneminde bile sadece arazi ve taşınmaz mülklere ait bir yazılı tabletin olmadığını ifade etti.

"DÜDÜĞÜ BİLE VAR"

Kültür ve Turizm İl Müdürü Davut Beliktay, sergilenen son arkeolojik eserlerle birlikte Mardin Müzesi'nin daha da bir önem kazandığını anlattı. 7 bin 500 yıl önce taştan yapılmış oyuncak arabanın günümüz araba şekillerine çok benzediğini ve bir traktör görüntüsü verdiğini belirten Beliktay, oyuncak arabanın yanında farklı kazılarda 5-6 bin yıllık taş bebek ve taştan yapılmış ses çıkaran kuş görünümlü düdüklerin bulunduğunu anlattı.

Gırnavas Höyüğü'nde bulunan tapu senedi tableti hakkında bilgi veren Beliktay, tabletin çok iyi korunduğu için üzerindeki yazının bozulmadığını ve çamur üzerine çivi yazısı ile yazı yazıldıktan sonra fırında pişirildiğini kaydetti.

Mardin'in tarihi geçmişinin, kazılarda bulunan eserlerle daha da eskiye gittiğini ifade eden Beliktay, "Üniversite kampusunda yaptığımız arkeolojik kazılarda Mardin tarihinin ilkel dönemlerde bile yaşam alanı olduğu ortaya çıkarıldı. Burada bulunan taşlar sayesinde Mardin tarihinin 10 bin yerine 100 bin öncesine kadar gittiğini ortaya çıkardık. Burada yapılan kazılarla ilgili olarak önümüzdeki günlerde geniş kapsamlı bir açıklama yapacağız." dedi.

Müzede sergilenen iki önemli eserle ilgili açıklama yapan Arkeolog Mesut Alp ise "Mardin çok şanslı bir kent. Anadolu ve Mezopotamya, insanlığın beşiği, Mardin işte bu bölgede yani insanlığın doğduğu ve büyüdüğü yerde bulunuyor. Bunun için çok kültürlere ev sahipliği yapmıştır. Örneğin burada sergilenen oyuncak araba 7 bin 500 yıllık bir tarihi var ve dünyanın en eski oyuncağı konumunda. Burada ayrıca küçük çocuklar için yapılan taş bebek ve düdükler var. Bunlar da 5-6 bin yıllık dönemlere ait. Bu oyuncağı, bir höyüğün yüzey taramasını yaparken toprağın üstünde bulduk. Bu eser sayesinde bile buranın ne kadar kadim bir yerleşim alanı olduğunun farkına varıyoruz." diye konuştu.

2 BİN 800 YIL ÖNCESİNE AİT BAHÇENİN SATIŞ SÖZLEŞMESİ

Mesut Alp, dünyanın ilk tapu senedi ile ilgili olarak da şu bilgileri verdi: "Bu çivi yazılı tabletin bizim için önemi şuradan geliyor. Milattan önce 7–8. yüzyıl, Yeni Asur Dönemi diye tabir ettiğimiz dönemde bir meyve bahçesinin satış senedidir. Yani günümüz Türkçesi ile söylemek gerekirse bu adamlar 3 bin yıl önce bir satış sözleşmesi vermişler. Mezopotamya bölgesinde bulduğumuz dünyanın en eski tapu senedidir. Burada Sarri ismindeki babanın 3 oğluna ait meyve ağaçları ve içindeki meyvelerle beraber Nabulu ismindeki şehrin kuzeyindeki nehrin hemen kenarındaki bir meyve bahçesini, İstarnadin ismindeki bir adama satma sözleşmesidir. Burada 4 tane başka adamın mühürleri ile şahitlik yapmaları söz konusudur. Zaten 2 bin 800 yıl öncesine gittiğimizde Nusaybin'in eski isminin Nabulu olduğunu da biliyoruz." açıklamasında bulundu.

Dünyanın ilk tapu senedi tabletinin üzerindeki çivi yazısının tercümesi şöyle:

"(Ön.I) Hampute (?) mührü urad-g (ula) oğlu abu-(salam) mührü, Mannuki-(Arbail) mührü, Hanşi Mührü-kit(t) ir (i) – sarri'nin tüm 3 oğlunda, saltan meyve bahçesinin sahibi(8) Şihala, ana nehir asiller yolu'na bitişik olan ve Nabulu (şehrinde bulunan), bu kişilere ait olan meyve bahçesi üzüm ve meyvelerle, istarnadin-ahhe(satın) aldı. (1 mina 20she) kels gümüş (kalan kısmı kayıp) karşılığında (ters 2) … kral olmaksızın (?)"

Video

beyazgazete.com

Mittwoch, 28. Dezember 2011

BDP'den Bakan Dinçer'e, 'Süryaniler arkadan vurur' şikayeti

Hülya Karabağlı

T24/ ANKARA - BDP Mardin Milletvekili Erol Dora, ders kitaplarında Süryaniler için kullanılan ‘arkadan vuran isyancılar’, ‘kukla’, ‘piyon’ gibi ifadelerin çıkarılıp çıkarılmayacağını Mili Eğitim Bakanı Ömer Dinçer’in gündemine taşıdı. Yüz yüze görüştüğü bakandan, “Müfredattan çıkarılacak sözü alan BDP’li Dora, bu sözün hayata geçirilip geçirilmeyeceğini takip edeceklerini söyledi.


‘Arkadan vuran isyancılar’

BDP’nin Süryani kökenli Milletvekili Erol Dora, TBMM'de düzenlediği basın toplantısında Tarih dersi kitaplarında Süryanilere ve Ermenilere nefret ve hakaret söylemlerini içeren ifadeleri anlattı. Ortaöğretim 10. Sınıf kitaplarından örnek veren Dora, Süryanilerin dış güçlerle işbirliği yaparak vatan hainliği yaptığı, ihanet ettiği, arkadan vuran isyancılar olarak gösterildiğini aktardı.

Dora, “Süryaniler, tıpkı Araplar gibi dağılma döneminde ‘ arkadan vuran isyancılar’ olarak gösteren, Cumhuriyetin ilk yıllarında da ‘ihanet’ etmeye devam ettiğini söyleyen anlayış öğrencilere ne verebilir. Öğrenciler bu metinleri okuyarak bu ülkede yaşayan halkları nasıl sevebilir, onlara nasıl saygı duyabilir. Bu ülkenin eşit haklara sahip vatandaşları oldukları halde Süryaniler karalanmaya, ‘arkadan vuran hainler’ olarak gösterilmeye çalışılmaktadır.


‘Avrupa devletlerinin kuklası’

Daha da acıklı olan Süryanilerin ‘ihanete’ devam ettiklerinin söylenmesidir. Kitap Süryanilerin hala ihanet içinde olduğunu , Avrupa Devletleri’nin kuklası, piyonu olmaya devam ettiklerini söylemektedir. Avrupa Devletleri’nin kuklası konumunda olduğunu söylemek Süryanilere hakarettir. Acılı bir geçmişe sahip Süryaniler için ‘kukla’, ‘piyon’ gibi ifadelerle hakaret etmek halkların barışına hiçbir katkı sunmaz, barışın kardeşliğin hakim olduğu güzel bir gelecek bu ifadelerle yaratılamaz”.
Dora, ders kitaplarında Ermeniler için de benzer sözlerin kullanıldığına dikkat çekti. Konuyu Bakan Dinçer’le görüştüğünü anlatan Dora, “ Sayın Bakan, 2009 yılında basılmış olan ilgili kitabın kendi bakanlık döneminde basılmadığını, içerikten dolayı kendisini de rahatsız olduğunu ifade etti. Bu konuda hakaret içeren ifadelerin müfredattan çıkarılması için harekete geçeceğini bana iletti.
t24.com.tr / 13.12.2011

Montag, 26. Dezember 2011

Antikes aramäisches Siegel an Klagemauer in Jerusalem entdeckt


Aramäisches Siegel

26.12.2011

Jerusalem / Antikes Siegel an Klagemauer entdeckt

Erstaunliche Entdeckung in Jerusalems Altstadt: An der Klagemauer haben Archäologen ein etwa 2000 Jahre altes Siegel gefunden. Die Gravur verrät, wo das seltene Objekt zum Einsatz gekommen sein könnte.
Info

Jerusalem - Israelische Archäologen haben in Jerusalems Altstadt ein seltenes antikes Siegel gefunden. Es sei vor etwa zwei Jahrtausenden zu Zeiten des zweiten jüdischen Tempels verwendet worden, sagte der zuständige Forscher, Eli Schukron, der Nachrichtenagentur dpa am Montag. Auf dem Siegel stehe auf Aramäisch "Daka Leja" [Gabriel Rabo: דכא ליה = ܕܟܐ ܠܝܗ dkhe l-yah], das bedeute "rein für Gott", sagte er. Offenbar seien damit Objekte gekennzeichnet worden, die bei Gottesdiensten im Tempel verwendet wurden.

Das Siegel bestehe aus gebranntem Ton und habe einen Durchmesser von etwa zwei Zentimetern. Er sei damit etwas größer als ein Knopf, sagte Schukron. Bereits in alten jüdischen religiösen Schriften werde beschrieben, dass Objekte als "rein" gekennzeichnet wurden. Das Siegel zeigt nun, wie das geschah. "Es ist das erste Mal, dass wir ein solches Objekt aus dem Tempel finden", sagte der Archäologe.

Das wertvolle Relikt sei bei Ausgrabungen in der Nähe der Klagemauer in Jerusalems Altstadt gefunden worden. Der zweite Tempel wurde im Jahre 70 während des jüdischen Aufstands gegen die Römer zerstört. Die Klagemauer wird von Juden als westliche Wand des zerstörten Tempels angebetet. Sie gilt heute als heiligste Stätte des Judentums.

Erst kürzlich hatte eine andere Entdeckung in Jerusalem für Aufsehen gesorgt: Israelische Archäologen hatten Münzen gefunden, die bisherige Vorstellungen über die Entstehungsgeschichte des Tempelbergs revidieren könnten.

boj/dpa
spiegel.de

Süryaniler Doğuş Bayramını Buruk Kutladı


Mardin ve çevresinde yaşayan Süryaniler, Doğuş Bayramı'nı buruk bir şekilde kutluyor. Süryaniler, sabahın erken saatlerinde 2 bin yıllık tarihi Kırıklar Kilisesi'ne eşleri ve çocukları ile geldi.

Ayini, Deyrulzafaran Manastırı Metropoliti Nuri Saliba Özmen ve Kırklar Kilisesi Baş Rahibi Gabriyel Akyüz birlikte yönetti.

Her yıl Noel Bayramlarını Mardin’de geçirmek üzere Suriye’den gelmek isteyen Süryanilere, sınır kapılarının kapalı olmasından dolayı izin verilememesi Süryanilerin bayramlarını buruk şekilde kutlamasına sebep oldu.

Kilisede kız ve erkek koroları ayin boyunca Süryanice, Arapça ve Türkçe ilahiler okuyarak, ruhani liderlere destek verdi. Ayine katılanlar ruhani liderler tarafından özel olarak hazırlanan çeşitli baharatlardan oluşan tütsüler, gümüş tütsülükler içinde yakıldı. Kilise ortasında yakılan ateşle devam eden ayinde Metropolit Özmen ve Başrahip Akyüz, Türkçe, Arapça ve Süryanice konuşma ve dualar yaptı.

Ayinin sonunda, ayine katılanlar kilisede bulunan dua mumluğunda mum yakıp dua etti. Başrahip Akyüz, ayine katılanların ağzına şaraba banılmış ekmek parçacıklarını koyarak bayramlarını kutladı. Kilisedeki ayin bitiminde kilisenin kabul salonunda kutlamalara devam edildi. Kutlamalara Süryani ruhani liderleri ve çok sayıda Müslüman katıldı. Davetlilere mırra ve Süryani çöreği ikramında bulunuldu.

Kutlamalara katılan Mardin Artuklu Üniversitesi Rektör Vekili Prof.Dr. Yaşar Kasap, bayramların milli birlik ve bütünlüğü simgelediğini, kırgınlığın ortadan kalkmasına vesile olduğunu belirterek, "Herkesin örnek alması gereken farklı din ve dillerin yaşandığı Mardin'de yaşamlarını devam eden Süryani vatandaşlarımızın bayramını kutlamak için burada bulunuyoruz. Bu topraklarda binlerce yıldan beri kavimlerin, dinlerin ve kültürlerin geçtiği yerler oldu. Mardin'de bu dinlerin ve kültürlerin tezahürünü bugün çok rahatlıkla görebiliyoruz. Bütün Hıristiyan aleminin bayramını tebrik ediyorum.” dedi.

Metropolit Özmen, Mardin'in tarihten gelen farklı bir yapısı bulunduğunu belirterek, kendilerine gösterilen ilgiden duyduğu memnuniyeti dile getirdi. Özmen, "Mardin'de 4 dini bayram kutluyoruz. İkisi Müslümanların ikisi de Hıristiyanların bayramı. Birlikte sergilediğimiz bu güzelliklerin, bu hoşgörünün dünyaya örnek teşkil etmesini istiyoruz. Dünyada savaşlar, hoşgörüsüzlükler, tatsızlıklar yaşanıyor. Bu güzel birlikteliğin ve bayramların bu olumsuzlukları ortadan kaldırmasına vesile olmasını diliyorum." diye konuştu.

Süryani cemaatinden Florans Orundaş ise bayramların dünyaya huzur ve barış getirmesini dileyerek, "Bölgemizde biz de artık huzur ve güven istiyoruz. Savaşlar dursun artık." dedi. Süryaniler olarak, Mardin’de yüzyıllardan beri ibadetlerini özgür bir şekilde yapma imkanı bulduklarını vurgulayan Orundaş, “Hoşgörü ve barış şehri olan Mardin’de birbirinden farklı din ve ırklara mensup insanlara hep birlikte yaşıyor. Hiç kimse aramıza nifak tohumları sokamaz.” şeklinde konuştu.

"FRANSA’DAKİ GELİŞMELERİ DOĞRU BULMUYORUM"

Deyrulzafaran Süryani Cemiyeti Genel Sekreteri Murat Özbek ise Fransa’daki Ermeni soykırımı ile ilgili gelişmelere tepki göstererek, Fransa’nın bu olaya yaklaşımının siyasi olduğunu söyledi. Bir Süryani olarak Ermeni Katliamı ile ilgili olarak Fransa’daki gelişmeleri doğru bulmadığını anlatan Özbek, “Bu olayların siyasete alet edilmesi doğru değildir. Bu olayları anacak tarihçiler araştırıp ortaya çıkarabilir. Ben bunu bu şekilde doğru bulmuyorum. Bizler Süryaniler olarak burada bugüne kadar hoşgörü ve barış içinde yaşadık inşallah bu şekilde devam eder.” dedi.

Kırklar Kilisesi'ndeki ayine katılarak Süryanilerin Bayramını kutlayan Müslüman Makbule Yılmaz ise bir Müslüman olarak küçüklüğünden beri Hıristiyan komşularının bayramını tebrik ettiğini söyledi.

DOĞUŞ BAYRAMI

Hz. İsa'nın doğuş bayramı olarak bilinen Noel Bayramı'nı Süryaniler 25 Aralık'ta kutluyor. Hz. İsa'nın doğumunda çobanların yaktığı ateşi simgelemek amacıyla kilisenin ortasına tepsi içinde çıralar konulurken, cemaat, ellerindeki mumlarla bu çıraları tutuşturarak, ateşin etrafında dönüp ilahiler söylüyor.

CİHAN / 26 Aralık 2011

Freitag, 23. Dezember 2011

Sprechen wie Jesus Aramäisch


Wollen eine vergessene Sprache wiederbeleben: Marun Allam (77), einer der letzten Bewohner von Jish, der Aramäisch spricht, und Shadi Khalloul mit einer Bibel.
Foto: Gil Yaron


23.12.2011 18:10 Uh

Sprechen wie Jesus Aramäisch

Im Dorf Jish, etwa 50 Kilometer nördlich von Nazareth, lernen Kinder in der Grundschule eine fast vergessene Sprache.

Nicht weit vom Heimatort Jesu erfährt die Alltagssprache des damaligen Nazareth eine Renaissance. Israels Maronitische Christen haben im letzten Augenblick ihre Wurzeln wiederentdeckt und begonnen, dem Aramäisch neues Leben einzuhauchen.

„Es war, als hätte er mir ein Messer mitten ins Herz gestoßen“, erinnert Schadi Khalloul sich an den Augenblick vor sechs Jahren, der zur Wiedergeburt einer alten Sprache führen würde. Damals saß der junge israelische Araber in einem College in Las Vegas im Unterricht, während ein Dozent die Rolle der Bibel für die englische Literatur besprach: „Der Messias sprach Aramäisch“, erläuterte der Professor, bevor er Schadi unwissentlich beleidigte und behauptete: „Das ist eine Sprache, die nicht mehr existiert.“ Schadi protestierte sofort und stand auf: „Was soll das heißen – wir existieren nicht mehr? Natürlich gibt es die Aramäer noch!“ Zum Beweis sagte er das „Vaterunser“ auf Aramäisch auf: „Die Studenten und der Dozent begannen zu weinen. Da erkannte ich, dass unsere Kultur wiederbelebt werden muss“, sagt der 35-Jährige.

Mit „Uns“ meint Schadi die Kultur der Aramäer, eines der ältesten Völker des Nahen Ostens. Mehr als 1000 Jahre lang, bis ins 7. Jahrhundert, war Aramäisch die grenzüberschreitende Verkehrssprache der gesamten Region. Der Aramäer Abgar VIII. soll bereits im zweiten Jahrhundert der erste König gewesen sein, der zum neuen Glauben übertrat. Im fünften Jahrhundert bekehrte der Heilige Marun (351-410) große Teile Südsyriens zum Jesusglauben. Sein Märtyrertod gab den Konvertiten nur noch mehr Energie und der maronitischen Kirche ihren Namen. Doch der Eroberungsfeldzug der Araber im 7. Jahrhundert verdrängte nicht nur das Christentum, sondern auch die aramäische Kultur: Christen traten zum Islam über, ihre Kultur wurde assimiliert.

„Unsere Identität warf schon immer Probleme auf“, sagt Nadim Issa, ein Maronit aus dem Dorf Jish in Galiläa. „Und auch heute sind wir für die Juden Araber und werden deswegen oft als potenzielle Feinde betrachtet, für die Araber sind wir Christen, und deswegen ebenfalls suspekt.“ Schadi und Nadim wollten dieses Dilemma beenden: „Als die Studenten in der Klasse weinten, fragte ich mich: Wie kommt es, dass man in den USA so über meine Kultur erfreut ist, wir sie selber aber verstecken?“, erinnert sich Schadi.

Diese Angst vor dem Anderssein hat historische Ursachen. Anfangs verliehen die Kreuzzüge der letzten Bastion der christlichen Maroniten im Libanon neue Kraft. Von hier aus pflegten sie enge Bindungen zu Europa: 1182 vereinigten sie sich mit der römisch-katholischen Kirche, behielten dabei jedoch ihren alten Ritus und damit auch die Aramäische Sprache bei.

Mit dem französischen Mandat und der Gründung Libanons in den zwanziger Jahren des 20. Jahrhunderts erreichte ihr Einfluss einen Höhepunkt. Doch die großzügige Grenzziehung, mit der die Franzosen das Land der Zedern stärken wollten, war für die Maroniten verheerend. Sie wurden im eigenen Land zur Minderheit. Bedrohung durch Muslime und der lange Bürgerkrieg führten zu einem Massenexodus. Heute leben Millionen von Aramäern in Südamerika.

Dort in der Diaspora begann vor sechs Jahren Schadis lange Odyssee. Zuerst ging er auf Vortragsreisen, um der Welt und seinen Landsleuten die Geschichte seines Volkes zu erzählen. Dann wurde er zum Vorsitzenden des Aramäervereins und nahm ein neues Projekt in Angriff: „Ich will, dass unsere Kinder wieder Aramäisch sprechen.“ Das sei kein Traum: Als ehemaliger Fallschirmjäger in der israelischen Armee hat er sich viele der zionistischen Gründungsmythen zu eigen gemacht: „Vor hundert Jahren sprach auch niemand Hebräisch, aber die Juden haben es geschafft, dass heute wieder Bücher und Theaterstücke in dieser Sprache geschrieben werden. Das können wir auch!“

In Israel leben heute rund 7000 Maroniten. Ihre Kultur schien vom Aussterben bedroht: Seit dem 18. Jahrhundert sprechen selbst im Libanon die Maroniten Aramäisch, sogar der berühmteste maronitische Schriftsteller Khalil Gibran verfasste seine Werke auf Arabisch. Nur noch die Alten beherrschen heute die Sprache, in der Jesus predigte, Kinder zitieren bestenfalls das „Vaterunser“.

Zwischen den sanft rollenden Hügeln Galiläas, etwa 40 Autominuten vom See Genezareth entfernt, eingebettet zwischen Olivenhainen, Rebstöcken und Citrusbäumen arbeiten Schadi und seine Freunde erfolgreich an der Renaissance der Kultur, die Jesus maßgeblich prägte. Schon bald soll hier im Dorf ein 240 Quadratmeter großes „Aramäermuseum“ eröffnet werden. Bis dahin empfängt Nadim unter dem blinkenden Weihnachtsbaum in seinem Wohnzimmer Gruppen, denen er bei einem feudalen Essen die Geschichte seines Volkes näherbringt.

Ein Höhepunkt des Aufenthalts in Jish ist der Kinderchor der Grundschule, der brav aramäische Lieder und Gebete singt. Wie einst Hebräisch sollen auch in Jish Eltern die Sprache von den Kindern lernen. Vorerst beschränkt sich deren Wortschatz jedoch auf Sätze wie: „Das ist mein Bruder“, oder „Das ist ein Stift“. Dennoch ist Schadi begeistert: „Israel ist der einzige Ort auf der Welt, in der die Sprache Jesus wieder auf dem Lehrplan steht, und wo die Sprache mit dem originalen Alphabet gelehrt wird.“

Nach langem Ringen erhielt Schadi die Unterstützung des israelischen Erziehungsministeriums. Heute lernen mehr als 200 Kinder im Dorf Jish eine Stunde pro Woche Aramäisch. Obwohl es nicht Pflicht ist, nehmen die maronitischen Kinder im Dorf ausnahmslos am Unterricht teil. In wenigen Jahren, so träumt Schadi, wird das sogar Stoff für Abiturprüfungen sein. Die zehn Jahre alte Karis Elias, die eines Tages Umweltschützerin werden will, ist jedenfalls mit Begeisterung dabei: „Ich finde es aufregend, die Sprache des Heilands zu lernen“, sagt sie.
Weihnachten für Schaulustige

Christkinder und Nikoläuse mögen die Adventszeit in Europa dominieren – für die Bewohner des Geburtslands Jesu sind die Feiern anlässlich seiner Geburt jedoch eher eine exotische Angelegenheit. Wie wird das Fest in Israel begangen?

Um den Status von Weihnachten in Israel zu verstehen, muss man nur das Kommuniqué lesen, das die staatliche Pressebehörde diese Wo- che an Journalisten verteilte: Es verkündete stolz, dass die Forstbehörde dieses Jahr Weihnachtsbäume gleich an zwei Orten verkaufen wird, für umgerechnet 14 Euro pro Baum. Ausländer und einheimische Christen müssen also in den meisten Fällen nicht mehr als eine Stunde mit dem Auto fahren, um sich den bekanntesten Festtagsschmuck in ihre Wohnzimmer zu holen. Christen sind mit knapp zwei Prozent der Bevölkerung eine so kleine Minderheit, dass es schwer ist, Festtagsstimmung zu verspüren.

Natürlich sind Diasporagemeinden bemüht, ein wenig vom Weihnachtsduft mit ins Heilige Land zu bringen: Deutsche veranstalten in der Erlöserkirche jedes Jahr einen fröhlichen Weihnachtsmarkt, auf dem vom Spekulatius bis zum Glühwein und dick gestrickten Socken alles zu haben ist. Philippinische Gastarbeiter in Süd Tel Aviv und Einwanderer aus der ehemaligen Sowjetunion in Nordisrael hängen hin und wieder Weihnachtsschmuck oder einen aufblasbaren Weihnachtsmann in ihre Fenster, aber mehr ist von Advent nicht zu sehen.

Heiligabend sind die Kirchen Israels dennoch brechend voll, aber nicht mit einheimischen Christen. Gastarbeiter, Pilger und vor allem israelische Juden füllen die Holzbänke. Die wollen sich das für sie exotische Spektakel von Weihrauchduft und lateinischem Gemurmel nicht entgehen lassen und strömen in den Nächten zu den heiligen Stätten des Christentums, um daheim ein wenig von der ausländischen Urlaubsstimmung mitzubekommen. Text: gil

Von unserem Korrespondenten Gil Yaron
mainpost.de

Donnerstag, 8. Dezember 2011

Kirchen sollen an neuer Verfassung für Türkei mitarbeiten / TBMM'den azınlık dini liderlerine anayasa daveti

Zuständiger Parlamentsausschuss lädt Kirchenvertreter zur Beteiligung ein

08.12.2011

Istanbul, 08.12.2011 (KAP) Christliche Kirchen in der Türkei sollen an der Ausarbeitung einer neuen Verfassung beteiligt werden. Wie die türkische Presse am Donnerstag berichtete, entschied der verfassungsgebende Ausschuss des Parlaments, die Patriarchen der griechisch-orthodoxen, armenisch-apostolischen und syrisch-orthodoxen Kirche zu entsprechenden Konsultationen einzuladen.

Zugleich bat der Ausschuss die Patriarchen um Vorschläge, wer seitens der Christen darüber hinaus anzuhören sei. Es gebe in der Türkei viele christliche Gruppen, von denen der Ausschuss zu wenig verstehe, sagte Ausschussmitglied Altan Tan. "Deshalb haben wir beschlossen, die Empfehlungen ihrer höchstrangigen Vertreter einzuholen", sagte Tan.

Die drei eingeladenen Patriarchen stehen den größten christlichen Gemeinden der Türkei vor und vertreten zusammen 80 bis 90 Prozent der Christen im Land. Als kleinere Gruppen kommen armenisch-katholische und römisch-katholische, chaldäische und protestantische Christen hinzu, die jedoch nur einige tausend Gemeindemitglieder zählen.

Die Türkei will sich innerhalb der laufenden Legislaturperiode eine neues, demokratisches Grundgesetz geben, um die vom letzten Militärputsch hinterlassene restriktive Verfassung abzulösen.
kathweb.at

------------------------

TBMM'den azınlık dini liderlerine anayasa daveti

TBMM Anayasa Uzlaşma Alt Komisyonu, azınlıkların dini liderlerini yeni anayasa konusundaki görüşlerini dinlemek üzere TBMM'ye davet etme kararı aldı.

Ebru Toktar ÇEKİÇ

Bu çerçevede, Fener Rum Patriği Bartholomeos, Ermeni Patrik Genel Vekili Episkopos Aram Ateşyan, Musevi Hahahmbaşı İsak Haleva ve Süryani Ortodoks Cemaati Ruhani Lideri Yusuf Çetin, TBMM'ye gelerek, önerilerini bizzat anlatacaklar. Dini cemaat liderleri, komisyona gelmezse, işaret edecekleri azınlık vakıfları çağrılacak.

Komisyon üyesi Altan Tan, 'Çok sayıda azınlık cemaat vakfı var. Biz bunların birçoğunu bilmiyoruz. O nedenle cemaatlerin en üst kurumlarını çağırmayı ya da onların uygun göreceklerini dinlemeyi benimsedik' dedi.

Julius Hanna Aydin, Bischof der syrisch-orthodoxen Kirche, wünscht sich eine unblutige Lösung für Syrien


Hoffen auf Gottes Frieden | FOTO: J. KLEINEHELFTEWES

"Niemals schriftlich"
Julius Hanna Aydin, Bischof der syrisch-orthodoxen Kirche, wünscht sich eine unblutige Lösung für Syrien

VON JESSICA KLEINEHELFTEWES

Warburg. Wenn Bischof Mor Julius Hanna Aydin, der Erzbischof der syrisch-orthodoxen Kirche in Deutschland, dieser Tage nach Syrien schaut, tut er dies mit wachsender Sorge. Denn der mögliche Sturz von Staatschef Baschar al-Assad könnte für die christliche Minderheit in Syrien schwerwiegende Folgen haben.

"Ich wünschen mir eine unblutige Lösung", betont der 64-Jährige Bischof bei einem Gespräch mit der NW. Seit März 2011 protestieren Regimegegner in Syrien gegen al-Assad. Nach Angaben der Vereinten Nationen sollen seit Beginn der Proteste im Frühjahr mindestens 4.000 Menschen getötet worden sein. Auch nach Sanktionen der Arabischen Liga, der Türkei sowie der Europäischen Union kehrt in Syrien kein Friede ein. Dem Land droht ein Bürgerkrieg. Bischof Aydin kritisiert die blutige Niederschlagung der Revolution durch al-Assad. So könne es in dem Land nicht weitergehen. Auch unter den Christen gebe es Assad-Gegner. Die meisten lehnten sich jedoch nicht gegen den Staatschef auf. Bischof Mor Julius Hanna Aydin weiß auch warum.

Assad gehöre der Religionsgemeinschaft der Alawiten an, wie die Christen auch, eine religiöse Minderheit. "In Syrien ist die Regierung noch in den Händen einer religiösen Minderheit", sagt Aydin. "Der Islam ist nicht Staatsreligion." Die Alawiten seine toleranter und offener als die Sunniten, so der Bischof weiter. "Kämen die sunnitischen Muslime an die Macht regieren sie nach der Sharia", fürchtet der Erzbischof. "Das käme dem Untergang des Christentums in Syrien gleich." Aydin sagt dies im Hinblick auf die Situation der Christen im Irak und Ägypten. In beiden Ländern sei es nicht gelungen, nach dem Sturz der Regime die Christen zu schützen. Viel zu viele hätten aus ihrer Heimat fliehen müssen oder seien wegen ihres Glaubens umgebracht worden. Allein seit dem Irak-Krieg im Jahr 2003 sind mindestens 700.000 Christen aus ihrer Heimat geflohen "Es ist schlimmer als vorher", klagt der Geistliche.

Deshalb handelten die syrischen Christen pragmatisch. Aydin wünscht sich Verständnis für die Lage der christlichen Minderheit. "Viele von uns sind weder für noch gegen al-Assad." Denn trotz Überwachungsstaat und zahlreicher Repressalien hätten Christen in Syrien so viele Freiheiten wie in kaum einem anderen arabischen Land. So garantiere al-Assad allen Religionsgemeinschaften im säkular geprägten Staat Versammlungsfreiheit und andere Rechte. "Keiner kann uns garantieren, dass nach seinem Sturz die Demokratie im Land gewahrt wird", sagt Aydin.

Der Erzbischof möchte jedoch nicht falsch verstanden werden. "Wir sind nicht gegen Reformen", betont er mit Nachdruck. "Wir fürchten einfach um die Meinungs-, aber vor allem auch um die Religionsfreiheit, die die Christen in Syrien unter Baschar al-Assad zurzeit genießen." Von ausländischen Regierungen wünscht er sich daher, dass diese sich für die religiösen Minderheiten in Syrien einsetzten. "In anderen arabischen Ländern haben sich Europäer und Amerikaner zwar darum bemüht, aber es ist ihnen nicht gelungen", weiß Bischof Julius.

Mit seinen Glaubensbrüdern in Syrien telefoniert der Bischof aus Warburg manchmal täglich. Sie informieren ihn über die aktuelle Situation. Auch sie stehen einem Sturz al-Assads zwiegespalten gegenüber. Eine Machtübernahme durch die Islamisten könnte das Land ins Chaos stürzen. "Darüber reden wir aber niemals schriftlich", sagt der Bischof. Die Angst, dass die Geheimdienste, den mittlerweile Sunniten wie Alawiten haben, die Schreiben abfangen und lesen könnten, sei groß.

nw-news.de

Dienstag, 6. Dezember 2011

'22 bin Süryani'den 2 bin kaldı'


Fransız yazar De Courtis'in Süryaniler kitabı için imza günü düzenledi. De Courtis, Süryanilerin Türkiye toplumunun bir mozaiği olduğunu ifade etti.
Sebastien De Courtois

Etkin Haber Ajansı / 05 Aralık 2011 Pazartesi, 17:01

İSTANBUL- Fransız yazar Sebastien De Courtois'in Süryaniler kitabı için Yapı Kredi Yayınları'nda imza günü düzenledi.

ETHA'ya konuşan De Courtis, dinler tarihi üzerine araştırmalar yaptığını, 3 yıl önce Paris'ten İstanbul'a taşındığını söyledi, şunları ekledi: "Çok uzun yıllardan beridir Türkiye’ye karşı tarihi anlamda bir tutkum vardı. Bu, yaklaşık 10 yıl sürdü. Ara sıra çeşitli ziyaretler yaptım. Süryani cemaati hakkında çalışıyordum."

'22 BİN SÜRYANİ YAŞIYORDU'

De Courtis, Süryani toplumuna yönelik baskılarla ilgili şunları kaydetti: "Şu anda işler daha iyiye gidiyor. Çok zor dönemlerden geçildi. '60'lardan '90'lara kadar birçok Süryani Güneydoğu'da yaşanan olaylar sebebiyle göç etmek zorunda kaldı. '70'li yıllarda coğrafi olarak Süryanilerin yaşadığı bölge olan Turabdin'de 22 bin Süryani yaşıyordu. Şimdi 2 bin kişi var."

'SÜRYANİLERDEN İYİ TEPKİLER ALDIM'

De Courtis, Milli Eğitim Bakanlığı 10. sınıf tarih kitabında Süryanilere yönelik ifadelere tepki gösterdi, "Bunlar gerçek değil, yalan. Süryaniler gayet mütevazi ve fakir bir halk. İsyanın aksine cumhuriyete entegre olmuş ve uyum sağlamış bir toplum" diye konuştu.

De Courtis, kitabının çok iyi tepkiler aldığını ifade etti, şunları söyledi: "Önce Türkiye'de çıktığı için gururlu ve mutluyum. Çünkü Süryaniler Türkiye toplumunun bir parçası, bir mozaiği. Kitabım için çok iyi tepkiler aldım. Çok sayıda gazetede makale yayınladı. Süryaniler de bu kitabı çok sevdiler. Süryani cemaati bu kitaba özellikle ilgi gösterdi."
etha.com.tr

Montag, 5. Dezember 2011

Dışişleri Bakanı: 'Süryaniler Türkiye'nin asli çocukları'


Davutoğlu Türkiye kökenli Süryaniler'i ziyaret etti, kilisede mum yaktı

AA / 04.12.2011

'Süryaniler Türkiye'nin asli çocukları' Almanya'daki temaslarını sürdüren Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Köln kentinde Antakya Arap Ortodoks Aziz Dimitrious Kilisesi ile Kadim Süryani Cemaatine ait Mor Petrus ve Mor Pavlus Kilisesi'nde Hristiyan Türk vatandaşlarıyla bir araya geldi.

Davutoğlu, burada yaptığı konuşmada, Mor Gabriel Manastırı konusunda art niyet aranmamasını isteyerek, orada yaşanan sorunun tamamen hukuki olduğunu söyledi.

Mor Gabriel Manastırında bir el koyma elinden alma teşebbüsünün olmadığını dile getiren Ahmet Davutoğlu, Türkiye'de orman alanlarının anayasa koruması altında olduğunu, yaşananların tamamen bu çerçevede yaşandığını ifade etti.

Aynı durumun bir camide olması durumunda yine aynı şekilde hareket edileceğini belirten Davutoğlu, manastırın halen kullanımda olduğunu ve ebediyete kadar da kullanılacağını ümit ettiğini ifade etti.

Süryaniliğin Protestanlığa göre daha kadim bir mezhep olduğunu kaydeden Dışişleri Bakanı, Türkiye'nin Süryaniler için hiç eskimeyecek bir vatan olduğuna dikkati çekti, Arami dili ile kültürünü Köln'de yaşatan Süryanilere de teşekkür etti.

Davutoğlu, Süryanilerden Türkçe'yi unutmamalarını da isteyerek, bundan 20 yıl sonra başka bir Dışişleri Bakanının ziyarete geldiğinde Türkçe anlaşabilmesini umduğunu söyledi.

Antakya Arap Ortodoks Aziz Dimitrious Kilisesinden Musa Çiftçioğlu, Bakan Davutoğlu'na kendilerini ilk defa ziyaret eden Dışişleri Bakanı olması hasebiyle cemaat adına teşekkür etti.

Bakan Davutoğlu kilisede mum yaktı ve Meryem Çiftçioğlu adlı yaşlı kadının elini öptü.

Davutoğlu bugünkü kilise ziyaretlerinin müstesna bir ziyaret olduğunu belirterek, Almanya'da yaşayan Türk vatandaşlarının dini, mezhebi ne olursa olsun kendilerinin kardeşleri olduğunu belirtti.

'Sizin derdiniz bizim derdimizdir' diyen Davutoğlu, bu vatandaşların Türkiye'nin asli çocukları olduğunu kaydetti.

Türkiye'nin anlayışında üvey evlat anlayışı olmadığını ifade eden Ahmet Davutoğlu, 'Hepimiz aynı ailenin bireyleriyiz' dedi.

Suriye'nin kardeş toprakları olduğunu belirten Davutoğlu, bir kardeş kavgasının yaşanmaması için 9 yıldır en iyi ilişkileri kurduklarını ve son 9 aydır da telkinlerini sürdürdüklerini ifade etti.

gazetevatan.com

Davutoğlu, Türkiye kökenli Hıristiyanları ziyaret etti

04.12.2011 - 17:41

Bir dizi temas ve incelemelerde bulunmak üzere Almanya'da bulunan Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, ziyaretinin dördüncü gününde tarihi görüşmelere imza attı.

Almanya ziyaretinde Türkiye kökenli Hıristiyan vatandaşları da unutmayan Dışişleri Bakanı Davutoğlu, bugün Antakyalı St. Dimitrios Rum Ortodoks Kilisesi'nde Ortodoks Hıristiyan vatandaşlarla, daha sonra ise St. Petrus ve Pavlus Kilisesinde Süryani vatandaşlarla görüştü. Bu iki kilise cemaatinin yoğun duygular yaşadığı, Davutoğlu'nun kendilerini ziyaret etmeleri nedeniyle büyük bir coşku yaşadıkları gözlendi.

Türkiye kökenli Hıristiyan vatandaşlar Davutoğlu'nun konuşmasını sık sık uzun alkışlarla kesti. Antakyalı St. Dititrios Rum Ortodoks Kilisesi'nde Davutoğlu'nu karşılayan kilise yönetiminden Musa Çifçioğlu, "Biz ilk defa böyle bir şey yaşıyoruz. Doğup büyüdüğümüz, beşiğimizin sallandığı, ana sütümüzü içtiğimiz ülkemizin Dışişleri Bakanı bizi ziyaret ediyor, bunun bizim için ne ifade ettiğini anlarsınız. Biz değişik dine mensubuz ama aynı kanı, aynı ruhu taşıyan insanlarız" dedi, camilere verilen desteğin kiliselerine de verilmesini rica etti.

Dışişleri Bakanı Davutoğlu ise "Sizler Türkiye'nin asli unsurlarınız. Ben üniversite hocalığım döneminde dinler tarihi de okuttum, biliyorum ki; en köklü ve en eski kültürlerden biri de Antakya Ortodoks kilisesidir. Biz de bu kültürümüzle iftihar ediyoruz. Bizim üvey evlat anlaşımız yoktur" dedi.

Kilisenin ruhani lideri Abdülmesih Sabuncuoğlu ise "Ziyaretinizle bizi şereflendirdiniz. Bütün arkadaşlarım adına size teşekkür ediyorum" dedi. Bakan Davutoğlu'na çocuklar tarafından çiçek buketler ve bir de plaket sunuldu.

Davutoğlu daha sonra Köln'deki St. Petrus ve Pavlus Kilisesi'nde Süryani vatandaşlarla buluştu. Burada da Süryani vatandaşların büyük bir coşku yaşadığı gözlendi. Davutoğlu'na büyük ilgi gösteren vatandaşlar ona dua ve teşekkürler etti, birlikte resim çekindi. Burada konuşan kilise yönetiminden İbrahim Alıcı, "Türkiye'yi yürekten seviyoruz" dedi.

Kilisenin ruhani lideri Numan Dağ ise Eski memleketimiz olan Türkiye'den çok değerli misafirlerimiz var, hoş geldiniz, şeref verdiniz, ziyaretinizle bizi mutlu ettiniz. Türkiye hükümeti din özgürlüğü alanında iyileştirmeler yaparak insanlığa hizmet ediyor" dedi. Dünya Süryaniler Birliği Başkanı Johny Messo ise tüm dünyadaki Süryanilerin gözünün Türkiye'de olduğunu, Türkiye'nin onlar için çok değerli olduğunu söyledi. Kilise yönetimi ayrıca bu buluşmalara aracılık eden Köln Başkonsolosu Mustafa Kemal Basa'ya minnettar olduklarını dile getirdi.

Burada bir konuşma yapan Davutoğlu, "Sayın Dağ çok güzel konuştunuz ama bir noktayı düzeltmek isterim. Türkiye sizin eski vatanınız değil, her zaman vatanınızdır. Dinler tarihi okutan bir eski bir hoca olarak Süryani cemaatinin, Kadim Süryani cemaati olup ortadoğunun en köklü cemaati olduğunu biliyorum. İnancınızı buralara getirmeniz ve bunu yaşatmanız çok güzel bunu sürdürmenizi rica ediyorum. Bir ricam daha var, çocuklarınıza Türkçeyi öğretin ki; güçlü bağlarımız sürsün, 30 yıl sonraki Türk Dışişleri Bakanı size gelince onunla da anlaşabilirsiniz. Sizler Türkiye'nin asli unsurusunuz. Sizleri Türkiye'deki vatandaşlarımızın selamlarıyla kucaklıyorum" dedi. "Türkiye Cumhuriyeti acı ve iyi günlerinizde her zaman yanınızdadır" diyen Bakan, "Türkiye'nin size olan ilgisi ebediyete kadar devam edecektir. Büyükelçiliğimiz ve Başkonsolosluklarımızı kendi eviniz gibi görün. Mardin'deki Mor Gabriel kilisesiyle ilgili yaşanan sorunlara da değinmek isterim. Birileri bunu istismar etmeye çalışabilir. Ama yaşanan sorun söz konusu arazinin orman arazisi olması nedeniyle yaşanan hukuki sorunlardır. Orayı kilise kullanmaya devam edecek. Tam aksine Başbakanımız Ramazan ayında, cemaatlere ait gayri menkullerin iade edileceğini açıklamıştır. Biz her renk, ırk ve dinden oluşan büyük bir aileyiz. Hepsi bizim. Biz sizleri Türkiye Cumhuriyeti diasporası olarak görüyoruz." ifadelerini kullandı. ...
CIHAN
zaman.com.tr