Erol Dora, der in Istanbul lebt, stammt aus einem früher rein syrisch-orthodoxen Dorf im türkischen Südosten
Ankara, 29.09.2011 (KAP) Zum ersten Mal seit einem halben Jahrhundert erhält die Türkei einen christlichen Parlamentsabgeordneten. Der Anwalt Erol Dora bestätigte am Donnerstag auf Anfrage, er werde an diesem Samstag in der Volksvertretung in Ankara den Amtseid ablegen.
Dora, ein Mitglied der syrisch-orthodoxen Kirche, hatte bei den Wahlen am 12. Juni auf der Liste der Kurdenpartei BDP ein Mandat gewonnen. Aus Protest gegen die Inhaftierung eines Kollegen hatte die BDP das Parlament bisher aber boykottiert. Nun beschloss die Partei die Rückkehr ins Parlament.
Dora, der in Istanbul lebt, stammt aus einem früher rein christlichen Dorf im türkischen Südosten. Wie viele andere Christen in der Gegend musste seine Familie wegen des Krieges zwischen der türkischen Armee und den PKK-Kurdenrebellen aus der Gegend fliehen.
Im Parlament vertritt der 47-Jährige die südostanatolische Provinz Mardin. Dort liegt unter anderem das Kloster Mor Gabriel, das spirituelle Zentrum der rund 13.000 syrisch-orthodoxen Christen in der Türkei. Der letzte christliche Vertreter im türkischen Parlament war ein armenischer Politiker in den 1960er-Jahren.
kathweb.at / 29.09.2011
Online Journal über die Syrisch-Orthodoxe Kirche, Syrische Studien und Aramäer / www.suryoyo-online.org
Donnerstag, 29. September 2011
Mittwoch, 28. September 2011
Süryanilere ders kitabında ırkçılık
ANKARA (26.09.2011)- Milli Eğitim Bakanlığı'nın 10. sınıflar için hazırladığı tarih kitabında, Süryanilere yönelik ırkçı ifadeler yer alıyor. Türkiye'nin ilk Süryani milletvekili BDP'li Erol Dora, ifadelerin kitaptan çıkarılmasını istedi.
Milli Eğitim Bakanlığı'nın 10. sınıf öğrencilerine yönelik hazırladığı tarih kitabında, Süryanilere yönelik ifadeler dikkat çekti. Kitabın 65. ve 66. sayfasındaki, 'Osmanlı Devleti'nde Süryanilerin Durumu' başlıklı kısım, Süryani toplumunun tepkisini uyandırdı.
'Süryaniler batı tarafından kullanıldı'
Kitapta, Süryanilerin Avrupa'nın kışkırtmasıyla ayaklandığı öne sürülürken, Süryanilerin Türkiye'den ayrılmasının gerekçesi olarak da ayaklanmanın başarısızlığı gösteriliyor. Yurtdışına göç eden Süryanilerin, Batı devletlerinin ekonomik refahından yararlanmak için göç ettiği de kitapta yer alan iddialar arasında. Kitapta, "1915'te sözde Süryani soykırımı yapıldığı söylenmektedir. Süryanilerle mücadele savaş şartları içinde gerçekleşmiştir. Dolayısıyla soykırım söz konusu değildir" ifadeleri de yer alıyor.
'Kin ve nefret doğurabilir'
Konuyla ilgili ETHA'ya konuşan BDP'li Süryani Milletveki Erol Dora, söz konusu ifadeleri 'ırkçı' ve 'ayrımcı' olarak değerlendirdi. Türkiye'nin, yeni sivil, demokratik bir anayasa yapımı sürecinde olduğunu hatırlattı, lise çağındaki çocukların arasına kin ve nefret sokabilecek ifadelerin ders kitaplarında yer bulmasına tepki gösterdi.
'İnsan haklarına aykırı'
Söz konusu ifadelerin Türkiye'nin imzaladığı uluslararası anlaşmalara aykırı olduğunu belirten Dora, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nin 26. Maddesi'nin 2. bendini anımsattı, "Eğitim, bütün uluslar, ırklar ve dinsel topluluklar arasında anlayış, hoşgörü ve dostluğu ilerletmeli" dedi.
'Geri dönüş güçleşiyor'
Türkiye'de yaşayan Süryanilerin diasporadaki Süryanilere, "Ülkeye dönün" çağrısı yaptığını hatırlatan Dora, söz konusu ifadelerin Süryani toplumunda büyük bir reaksiyon yaratacağının altını çizdi. Benzer yaklaşımların, ekonomik, siyasi ya da lokal nedenlerle ülkeyi terk eden Süryanilerin anavatanlarına geri dönmesini güçleştirdiğini ifade etti.
'Müfredattan çıkarılmalı'
Dora, söz konusu müfredatın kabul edilemez olduğunu söyledi, "Bu ifadelerin kullanılmasını men ediyoruz, bu ifadelerin müfredattan hemen kaldırılmasını bir vatandaş olarak ben talep ediyorum" şeklinde konuştu, Başbakan'ı ve yetkilileri göreve çağırdı.
atilim.org
Milli Eğitim Bakanlığı'nın 10. sınıf öğrencilerine yönelik hazırladığı tarih kitabında, Süryanilere yönelik ifadeler dikkat çekti. Kitabın 65. ve 66. sayfasındaki, 'Osmanlı Devleti'nde Süryanilerin Durumu' başlıklı kısım, Süryani toplumunun tepkisini uyandırdı.
'Süryaniler batı tarafından kullanıldı'
Kitapta, Süryanilerin Avrupa'nın kışkırtmasıyla ayaklandığı öne sürülürken, Süryanilerin Türkiye'den ayrılmasının gerekçesi olarak da ayaklanmanın başarısızlığı gösteriliyor. Yurtdışına göç eden Süryanilerin, Batı devletlerinin ekonomik refahından yararlanmak için göç ettiği de kitapta yer alan iddialar arasında. Kitapta, "1915'te sözde Süryani soykırımı yapıldığı söylenmektedir. Süryanilerle mücadele savaş şartları içinde gerçekleşmiştir. Dolayısıyla soykırım söz konusu değildir" ifadeleri de yer alıyor.
'Kin ve nefret doğurabilir'
Konuyla ilgili ETHA'ya konuşan BDP'li Süryani Milletveki Erol Dora, söz konusu ifadeleri 'ırkçı' ve 'ayrımcı' olarak değerlendirdi. Türkiye'nin, yeni sivil, demokratik bir anayasa yapımı sürecinde olduğunu hatırlattı, lise çağındaki çocukların arasına kin ve nefret sokabilecek ifadelerin ders kitaplarında yer bulmasına tepki gösterdi.
'İnsan haklarına aykırı'
Söz konusu ifadelerin Türkiye'nin imzaladığı uluslararası anlaşmalara aykırı olduğunu belirten Dora, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nin 26. Maddesi'nin 2. bendini anımsattı, "Eğitim, bütün uluslar, ırklar ve dinsel topluluklar arasında anlayış, hoşgörü ve dostluğu ilerletmeli" dedi.
'Geri dönüş güçleşiyor'
Türkiye'de yaşayan Süryanilerin diasporadaki Süryanilere, "Ülkeye dönün" çağrısı yaptığını hatırlatan Dora, söz konusu ifadelerin Süryani toplumunda büyük bir reaksiyon yaratacağının altını çizdi. Benzer yaklaşımların, ekonomik, siyasi ya da lokal nedenlerle ülkeyi terk eden Süryanilerin anavatanlarına geri dönmesini güçleştirdiğini ifade etti.
'Müfredattan çıkarılmalı'
Dora, söz konusu müfredatın kabul edilemez olduğunu söyledi, "Bu ifadelerin kullanılmasını men ediyoruz, bu ifadelerin müfredattan hemen kaldırılmasını bir vatandaş olarak ben talep ediyorum" şeklinde konuştu, Başbakan'ı ve yetkilileri göreve çağırdı.
atilim.org
Bakan bu tarih kitabını gördü mü acaba?
Posted on 27 Eylül 2011
Böylesine ön yargılı, böylesine gerçeklerden uzak, böylesine toptancı bir yaklaşımı hala tarih kitaplarında görmek insanı gerçekten üzüyor.
Bahsettiğim kitap 10. sınıf orta öğretim Tarih ders kitabı.
M.E.B. Talim Terbiye Kurulunun 4.5 2009 tarihli talimatı ile 3.3.2011 tarihinde üçüncü baskısı yapılmış.
Şu an okullarda okutulan tarih kitabı yani.
Türkiye’deki farklı dini ve etnik grupları tanımak amaçlı olsa gerek bir bölüm yapılmış. Gelin kitapta Süryaniler hakkında yazılmış kısma birlikte göz atalım;
‘I.Dünya savaşı sürecinde Rusların ve Avrupalı devletlerin kışkırtması ile Süryaniler ayaklandılar. Fakat bu ayaklanmalarda başarılı olamayınca Süryanilerin büyük kısmı Osmanlı topraklarından ayrıldılar. İngiltere petrol kaynaklarına giden yollarda üstünlük sağlamak amacıyla 1924 yılında Süryani azınlığı ayaklandırdı. Olaylar kısa sürede büyüdü. Hakkâri valisini esir alan isyancıların ağustos ayında çıkardıkları ayaklanma ekim başında bastırılabildi. Bu ayaklanmadan sonra Nasturi denen azınlığın tamamı Türkiye’den ayrıldı. Özellikle yurt dışına göç eden Süryaniler Batı’nın ekonomik refahı içinde ve yaşamak için o devletlerin siyasi ve dini çıkarlarına alet olmaktadırlar. Süryaniler hiçbir sorunla karşılaşmadan dini ve sosyal faaliyetlerini gerçekleştirmişlerdir. ‘
Şimdi bu satırları okuyarak yetişen öğrencilerimizin Süryani vatandaşlarımız hakkında düşüneceği şey bellidir; ‘vay hainler Ruslara bizi satmışlar, üstelik İngilizlerle de işbirliği yapmışlar bu da yetmezmiş gibi batının siyasi ve dini çıkarlarına alet oluyorlarmış. Hem de bunu batıda refah içinde yaşamak için yapıyorlarmış, bilaistisna hepsi böyleymiş’.
Böylesine ön yargılı, böylesine gerçeklerden uzak, böylesine toptancı bir yaklaşımı hala tarih kitaplarında görmek insanı gerçekten üzüyor.
Kürt, alevi, gayrimüslim açılımlarının yapıldığı, en azından yapılmaya çalışıldığı bir dönemde böyle bir ders kitabının varlığı nasıl açıklanabilir?
Bugün AB bağlamında başka ülkeler ile ilgili tarih kitaplarından kin ve düşmanlığı körükleyecek ifadeler çıkartılırken kendi gayrimüslim vatandaşlarımıza yönelik böylesine önyargılı ve düşmanca yaklaşımlar anlaşılır gibi değil.
KİTAPTAKİ İFADELERİN DOĞRUSU ŞÖYLE
Öncelikle şunu söylemeliyim ki tarih kitabında iddia edildiği gibi Ruslarla işbirliği yapan Süryaniler değil, onların bir kolu olan farklı bir mezhebe sahip, Hakkâri, Van civarındaki Nasturilerdi.
Mardin merkezli yaşayan Süryaniler bilakis Osmanlının yanında olmuşlardır. Kurtuluş savaşı esnasında Kadim Kilisesi Patriği İlyas Şakir’in ‘biz Araplar, Kürtler ve Süryaniler olarak Osmanlı idaresinden ayrılmak istemiyoruz. Halifeye bağlıyız ve Türk kardeşlerimizin yanında kalmaya devam edeceğiz. Gerekirse mallarımız ve canlarımızla savaşacağız” ifadesi bu açıdan çok önemlidir.
Buna mukabil Atatürk Kurtuluş Savaşı’ndan sonra Süryanilere sahip çıkmış, Süryanilerin savaş yıllarında gösterdikleri sadakatle ilgili olarak şu ifadeleri kullanmıştır: “Süryani Patriği 3.İlyas’ın, Milli Mücadele yıllarında müstevlilere karşı, bu yurdun evladı olarak takındığı mücadeleci tavır, Milli Mücadele kahramanlarından olduğunu göstermiştir”
Kurtuluş savaşında bu topraklar için canını veren 105 gayrı Müslim vatandaşımızın bir kısmı da Süryani idi.
Atatürk’ün Ankara’ya ilk geldiğinde, garda karşılayanlar içinde Süryani din adamı Patrik 3. İlyas da vardır.
Gerçek böyle olmakla birlikte Ermeni tehciri esnasında pek çok Süryani maalesef büyük eziyet çekmiş, isyanın faturası onlara da çıkarılmıştır. İşte tarih kitabında da hala çıkarılmaya devam ediliyor. Yaşadıkları eziyetin sonucunda da Süryani vatandaşlarımız binlerce yıldır yaşadıkları topraklardan göç etmek zorunda bırakılmışlardır.
Süryaniler o kadar kendilerini bu ülkeye ait görmüşlerdir ki Lozan’da kendilerinin azınlık statüsünde gösterilmelerine karşı çıkmışlardı. Yani bugün Süryaniler bu ülkede azınlık statüsünde değillerdir. Maalesef bu sebeple de kendi okullarını açma hakları yoktur.
Şimdi gelelim meselenin başka bir yönüne.
Kitaptaki ifadeye bakılırsa özellikle yurt dışına göç eden Süryaniler Batı’nın ekonomik refahı içinde yaşamak için o devletlerin siyasi ve dini çıkarlarına alet olmaktaymışlar.
Gene dışlayıcı, gene bütüncül bir yaklaşım daha.
Bugün Avrupa’da vatan özlemi ile yüz binlerce Süryani yaşamakta. Evet, bunlar içerisinde Türklerin soykırım yaptığını iddia edenler de var. Türkiye aleyhine çalışanlar da. Ama bütün göç etmiş Süryanileri yaşadıkları ülkelerin siyasi ve dini çıkarlarına alet olmakla suçlamak haksızlık olsa gerek. Üstelik ekonomik menfaat için yaptıklarını söylemek.
Bütün Süryanileri hem yapmadıklarından dolayı suçlayacaksınız, hem süreceksiniz, hem mallarına el koyacaksınız ardında da ekonomik menfaat için bunları yapıyorlar deyip hakaret edeceksiniz. Ayıptır.
Bu ders kitabını diğer öğrenciler ile birlikte Süryani öğrenciler de okullarımızda okuyor. O Süryani çocuklar kendilerini nasıl hissediyorlardır acaba?
Kini, öfkeyi körükleyici bu ifadeler günümüz Türkiye’sine yakışmıyor.
Hükümetin yapması gereken rencide edici bu ifadeleri derhal kitaplardan kaldırmak ve gurbette yaşayan Süryanilerle diyalog kurmak, onlara kucak açmak olmalıdır.
Büyük ve kendine güvenen devlete yakışan budur, AKP hükümetinden beklenen de budur.
Erkam Tufan Aytav – Haber 7
erkamaytav@hotmail.com
bulancakhaber.com
Böylesine ön yargılı, böylesine gerçeklerden uzak, böylesine toptancı bir yaklaşımı hala tarih kitaplarında görmek insanı gerçekten üzüyor.
Bahsettiğim kitap 10. sınıf orta öğretim Tarih ders kitabı.
M.E.B. Talim Terbiye Kurulunun 4.5 2009 tarihli talimatı ile 3.3.2011 tarihinde üçüncü baskısı yapılmış.
Şu an okullarda okutulan tarih kitabı yani.
Türkiye’deki farklı dini ve etnik grupları tanımak amaçlı olsa gerek bir bölüm yapılmış. Gelin kitapta Süryaniler hakkında yazılmış kısma birlikte göz atalım;
‘I.Dünya savaşı sürecinde Rusların ve Avrupalı devletlerin kışkırtması ile Süryaniler ayaklandılar. Fakat bu ayaklanmalarda başarılı olamayınca Süryanilerin büyük kısmı Osmanlı topraklarından ayrıldılar. İngiltere petrol kaynaklarına giden yollarda üstünlük sağlamak amacıyla 1924 yılında Süryani azınlığı ayaklandırdı. Olaylar kısa sürede büyüdü. Hakkâri valisini esir alan isyancıların ağustos ayında çıkardıkları ayaklanma ekim başında bastırılabildi. Bu ayaklanmadan sonra Nasturi denen azınlığın tamamı Türkiye’den ayrıldı. Özellikle yurt dışına göç eden Süryaniler Batı’nın ekonomik refahı içinde ve yaşamak için o devletlerin siyasi ve dini çıkarlarına alet olmaktadırlar. Süryaniler hiçbir sorunla karşılaşmadan dini ve sosyal faaliyetlerini gerçekleştirmişlerdir. ‘
Şimdi bu satırları okuyarak yetişen öğrencilerimizin Süryani vatandaşlarımız hakkında düşüneceği şey bellidir; ‘vay hainler Ruslara bizi satmışlar, üstelik İngilizlerle de işbirliği yapmışlar bu da yetmezmiş gibi batının siyasi ve dini çıkarlarına alet oluyorlarmış. Hem de bunu batıda refah içinde yaşamak için yapıyorlarmış, bilaistisna hepsi böyleymiş’.
Böylesine ön yargılı, böylesine gerçeklerden uzak, böylesine toptancı bir yaklaşımı hala tarih kitaplarında görmek insanı gerçekten üzüyor.
Kürt, alevi, gayrimüslim açılımlarının yapıldığı, en azından yapılmaya çalışıldığı bir dönemde böyle bir ders kitabının varlığı nasıl açıklanabilir?
Bugün AB bağlamında başka ülkeler ile ilgili tarih kitaplarından kin ve düşmanlığı körükleyecek ifadeler çıkartılırken kendi gayrimüslim vatandaşlarımıza yönelik böylesine önyargılı ve düşmanca yaklaşımlar anlaşılır gibi değil.
KİTAPTAKİ İFADELERİN DOĞRUSU ŞÖYLE
Öncelikle şunu söylemeliyim ki tarih kitabında iddia edildiği gibi Ruslarla işbirliği yapan Süryaniler değil, onların bir kolu olan farklı bir mezhebe sahip, Hakkâri, Van civarındaki Nasturilerdi.
Mardin merkezli yaşayan Süryaniler bilakis Osmanlının yanında olmuşlardır. Kurtuluş savaşı esnasında Kadim Kilisesi Patriği İlyas Şakir’in ‘biz Araplar, Kürtler ve Süryaniler olarak Osmanlı idaresinden ayrılmak istemiyoruz. Halifeye bağlıyız ve Türk kardeşlerimizin yanında kalmaya devam edeceğiz. Gerekirse mallarımız ve canlarımızla savaşacağız” ifadesi bu açıdan çok önemlidir.
Buna mukabil Atatürk Kurtuluş Savaşı’ndan sonra Süryanilere sahip çıkmış, Süryanilerin savaş yıllarında gösterdikleri sadakatle ilgili olarak şu ifadeleri kullanmıştır: “Süryani Patriği 3.İlyas’ın, Milli Mücadele yıllarında müstevlilere karşı, bu yurdun evladı olarak takındığı mücadeleci tavır, Milli Mücadele kahramanlarından olduğunu göstermiştir”
Kurtuluş savaşında bu topraklar için canını veren 105 gayrı Müslim vatandaşımızın bir kısmı da Süryani idi.
Atatürk’ün Ankara’ya ilk geldiğinde, garda karşılayanlar içinde Süryani din adamı Patrik 3. İlyas da vardır.
Gerçek böyle olmakla birlikte Ermeni tehciri esnasında pek çok Süryani maalesef büyük eziyet çekmiş, isyanın faturası onlara da çıkarılmıştır. İşte tarih kitabında da hala çıkarılmaya devam ediliyor. Yaşadıkları eziyetin sonucunda da Süryani vatandaşlarımız binlerce yıldır yaşadıkları topraklardan göç etmek zorunda bırakılmışlardır.
Süryaniler o kadar kendilerini bu ülkeye ait görmüşlerdir ki Lozan’da kendilerinin azınlık statüsünde gösterilmelerine karşı çıkmışlardı. Yani bugün Süryaniler bu ülkede azınlık statüsünde değillerdir. Maalesef bu sebeple de kendi okullarını açma hakları yoktur.
Şimdi gelelim meselenin başka bir yönüne.
Kitaptaki ifadeye bakılırsa özellikle yurt dışına göç eden Süryaniler Batı’nın ekonomik refahı içinde yaşamak için o devletlerin siyasi ve dini çıkarlarına alet olmaktaymışlar.
Gene dışlayıcı, gene bütüncül bir yaklaşım daha.
Bugün Avrupa’da vatan özlemi ile yüz binlerce Süryani yaşamakta. Evet, bunlar içerisinde Türklerin soykırım yaptığını iddia edenler de var. Türkiye aleyhine çalışanlar da. Ama bütün göç etmiş Süryanileri yaşadıkları ülkelerin siyasi ve dini çıkarlarına alet olmakla suçlamak haksızlık olsa gerek. Üstelik ekonomik menfaat için yaptıklarını söylemek.
Bütün Süryanileri hem yapmadıklarından dolayı suçlayacaksınız, hem süreceksiniz, hem mallarına el koyacaksınız ardında da ekonomik menfaat için bunları yapıyorlar deyip hakaret edeceksiniz. Ayıptır.
Bu ders kitabını diğer öğrenciler ile birlikte Süryani öğrenciler de okullarımızda okuyor. O Süryani çocuklar kendilerini nasıl hissediyorlardır acaba?
Kini, öfkeyi körükleyici bu ifadeler günümüz Türkiye’sine yakışmıyor.
Hükümetin yapması gereken rencide edici bu ifadeleri derhal kitaplardan kaldırmak ve gurbette yaşayan Süryanilerle diyalog kurmak, onlara kucak açmak olmalıdır.
Büyük ve kendine güvenen devlete yakışan budur, AKP hükümetinden beklenen de budur.
Erkam Tufan Aytav – Haber 7
erkamaytav@hotmail.com
bulancakhaber.com
Dülük’te Süryani manastırı varmış
Antik Dülük Kenti’nde Şehitkmail Belediyesi’nin desteği ile gerçekleştirilen kazılarının başkanlığını yapan Prof. Dr. Engelbert Winter, milattan önce 9'ncu yüzyılda alanda bulunan Süryani manastırı ile bölgenin ticari bir nokta haline geldiğini söyledi.
Şehitkamil Belediye Başkanı Rıdvan Fadıloğlu, dünyanın en eski yerleşim bölgelerinden biri olan Dülük Antik Kenti kazı alanını ziyaret ederek çalışmaları yerinde inceledi.
Başkan Fadıloğlu, Şehitkamil Belediyesi olarak Gaziantep'in tarihini ortaya çıkartmak için yapılan çalışmalara destek olduklarını, bu desteğin bundan sonra da devam edeceğini bildirdi.
Fadıloğlu, "Şehitkamil Belediyesi'nin sponsorluğunda devam eden Dülük Antik Kenti Kazı Alanı'nı Prof. Dr. Engelbert Winter'in başkanlığında 2 ay sürecek. Dülük Antik Kenti kazıları yine her sene olduğu gibi bu senede devam ediyor. Yaklaşık 50 kişilik bir ekibin 2 aylık bir çalışması artık son noktasına gelinmiş durumdadır. Bundan sonraki süreçte çıkartılan eserlerin envanteri söz konusudur. Özellikle yazıtlarla ilgili olanları incelemek için gönderilmiş. Diğer taraftaki buluntularında temizlik çalışmaları yapılıyor. Belediye olarak kazı yapma yetkimiz yok ancak, Gaziantep'in tarihini ortaya çıkartmak için bu çalışmaları destekliyoruz.
Kazı çalışmaları sayesinde Gaziantep'in tarihi ortaya çıkacak. Hangi dönemden, hangi dönemlere buluntuların olduğu artık Gaziantep'in tarihinin de ortaya koymak adına çok önemli buluntular. Burası bir geçiş noktası ve bir ticaret merkezi. Gaziantep'in bugünkü, ticari başarısı genetik kotlarında yatıyor. İşte bu da geçmişteki tarihinden gelen çalışmalar neticesinde oluşmuş bir unsur. Şehitkamil Belediyesi olarak kazı yapma yetkimiz yok. Bunu her zaman söylüyoruz. Ancak Gaziantep'in tarihini ortaya çıkartmak adına yapılan bu çalışmaya sonuna kadar destek veriyoruz. Gönül ister ki, daha geniş bir ekiple, daha geniş bir sürede olsun. Bu kazılar Üniversite bünyesinde yapıldığı için ancak tatil dönemlerinde yapılabiliyor" şeklinde konuştu.
Prof. Dr. Winter ise "2 aylık kazı sezonumuzun sonuna yaklaştık. Bu dönem içinde yüzlerce küçük buluntu arasında milattan önce döneminden, milattan sonra dönemine kadar tarihi gelişmeler hakkında yine birçok açıdan aydınlık getirmektedir. Bulunan birçok buluntu arasında önemli 2 buluntu var. Süryanice bir yazı içeren buluntumuz var. Milattan sonra 9’ncu yüzyıla tarihleşmektedir. Kutsal alanın, sonraki döneminde burada bir manastır yer aldı. Manastır ile birlikte burası bir ticari nokta haline gelmiş" dedi.
guncelgazete.com / 27 Eylül 2011
Montag, 26. September 2011
Süryani çocuklara tarih şoku
Fotoğraf: MEHMET HALİS/DHA
26/09/2011 2:00
Ortaöğretim 10. sınıf Tarih kitabında Süryani tarifi: Osmanlı'ya ayaklandılar, refah için batı'nın çıkarlarına alet oldular...
Süryani çocuklara tarih şoku
RİFAT BAŞARAN
ANKARA- Milli Eğitim Bakanlığı’nın ortaöğretim 10. sınıflar için hazırladığı Tarih dersi kitapları, Süryanileri üzdü. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan Süryani öğrencilerin de okuduğu kitap, Süryanileri ‘ülkeye ihanet etmiş’ gibi gösteriyor.
Milli Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulu’nun 2009 yılında ders kitabı olarak okutulmasına izin verdiği ortaöğretim 10. Sınıf Tarih kitabında Süryanilere yönelik yanlış bilgiler yer alıyor. Vicdan Cazgır, İlhan Genç, Mehmet Çelik, Celal Genç ve Şenol Türedi’nin yazdığı, editörlüğünü ise Doç. Dr. Osman Köse’nin yaptığı kitabın 65. ve 66. sayfalarında ‘Osmanlı Devleti’nde Süryanilerin Durumu’ başlıklı bilgilere itiraz eden Süryaniler, “Bu bilgiler eksik, yanlış ve bize karşı düşmanlığı körüklüyor” görüşünü savunuyor.
Düşmanlık nedeni
Süryanilerin kitaba yönelik ilk tepkisi, ‘tarihlerinin yanlış anlatıldığı’na yönelik. Ayrıca Süryanilerin Ermeni Kilisesi’ne bağlanmasıyla ilgili bilginin de eksik olduğu kaydediliyor. Kitapta 1. Dünya Savaşı sürecinde özellikle Rusların ve Avrupalı devletlerin kışkırtmasıyla Süryanilerin ayaklandığı, başarılı olamayınca büyük çoğunluğunun Anadolu’dan ayrıldığı ifade edilerek şöyle deniliyor:
“Lozan Antlaşması’na göre Süryaniler Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı sayıldılar. ...Süryani göçü ekonomik nedenlerle son yıllarda artmıştır. Özellikle yurtdışına göç eden Süryaniler Batı’nın ekonomik refahı içinde yaşamak için o devletlerin siyasi ve dini çıkarlarına alet olmaktadırlar. 1915’te sözde Süryani soykırımı yapıldığı söylenmektedir. Süryaniler 1. Dünya Savaşı’nda Rusları destekleyerek taraf olmuşlardır. Süryanilerle mücadele savaş şartları içinde gerçekleşmiştir. Dolayısıyla soykırım söz konusu değildir. Süryaniler hiçbir sorunla karşılaşmadan dini ve sosyal faaliyetlerini gerçekleştirmişlerdir.”
Süryani yazar Markus Ürek’in kitaba itirazı ise şöyle:
“Süryanilerin tarihi, Süryanilere danışılarak yazılmalıdır. Süryaniler, orada gösterildiği gibi kötü bir topluluk değil aksine bütünlük içerisinde yaşamaya çalışan bir halk olmuştur. Genç ya da çocuk yaştaki insanlara tarihi bu şekilde öğretmektense daha objektif yazılması doğru olurdu. Bir ders kitabı, vatandaşlığı bütünleştirecek şekilde olmalı. Bu kitaptaki metin ülkedeki insanların Süryanilere daha farklı bakmasına neden olacak şekilde kaleme alınmış.”
Ürek, kitapta yazıldığı gibi bir Süryani ayaklanmasının da yaşanmadığını kaydederek, “Doğu Süryanileri, Kürt aşiretlerinin kendi üzerlerine gelmesi nedeniyle kendilerini korudu” dedi.
radikal.com.tr
26/09/2011 2:00
Ortaöğretim 10. sınıf Tarih kitabında Süryani tarifi: Osmanlı'ya ayaklandılar, refah için batı'nın çıkarlarına alet oldular...
Süryani çocuklara tarih şoku
RİFAT BAŞARAN
ANKARA- Milli Eğitim Bakanlığı’nın ortaöğretim 10. sınıflar için hazırladığı Tarih dersi kitapları, Süryanileri üzdü. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan Süryani öğrencilerin de okuduğu kitap, Süryanileri ‘ülkeye ihanet etmiş’ gibi gösteriyor.
Milli Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulu’nun 2009 yılında ders kitabı olarak okutulmasına izin verdiği ortaöğretim 10. Sınıf Tarih kitabında Süryanilere yönelik yanlış bilgiler yer alıyor. Vicdan Cazgır, İlhan Genç, Mehmet Çelik, Celal Genç ve Şenol Türedi’nin yazdığı, editörlüğünü ise Doç. Dr. Osman Köse’nin yaptığı kitabın 65. ve 66. sayfalarında ‘Osmanlı Devleti’nde Süryanilerin Durumu’ başlıklı bilgilere itiraz eden Süryaniler, “Bu bilgiler eksik, yanlış ve bize karşı düşmanlığı körüklüyor” görüşünü savunuyor.
Düşmanlık nedeni
Süryanilerin kitaba yönelik ilk tepkisi, ‘tarihlerinin yanlış anlatıldığı’na yönelik. Ayrıca Süryanilerin Ermeni Kilisesi’ne bağlanmasıyla ilgili bilginin de eksik olduğu kaydediliyor. Kitapta 1. Dünya Savaşı sürecinde özellikle Rusların ve Avrupalı devletlerin kışkırtmasıyla Süryanilerin ayaklandığı, başarılı olamayınca büyük çoğunluğunun Anadolu’dan ayrıldığı ifade edilerek şöyle deniliyor:
“Lozan Antlaşması’na göre Süryaniler Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı sayıldılar. ...Süryani göçü ekonomik nedenlerle son yıllarda artmıştır. Özellikle yurtdışına göç eden Süryaniler Batı’nın ekonomik refahı içinde yaşamak için o devletlerin siyasi ve dini çıkarlarına alet olmaktadırlar. 1915’te sözde Süryani soykırımı yapıldığı söylenmektedir. Süryaniler 1. Dünya Savaşı’nda Rusları destekleyerek taraf olmuşlardır. Süryanilerle mücadele savaş şartları içinde gerçekleşmiştir. Dolayısıyla soykırım söz konusu değildir. Süryaniler hiçbir sorunla karşılaşmadan dini ve sosyal faaliyetlerini gerçekleştirmişlerdir.”
Süryani yazar Markus Ürek’in kitaba itirazı ise şöyle:
“Süryanilerin tarihi, Süryanilere danışılarak yazılmalıdır. Süryaniler, orada gösterildiği gibi kötü bir topluluk değil aksine bütünlük içerisinde yaşamaya çalışan bir halk olmuştur. Genç ya da çocuk yaştaki insanlara tarihi bu şekilde öğretmektense daha objektif yazılması doğru olurdu. Bir ders kitabı, vatandaşlığı bütünleştirecek şekilde olmalı. Bu kitaptaki metin ülkedeki insanların Süryanilere daha farklı bakmasına neden olacak şekilde kaleme alınmış.”
Ürek, kitapta yazıldığı gibi bir Süryani ayaklanmasının da yaşanmadığını kaydederek, “Doğu Süryanileri, Kürt aşiretlerinin kendi üzerlerine gelmesi nedeniyle kendilerini korudu” dedi.
radikal.com.tr
Türkisches Schulbuch beschreibt Christen als Verräter
Christen seien aus wirtschaftlichen Gründen ausgewandert und im Westen "zum Werkzeug der politischen und religiösen Interessen geworden"
26.09.2011
Ankara, 26.09.2011 (KAP) Vertreter der syrisch-orthodoxen Christen in der Türkei haben die Darstellung ihrer Glaubensgemeinschaft in einem staatlichen Schulbuch kritisiert. Laut einem Bericht der Zeitung "Radikal" (Montag) werden die Christen in dem Geschichtsbuch für die zehnte Klasse als Landesverräter beschrieben, die aus wirtschaftlichen Gründen aus der Türkei ausgewandert und im Westen "zum Werkzeug der politischen und religiösen Interessen der dortigen Länder" geworden seien. Vertreter der syrisch-orthodoxen Christen beklagten laut dem Bericht, dadurch werde die Feindschaft gegen die christliche Minderheit noch weiter vertieft.
In den vergangenen Jahrzehnten hatten viele syrisch-orthodoxe Christen ihre Heimat in Südostanatolien verlassen, weil sie im Krieg zwischen dem türkischen Staat und den kurdischen PKK-Rebellen zwischen die Fronten geraten waren. Die meisten Auswanderer siedelten sich in Deutschland und der Schweiz an. In jüngster Zeit sind einige wieder in ihre alten Dörfer im Gebiet um das alte Kloster Mor Gabriel in der Provinz Mardin im Südosten der Türkei zurückgekehrt.
kathweb.at
Samstag, 24. September 2011
Die Odyssee der Aramäer
So sieht der Plan der Syrisch-Orthodoxen Gemeinde von Bietigheim für ihre Kirche (links) aus. Das Gebäude rechts soll später und in einem größeren Abstand zum Gotteshaus gebaut werden. Die Aramäer hoffen auf ein Grundstück an der Ezelstraße, um ihr Projekt verwirklichen zu können. Zeichnung: Syrisch-Orthodoxe Gemeinde
BIETIGHEIM-BISSINGEN, 24. SEPTEMBER 2011
Christliche Gemeinde hofft, noch in diesem Jahr ein Grundstück für neue Kirche zu bekommen
Seit 2005 ist die Syrisch-Orthodoxe Gemeinde auf der Suche nach einem Bauplatz für eine neue Kirche. Jetzt schöpfen die 300 aramäischen Familien Hoffnung, eine Möglichkeit bietet sich an der Ezelstraße.
Für Aydin Önverdi, den Sekretär der Syrisch-Orthodoxen Gemeinde in Bietigheim-Bissingen, und den ersten Vorsitzenden des Kirchengemeinderates, Orhan Akman, ist die Suche nach einem Kirchen-Grundstück inzwischen eine existenzielle Aufgabe. Die Gottesdienste der Gemeinde finden seit gut 30 Jahren in der katholischen Kirche "Zum Guten Hirten" statt. Mit einer eigenen Kirche, so macht Önverdi deutlich, könne man vor allem die jüngeren Aramäer noch fester in die Gemeinschaft einbinden, die von Pfarrer Kis Afrim betreut wird.
Die Suche der Aramäer nach einem Grundstück für ihre neue Kirche in der Stadt hat sich in den letzten sechs Jahren zu einer Odyssee entwickelt. Immer wieder habe man seitens der Verwaltung Vorschläge gemacht, im Gespräch, so Önverdi, waren Flächen an der Mühlwiesenstraße und im Laiern. Dann habe jedoch das Raum- und Rahmenprogramm nicht gepasst, bis man schließlich, nach einem Grundstück an der Karl-Benz-Straße, eine Fläche an der Bahnhofstraße, gegenüber des Handelshofs, ins Auge fasste.
Die Syrisch-Orthodoxe Gemeinde ließ zu diesem Zeitpunkt, 2005, erstmals Pläne für ihr Bauvorhaben machen. Geplant ist eine Kirche, 20 mal 33 Meter, und neun Meter hoch. Die Kosten für dieses Bauwerk, inklusive Grundstück, belaufen sich nach Abstrichen auf 3,1 Millionen Euro. Dieses Geld haben die Gemeindemitglieder zusammengebracht und es wird Eigenleistungen beim Bau geben. Der durch eine Bank aufgestellt Finanzplan steht, so Orhan Akman.
In einem ersten Schritt wollen die Aramäer die Kirche bauen, in einem zweiten Schritt, in fünf bis sechs Jahren, soll dann noch ein kleines Zentrum für die Pflege des Glaubens und vor allem der aramäischen Sprache hinzukommen.
Die Suche nach einem Grundstück ging auch nach der Fertigstellung der Pläne weiter. Nach der Bahnhofstraße war ein Grundstück auf der inzwischen abgeräumten Fläche des ehemaligen Bundeswehrdepots im Gespräch. Eine Option die sich, wegen geänderten Plänen der Stadt, wieder in Luft aufgelöst hat. Vorsitzender Akman sagt, man habe der Stadt dort auch nicht im Wege stehen wollen, jetzt aber stehe man wieder mit einem Plan für die Kirche da, ohne Grund und Boden zu haben.
Für die Aramäer zeigt sich jedoch ein kleines Licht am Ende des Tunnels. Dies kommt in Form eines städtischen Grundstücks an der Ezelstraße im Industriegebiet Laiern daher, auf das sich nun alle Hoffnungen der Syrisch-Orthodoxen Gemeinde konzentrieren.
An dieser Stelle, so Önverdi, lasse sich die Kirche verwirklichen und auch genügend Parkplätze einrichten. Damit würde ein lang gehegter Wunsch der Gemeindemitglieder in Erfüllung gehen, die nach der verstrichen Zeit der Grundstückssuche und der finanziellen Beteiligung zum Teil doch heftiger auf den Kirchen-Bau pochen würden.
Nun ziehen aber schon wieder dunkle Wolken auf. Plötzlich gibt es für die Fläche im Laiern noch zwei Mitbewerber. Ein Industrieunternehmen, als auch ein großer Dienstleistungsbetrieb. Die Entscheidung über die Vergabe fällt im Gemeinderat, vertröstet wurde die Syrisch-Orthodoxe Gemeinde bis nach einer Klausurtagung des Gremiums, die Ende des Monats stattfindet.
Redaktion: JÖRG PALITZSCH
bietigheimerzeitung.de
Freitag, 16. September 2011
Landgericht verhängt zweijährige Bewährungsstrafe für Aslan Karatas
Julius Hanna Aydin .
Warburger Bischof | FOTO: NW
PADERBORN/WARBURG
Urteil im Prozess um Überfall auf Warburger Bischof
16.09.2011
Paderborn/Warburg (nw). Fast eineinhalb Jahre nach dem brutalen Überfall auf den Bischof der syrisch-orthodoxen Kirche in Deutschland ist der Anstifter jetzt verurteilt worden. Das Landgericht Paderborn verhängte am Freitag gegen einen 64-Jährigen aus Wiesbaden eine zweijährige Bewährungsstrafe.
Er sei der Anstiftung zur gefährlichen Körperverletzung schuldig, entschied das Gericht. Hintergrund seien offenbar die heftigen Auseinandersetzungen in der syrisch-orthodoxen Kirche. Der 64-Jährige hatte im Prozess eingeräumt, drei Männer angestiftet zu haben, dem Bischof eine Abreibung zu verpassen. Die drei Männer waren bereits im April zu Haftstrafen verurteilt worden.
Warburger Bischof | FOTO: NW
PADERBORN/WARBURG
Urteil im Prozess um Überfall auf Warburger Bischof
16.09.2011
Paderborn/Warburg (nw). Fast eineinhalb Jahre nach dem brutalen Überfall auf den Bischof der syrisch-orthodoxen Kirche in Deutschland ist der Anstifter jetzt verurteilt worden. Das Landgericht Paderborn verhängte am Freitag gegen einen 64-Jährigen aus Wiesbaden eine zweijährige Bewährungsstrafe.
Er sei der Anstiftung zur gefährlichen Körperverletzung schuldig, entschied das Gericht. Hintergrund seien offenbar die heftigen Auseinandersetzungen in der syrisch-orthodoxen Kirche. Der 64-Jährige hatte im Prozess eingeräumt, drei Männer angestiftet zu haben, dem Bischof eine Abreibung zu verpassen. Die drei Männer waren bereits im April zu Haftstrafen verurteilt worden.
Mittwoch, 14. September 2011
Drahtzieher legt Geständnis ab
Beraten ihr weiteres Vorgehen (von links): Angeklagter Aslan K. und seine Verteidiger H.-Jürgen Borowsky und Prof. Dr. Ralf Neuhaus. Am Ende stand ein Geständnis. Foto: Marius Thöne
Mittwoch, 14. September 2011, - 02:20 Uhr
Überraschende Wende im Bischofsprozess – Maximal zwei Jahre Haft auf Bewährung für Aslan K.
Von Marius Thöne
Warburg (WB). Aslan K. war der Drahtzieher des Übergriffs auf den syrisch-orthodoxen Bischof Julius Hanna Aydin. Das hat der 64-jährige, innerkirchlicher Widersacher des Warburger Bischofs, gestern vor dem Landgericht Paderborn gestanden. Dem Geständnis vorausgegangen waren stundenlange Verhandlungen zwischen Gericht, Staatsanwaltschaft, Verteidigung und Nebenklagevertreter hinter verschlossenen Türen. Am Ende stand eine Vereinbarung: Aslan K. legt ein Geständnis ab, wird dafür aber höchstens zu zwei Jahren Haft auf Bewährung verurteilt. Das Urteil soll am kommenden Freitag gesprochen werden. Der Haftbefehl gegen K. wurde schon gestern aufgehoben. Er hatte seit Februar in Untersuchungshaft gesessen und zuletzt im Justizkrankenhaus in Fröndenberg gelegen.
Er habe zwar keinen Raub und keinen Überfall in Auftrag gegeben, dem Bischof wohl aber eine »Abreibung« verpassen wollen, ließ Aslan K. durch seinen Anwalt Prof. Dr. Ralf Neuhaus (Dortmund) während der Verhandlung verlesen. »Dazu gehörten auch Schläge«, hieß es in dem Geständnis weiter. Der Bischof habe seiner Kirche gegenüber ein schlechtes Verhalten an den Tag gelegt. Es sei aber nie seine Absicht gewesen, den Kirchenmann zu töten.
Den Wunsch einer Abreibung hat der frühere Diözesanratsvorsitzende Aslan K. an den späteren Haupttäter Fadi M. herangetragen. Dieser habe selbst »Probleme mit dem Bischof« gehabt, gab der Wiesbadener Aslan K. in seinem Geständnis weiter an. Er habe auch davon ausgehen können, dass Fadi M. nicht allein zur Tat schreitet, sondern mit Komplizen nach Warburg fährt.
Am 15. April 2010 überfielen Fadi M. und zwei Komplizen den Bischof in seinem Zimmer im Kloster St. Jakob zu Sarug in Warburg. Der Bischof wurde geschlagen, getreten, gefesselt, und ihm wurden mit Klebeband Mund und Nase verschlossen. Zudem wurde ihm als Zeichen der Demütigung der lange weiße Bart abgeschnitten. Die drei Täter wurden zu Haftstrafen zwischen viereinhalb und sieben Jahren verurteilt. Während des ersten Prozesses war Aslan K. als Drahtzieher des Überfalls auf den Bischof genannt worden. Gegen den Wiesbadener wird seit Juli vor der ersten großen Strafkammer des Paderborner Landgerichts unter Vorsitz von Bernd Emminghaus verhandelt.
Gestern Vormittag sollte zunächst der Bruder von Fadi M. Aussagen zur Rolle von Aslan K. machen. Die Verteidiger Prof. Dr. Ralf Neuhaus und H.-Jürgen Borowsky stellten allerdings fest, dass Nahir M. von der Polizei bei dessen Vernehmung falsch belehrt worden ist. Statt ihn auf das Zeugnisverweigerungsrecht Angehöriger hinzuweisen, machten die Beamten ihn lediglich darauf aufmerksam, dass er keine belastenden Aussagen gegen seinen Bruder machen brauche.
Viele Zuschauer verfolgten den Prozess. Als Bernd Emminghaus am Ende die Aufhebung des Haftbefehls verkündete, brandete Applaus auf.
westfalen-blatt.de
Mittwoch, 14. September 2011, - 02:20 Uhr
Überraschende Wende im Bischofsprozess – Maximal zwei Jahre Haft auf Bewährung für Aslan K.
Von Marius Thöne
Warburg (WB). Aslan K. war der Drahtzieher des Übergriffs auf den syrisch-orthodoxen Bischof Julius Hanna Aydin. Das hat der 64-jährige, innerkirchlicher Widersacher des Warburger Bischofs, gestern vor dem Landgericht Paderborn gestanden. Dem Geständnis vorausgegangen waren stundenlange Verhandlungen zwischen Gericht, Staatsanwaltschaft, Verteidigung und Nebenklagevertreter hinter verschlossenen Türen. Am Ende stand eine Vereinbarung: Aslan K. legt ein Geständnis ab, wird dafür aber höchstens zu zwei Jahren Haft auf Bewährung verurteilt. Das Urteil soll am kommenden Freitag gesprochen werden. Der Haftbefehl gegen K. wurde schon gestern aufgehoben. Er hatte seit Februar in Untersuchungshaft gesessen und zuletzt im Justizkrankenhaus in Fröndenberg gelegen.
Er habe zwar keinen Raub und keinen Überfall in Auftrag gegeben, dem Bischof wohl aber eine »Abreibung« verpassen wollen, ließ Aslan K. durch seinen Anwalt Prof. Dr. Ralf Neuhaus (Dortmund) während der Verhandlung verlesen. »Dazu gehörten auch Schläge«, hieß es in dem Geständnis weiter. Der Bischof habe seiner Kirche gegenüber ein schlechtes Verhalten an den Tag gelegt. Es sei aber nie seine Absicht gewesen, den Kirchenmann zu töten.
Den Wunsch einer Abreibung hat der frühere Diözesanratsvorsitzende Aslan K. an den späteren Haupttäter Fadi M. herangetragen. Dieser habe selbst »Probleme mit dem Bischof« gehabt, gab der Wiesbadener Aslan K. in seinem Geständnis weiter an. Er habe auch davon ausgehen können, dass Fadi M. nicht allein zur Tat schreitet, sondern mit Komplizen nach Warburg fährt.
Am 15. April 2010 überfielen Fadi M. und zwei Komplizen den Bischof in seinem Zimmer im Kloster St. Jakob zu Sarug in Warburg. Der Bischof wurde geschlagen, getreten, gefesselt, und ihm wurden mit Klebeband Mund und Nase verschlossen. Zudem wurde ihm als Zeichen der Demütigung der lange weiße Bart abgeschnitten. Die drei Täter wurden zu Haftstrafen zwischen viereinhalb und sieben Jahren verurteilt. Während des ersten Prozesses war Aslan K. als Drahtzieher des Überfalls auf den Bischof genannt worden. Gegen den Wiesbadener wird seit Juli vor der ersten großen Strafkammer des Paderborner Landgerichts unter Vorsitz von Bernd Emminghaus verhandelt.
Gestern Vormittag sollte zunächst der Bruder von Fadi M. Aussagen zur Rolle von Aslan K. machen. Die Verteidiger Prof. Dr. Ralf Neuhaus und H.-Jürgen Borowsky stellten allerdings fest, dass Nahir M. von der Polizei bei dessen Vernehmung falsch belehrt worden ist. Statt ihn auf das Zeugnisverweigerungsrecht Angehöriger hinzuweisen, machten die Beamten ihn lediglich darauf aufmerksam, dass er keine belastenden Aussagen gegen seinen Bruder machen brauche.
Viele Zuschauer verfolgten den Prozess. Als Bernd Emminghaus am Ende die Aufhebung des Haftbefehls verkündete, brandete Applaus auf.
westfalen-blatt.de
Aslan K. legt ein Geständnis ab
Eine Abreibung für schändliches Verhalten
Warburg/Paderborn (JS). Als das Oberhaupt der syrisch-orthodoxen Kirche in Deutschland, Erzbischof Dr. Mor Julius Hanna Aydin, im April vergangenen Jahres in seinem Warburger Kloster überfallen wurde, so geschah dieses im Auftrag des Wiesbadeners Aslan K. Das gab der 64-Jährige gestern Nachmittag vor dem Paderborner Landgericht zu und nannte klar als Motiv der Tat die Bestrafung des Kirchenoberhauptes.
Niemals habe er einen Raub oder einen Überfall in Auftrag gegeben, sagte der Wiesbadener, der jahrelang Diözesanratsvorsitzender in der syrisch-orthodoxen Kirche in Deutschland gewesen war. Er habe – dem bereits wegen dieses Falles zu einer siebenjährigen Haftstrafe verurteilten – Fadi M. gegenüber seinem Wunsch Ausdruck verliehen, dem Bischof "für sein schändliches Verhalten unserer heiligen syrisch-orthodoxen Kirche gegenüber eine Abreibung zu verpassen", so sein Geständnis.
Dazu hätten durchaus Schläge gehört, gab Aslan K. zu. Er habe sich an Fadi M. gewandt, der selbst Schwierigkeiten mit Aydin gehabt und auch die Situation der Kirche erkannt habe. Ihm sei klar gewesen, dass dieser bei Ausführung der Tat nicht allein sein würde.
Just dieses Handeln von Aslan K. dürfte der aktuelle Höhepunkt der Auseinandersetzung zwischen dem ehemaligen Diözesanratsvorsitzenden und dem Erzbischof sein. Seit Jahren gibt es in der syrisch-orthodoxen Kirche in Deutschland einen Streit um den Verbleib von Spendengeldern, der schließlich in der Absetzung von Aslan K. und seiner Exkommunizierung durch Aydin gipfelte.
Fadi M. hatte in seinem eigenen Prozess, aber auch in der Verhandlung gegen Aslan K. als Zeuge wiederholt betont, dass er im April 2010 im Warburger Kloster Beweise für die Untreue des Geistlichen habe suchen wollen. Der Bischof habe "Millionen geklaut", sagte er noch vor drei Wochen.
Sieben Stunden lang dauerte gestern die Verhandlung gegen Aslan K. Immer wieder zogen sich die Verteidigung, der Vertreter der Staatsanwaltschaft und die Kammer zurück, um zu beraten. Am Ende stand schließlich das Geständnis, das das Gericht, wie es gestern ankündigte, mit einer Bewährungsstrafe von höchstens zwei Jahren honorieren wird.
Eigentlich hätte am kommenden Freitag Erzbischof Aydin zum Sachverhalt gehört werden sollen, doch darauf wurde nun allseits verzichtet. Nach langen Verhandlungstagen und der Anhörung von zahlreichen Zeugen stehen damit dann nur noch die Plädoyers, die möglicherweise noch mehr Erhellendes zu den Hintergründen bringen werden, und die Urteilsverkündung auf dem Plan. Seit gestern ist Aslan K. wieder in Freiheit. Nach seinem Geständnis hob das Gericht den Haftbefehl auf – begleitet vom Applaus des vielköpfigen Publikums.
nw-news.de/ 14.09.2011
Dienstag, 13. September 2011
Geständnis in Paderborn: Prozess um Angriff auf Bischof Aydin vor Abschluss
13.09.2011 19:42 Uhr - WIESBADEN / PADERBORN
Der Prozess um den brutalen Überfall auf den Bischof der syrisch-orthodoxen Kirche in Deutschland steht vor dem Abschluss. Der 64 Jahre alte Angeklagte aus Wiesbaden legte am Dienstag vor dem Landgericht Paderborn ein weitgehendes Geständnis ab. Im Gegenzug stellte ihm das Gericht eine Bewährungsstrafe von höchstens zwei Jahren in Aussicht. Der Mann wurde aus der Untersuchungshaft entlassen. Das Urteil soll an diesem Freitag verkündet werden.
Bischof Julius Hanna Aydin war im April vergangenen Jahres in seinem Kloster in Warburg in Westfalen von drei Männern misshandelt und ausgeraubt worden. Das Trio wurde am 11. April wegen schweren Raubes zu langen Haftstrafen verurteilt. Seit Juli stand nun der 64-Jährige als mutmaßlicher Drahtzieher des Überfalls vor Gericht. Ihm wurde Anstiftung zum schweren Raub und Körperverletzung vorgeworfen.
Stundenlange Verhandlungen hinter verschlossenen Türen
Am Dienstag hatten Verteidigung, Staatsanwaltschaft und Schwurgerichtskammer zunächst stundenlang hinter verschlossenen Türen verhandelt. Danach legte der 64-Jährige ein Geständnis ab. Er habe einen Syrer, der im April zu sieben Jahren Haft verurteilt worden war, damals ausgesandt, um dem Bischof für sein "schändliches Verhalten unserer syrisch-orthodoxen Kirche gegenüber eine Abreibung verpassen zu lassen". Dazu hätten auch Schläge gehört. Keineswegs habe er aber zu einem Überfall oder einem Raub aufgerufen, beteuerte der 64-Jährige.
Der Mann aus Wiesbaden, ehemaliger Vorsitzender des Diözesanrats, lag schon lange im Streit mit dem Bischof. Der hatte ihn vorübergehend sogar exkommuniziert. Bei dem Überfall hatten die Täter den Bischof gefesselt und geknebelt und ihm seinen langen weißen Bart abgeschnitten. Sie stahlen ihm Geld und einen Laptop
wiesbadener-kurier.de
Der Prozess um den brutalen Überfall auf den Bischof der syrisch-orthodoxen Kirche in Deutschland steht vor dem Abschluss. Der 64 Jahre alte Angeklagte aus Wiesbaden legte am Dienstag vor dem Landgericht Paderborn ein weitgehendes Geständnis ab. Im Gegenzug stellte ihm das Gericht eine Bewährungsstrafe von höchstens zwei Jahren in Aussicht. Der Mann wurde aus der Untersuchungshaft entlassen. Das Urteil soll an diesem Freitag verkündet werden.
Bischof Julius Hanna Aydin war im April vergangenen Jahres in seinem Kloster in Warburg in Westfalen von drei Männern misshandelt und ausgeraubt worden. Das Trio wurde am 11. April wegen schweren Raubes zu langen Haftstrafen verurteilt. Seit Juli stand nun der 64-Jährige als mutmaßlicher Drahtzieher des Überfalls vor Gericht. Ihm wurde Anstiftung zum schweren Raub und Körperverletzung vorgeworfen.
Stundenlange Verhandlungen hinter verschlossenen Türen
Am Dienstag hatten Verteidigung, Staatsanwaltschaft und Schwurgerichtskammer zunächst stundenlang hinter verschlossenen Türen verhandelt. Danach legte der 64-Jährige ein Geständnis ab. Er habe einen Syrer, der im April zu sieben Jahren Haft verurteilt worden war, damals ausgesandt, um dem Bischof für sein "schändliches Verhalten unserer syrisch-orthodoxen Kirche gegenüber eine Abreibung verpassen zu lassen". Dazu hätten auch Schläge gehört. Keineswegs habe er aber zu einem Überfall oder einem Raub aufgerufen, beteuerte der 64-Jährige.
Der Mann aus Wiesbaden, ehemaliger Vorsitzender des Diözesanrats, lag schon lange im Streit mit dem Bischof. Der hatte ihn vorübergehend sogar exkommuniziert. Bei dem Überfall hatten die Täter den Bischof gefesselt und geknebelt und ihm seinen langen weißen Bart abgeschnitten. Sie stahlen ihm Geld und einen Laptop
wiesbadener-kurier.de
Abonnieren
Posts (Atom)